Gezi parkı direnişinden bir tek galip çıktı. O da galibiyetle ilgilenmiyor.
Çünkü o Çarşı.
Çarşı, ilk günden bugüne gezi direnişinin lideri olmadı, sürükleyicisi, ironi üretim merkezi, gazdan değil gülmekten gözyaşı kaynağı, düşenin dostu, ağlayanın kankası olmayı başardı.
Peki sırrı neydi?
Wikipedia’ya göre “1982 yılında kurulan Çarşı grubu, futbol maçlarını ağırlıklı olarak kapalı tribünde
izler.”
Çarşı’nın en büyük özelliği galiba her türlü iktidara “karşı”lığı...
Bu karşılığın gün gelip bir iktidar kurmaya varmaması.
Neyi eleştiriyorsa o olmamasında.
Çarşı, o yüzden her şeye karşı.
Bir gün gelip karşı olduklarının bizzat kendisi olmuyor.
Çünkü her an karşılığını, o neye karşıysa onun karşısında kendini dondurmuyor. Sabitlemiyor.
Bir lidere söz verip kendini temsil ettirmiyor.
Çarşı bir ruh.
Elle tutulmuyor gözle görülmüyor içine birden girebiliyorsunuz...
Parka girer gibi...
İçinde bir güzel dolaşabiliyorsunuz.
Evrak; TC kimlik numarası, mektup, dilekçe istenmiyor.
İsmi de basit. Son derece sıradan. Bazı çağdaşlarındaki hamburger menülerinde en büyüğü ifade eden
ithal sıfatlardan bir isme sahip değil. Çarşı pazar deriz. Onun çarşı’sı. Pazara da karşı.
Sermayenin önünde eğilmez. Ama sermayeyi de suçlamaz.
Bir pazara karşı değil o da çalışmamanın kutsandığı gün olabilir.
Bir Pazar günü olarak Çarşı.
Bu ara en çok Ulus Baker okuyorum. Onun söylediklerini anıyorum.
Son çağdaş yerli filozofumuz der ki:
“Devrimcilik bana öyle geliyor ki, ‘insanların, devrim haline kapılmalarından’ , ‘devrimci oluşlara’
bağlanmalarından başka bir şey değil. Tarihin öznesi ile ‘devrimci oluşlar’ın öznesi birbirinden tümüyle farklıdır. Bir ara Ertuğrul Kürkçü, bugün adı kültür ve sanat (toplumsal araştırmalar) vesaire için Vakıf olan oluşumun oluşturulmasında yer alması için yanına gelen terbiyeli ‘next generation’ çocukları, ‘herkes gelsin tabii, yeter ki sosyalist olsun’ gibisinden bir şeyler söylemişti.
Oysa devrimci olmak ne bir ‘secere’, ne bir ‘kuşak’, ne bir ‘fikriyat’, ne bir ‘tarihsel özne’ ne de bir ‘kimlik’ işidir.
Anadan doğma, apriori devrimcilikte ne ola ki?
İnsanlar ‘devrimci oluşlara’ yakalanmadan yani ‘mücadeleye’ başlamadan önce devrimci filan değildirler.”(*)
İşte Çarşı da bir “devrimci oluş.”
Gezi Parkı direnişi sırasında ona yakalanan çok oldu.
Fenerbahçeli ama yükselen burcu Çarşı çoğunun.
Çünkü o çoğunluk, aynı zamanda memleketteki azınlık, devrimci bir oluşa yakalandı.
Mücadeleye başladı. Kafadan kendini sosyalist varsaymayarak...
Bir gün gelip Çarşı’nın duvar yazılarını bir müzede görecek miyiz?
Her seferinde kendini şarj ettiği ve karşı’lık pozisyonunu yenilediği için hayır...
Harbiye radyoevini geçtikten hemen sonra yerdeki fıskiyeleri uzun zamandır çalışmayan hüzünlü havuzlara bakarken ansızın o durgun su birikintisi içinde kirli havuza yazılan yazıdır çünkü...
Suya yazılan yazıdır yani...
Aslında imkansız ve öyle baş döndürücü.
Bir sabah Abbasağa Parkı’na bakan sevgili evinde uyandığın zaman gördüğün duvar yazısıdır:
“Hayat zor koşullar altında devam ediyor...”
Hayat gibidir çarşı.
Herkes ve hiç kimsedir.
Hem efsane hem gerçektir.
* Dolaylı Eylem, Derleyen: Ege Berensel, Birikim Yayınları