Geçtiğimiz cuma gecesi, evime gitmek için dolmuşa binmek üzere AKM’ye doğru yürüyordum. Trafiğin feci olduğunu hissederek aslında biraz daha İstiklal caddesinde dolaşmanın iyi bir fikir olduğunu düşünüyordum ki bir arkadaşıma rastladım. O kadar uzun zamandır görüşmüyorduk ki... Bir yerde oturmaya karar verdik. Sonra başka bir yerde... Sonra bambaşka bir yerde. Sabaha karşı eve geldim. Şehrin uzun zamandır ihmal ettiğim gece hayatıyla biraz olsun karşılaşabildim. Hamilelikti, annelikti... Ne kadar uzun zamandır ihmal ettiğim gece hayatını doğrusu ilham verici buldum.
Picante’de eski Bodrum günlerini sahibi Picante Hakan’la anıp çeşitli Meksika içkileri -dolaylı ve dolaysız- içtikten sonra Osmanbey’deydik.
Eğlenmek için gecenin üçünde Osmanbey’e gitmek tuhaf geldi. İtiraf etmeliyim...
Hele bir apartman dairesini andıran müziğin sızmadığı girişiyle mekanın nasıl bir eğlence vaat ettiğini doğrusu anlamadım.
Siyah kapıyı çaldık. Çok beyefendi biri kapıyı açtı. İçerisinin çok kalabalık olduğunu söyledi.
Hazır mıydık?
Bu kalabalığa girmeyi gerçekten istiyor muyduk?
İstediğimizi belirttik. İçeride ne çok insan vardı...
Gerçekten hazır olmak gerekiyordu.
Çok yakında bir aile gibi olacak. Birlikte Türkçe ve Rumca pop şarkıları söyleyecek, birbirimize salatalık, kokteyl havuç ikram edip hatta shotlar yollayacaktık.
Mekanın herhalde en büyük özelliği bir evin salonunu andırmasıydı.
Öte yandan normalde içine girilmesi yasak olan barda takılmanın, DJ’le neredeyse birlikte parçaları çalıyor olmanın bu rahatlıkta etkisi büyüktü.
Garsonlar barın içindeyiz diye kızacaklarına bunu görünce sanki daha memnun oluyor. Daha şefkatli bizimle ilgileniyorlardı.
Barın hemen yanındaki mutfak penceresi açıldığında buranın en büyük özelliğini keşfedecektim: Yiyerek içmenin mümkün olması...
Bir grup erkek bir yandan o küçük pencereden masalarına neredeyse ışınlanan mantıları kaşıklıyor, bir yandan rakılarını yudumluyorlardı.
Bir başka çift barda, önlerindeki sucuklu yumurtayı birazdan yiyeceklerdi.
Kız, erkeğe büyük cilvelerle yedirecekti hatta bu yumurtayı... Ve mekanın siyah seramik panolarının da katkısıyla 1980’lere yollanacaktm.
Böyle bıyıklı ve polo tişört giyen erkeklerin olduğu 1980’ler filmleri gözümün önünden geçecekti.
Kız arkadaşı da Hülya Avşar’a benziyordu.
Büyük bir ihtimalle ona ‘Yavrum’ da diyordu.
Kadir İnanıresk erkeklerin olduğu kulüpte kah Tarkan, kah Nilüfer, kah Sezen Aksu, kah Despina Vandi parçalarıyla o gece Hakan Balamir’i de andım.
İştahla kaplı bu mekanı çok sevdim.
Eskinin iştahlı İstanbul gecelerini sık sık anan biri olarak çok...
Sonra soluğu Maslak’ta bir kulüpte aldım.
Marilyn Monroe, Darth Vader’le fotoğraf çektirebileceğiniz gençlere özel partide çılgınca dans eden büyük kalabalığa bakıp arkadaşım şöyle dedi:
“Bu kalabalığın bir sabah uyanıp çağdaş sanatla ilgilendiğini düşünsene...
İşte o zaman hiçbir iktidara gerek kalmaz. Feodaller gider. Burjuva gelir!”
Büyük laf değil mi?
Diyeceğim her şeye rağmen İstanbul geceleriyle arada sırada karşılaşmakta fayda var.