Anlatmaya nereden başlasam... Sultan Abdülaziz’in Paris yolculuğundan? Sarayındaki aslanhanesindeki aslanlardan? Yoksa Enver Paşa’nın Ermeni bir aileye ait çiftliği kendi malıymış gibi kullanıp bahçesine de kendine ait olmayan heykeller getirtmesinden? Yok yok çok daha bugünden mi? Mesela parkta sokak çocuklarının camekânına sığındığı ve bugün nerede olduğu bilinmeyen çağdaş heykelden? Ya da buldum, belki de Rudolf Belling’den... Akademinin heykel bölümüne heykel sanatımızı geliştirsin diyerek atanan Alman heykeltıraş Belling’in yaptığı İnönü heykelinden. Bu heykelin kaidesiyle kendisinin bir türlü kavuşamamasından? Lütfi Kırdar’ın deyişiyle “o barış günü”nün bir türlü gelmemesinden? Uzattığımın farkındayım. Bilhassa yapıyorum. Çünkü Gezi Parkı’nda bir süre yer almış ya da alamamış bütün heykellerin hikâyeleri, aslında bize yakın bir siyasi tarihi anlatmakla kalmıyor. Bu tarihin içindeki kültür hayatını şekillendiren siyasi dengeleri ve gerilimleri ifşa ediyor. Gezi Parkı’ndaki aslanlar mesela... O aslanlardan biriyle parktaki gezici fotoğrafçılara resim çektirmiş Milliyet Ekler Genel Yayın Yönetmeni Deniz Alphan. Küçük bir kızken... O aslan, şimdiki Ceylan Oteli, bir zamanlar Taksim gazinosuyken, mekânın iki girişinde duran iki aslandan biri.
Yine küçük Deniz ve annesi Dina’nın önünde fotoğraf çektirdiği Su İçen Dişi Geyik ve Yavrusu heykeli, Abdülaziz’in Paris seyahati sonucu sipariş ettiği bir grup heykelden sadece biriydi. Abdülaziz’in av merakı ve aslanları olduğu için Fransa’dan gelen hayvan heykellerinden bir kısmını, iktidarı sırasında Enver Paşa kaldığı çiftliğe getirtmek istemişti. Bir kısmı ise daha sonra devlet tarafından yapılan bir açık artırmada Türkiye kültür hayatına yön verecek iki aile tarafından satın alınacaktı. Geyiği Koçlar, atları Sabancılar alacaktı. Boğa ise Kadıköy’e gelecekti. Gezi Parkı’ndaki ‘anneyle yavrusu’ ise Emirgan’a götürülecek. Orada hurdacılar tarafından çalınacak. Yarısı eritilecek. “Yaralı” bulunacak. İnayet Türkoğlu tarafından adeta iyileştirilecekti. Bu gruptan Kaktüsün Üzerinden Atlayan Aslan ise İstanbul Belediyesi’nin önüne yakıştırılacaktı. Hâlâ orada...
Gezi Parkı söz konusuysa hikâyenin içinde Henri Prost olmadan olmaz. İmar planı yaparken Topçu Kışlası’nı yıkmayacak olsaydı, İnönü’nün kaidesi, Belling’in yonttuğu kendisiyle buluşmakta o kadar yıl beklemeyecekti. Büyük buluşma, Gezi’de değil, Taşlık’ta DP iktidarı sırasında Lütfi Kırdar’ın katkılarıyla gerçekleşti.
Gelelim günümüze... Yves Klein mavisi taşların üst üste bir form oluşturdukları, camekân içindeki parkın çağdaş heykeline...
Adem Yılmaz’ın heykeli, o parkın değil, koskoca İstanbul’un açık havadaki ilk çağdaşıydı. Sözen belediyesinin 1992 yılında düzenlediği “Açık alanlara üç boyutlu çağdaş sanat yapıtları” yarışmasında kazananlardandı. Jüride Hüsamettin Koçan, Hüseyin Gezer, Ali Teoman Germaner gibi sanatçılar vardı. Adem Yılmaz, heykeli için “İstanbul’un tarihsel geçmişi, kentleşme ve doğa sorunlarının evrenselliğine gönderme yapıyor ve modernizmle hesaplaşıyor” demişti.
Heykel, en son 2002 yılında bir kış günü camekânı kırık, fena halde tahrip edilmiş görüldü. Çok geçmeden belediye tarafından kaldırıldı. Bugün ona ne olduğuna dair en ufak bir bilgimiz yok.
Halen Gezi Parkı’nda duran bir heykel daha var. Şu anda direnişçilerin çadırları tarafından ismine yaraşır bir şekilde kuşatılmış orada. Lerzan Bengisu’nun Barış isimli 1974 tarihli heykeli. Asıl yeri, Divan Oteli karşısındaki metro girişine yakındı. Şantiye çalışmaları sırasında yıprandı. Üçte biri toprak altında kalacak şekilde taşınınca ne şanslı ki ailesi duruma el koydu. Kaidesi yenilendi. Sanatçının oğluna göre, üç ayrı formdan oluşan heykel, anne ve iki çocuğunu temsil ediyordu.
Barış, ismiyle de oradan taşınan annesiyle yavru geyiğin boşluğunu doldurması açısından da anlamlı bir “dişi” varoluşa sahip ister istemez. Parktaki heykellerden bugüne bir o, bir de aslanlar kaldı. Adem Yılmaz’ınkini yeniden üretmek Gezi Parkı direnişini ileride anımsatmak ve anımsamak için değerli bir girişim olabilir.
Bir park, sadece park değildir. Yakın ve uzak tarihimize dair sosyal işaretlerden örülü hem kişisel bir o kadar toplumsal an’ların, anıların biriktiği bir bahçedir. Şehirlerimizin arka olmasını istemediğimiz ve bunun için elbette direneceğimiz nadide bahçeleridir. Heykellerinin çok olması dileğiyle...
(Özellikle Bengisu ve Yılmaz’ın heykelleriyle ilgili verdiği bilgiler ve fotoğraflar için Ferda Çağlayan’a teşekkür ederim.)