Ayşegül Sönmez

Ayşegül Sönmez

a.sonmez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Arman Yıldız, körpe bir pop şarkıcısı olarak ilk klibini çekecek. Yıldız’ın farkı, hukuk okumuş ve avukat olmak yerine şarkıcı olmayı seçmesinde. Hukukçu ailesinde hafif bir üzüntü dalgası yaratsa da bu durum şarkıcı olmak üzere yola çıkmış bir kez... Adalet dağıtmak yerine besteleriyle hüzün ve sevinç dalgaları yayacak Arman, ilk klibini yeni albümündeki Deli Dünya parçasına çekmeye karar veriyor. Sadece ona değil, aynı zamanda klipte adaletsizlikten ne anladığını anlatmaya... Klipte Arman yerde yatmakta. Öfkeli bir köpek burnundan soluyor. Arman, hatırlıyor. Çok geçmeden çevik kuvvetin adımlarını izliyoruz. Köpek artık sadece solumuyor, şiddetle havlamaya başlıyor. Çatışma başladı. Bir avuç gaz maskeli gence karşı bir tabur çevik kuvvet ellerinde cop ve gaz bombalarıyla saldırıya başlıyor. Artık ayağa kalkan Arman şöyle söylüyor: “Dünya yorulmuşsun...” Ve müzik videosu ekranda yazılı şu sözlerle bitiyor: “Yaşananlara tutulmuş bir aynadan ibarettir bu görüntüler. Ve seyirci kalmak en büyük suçtur belki de...” Klip, geçtiğimiz şubat sonunda Müyap’a teslim edildi. Günler geçse de bir türlü televizyonda belli başlı müzik kanallarında gösterilmedi. Genç popçu bunun nedenini tecrübesizliğine, halkla ilişkilerde muhakkak bir kusur işlediğine bağladı. Günlerce içi içini yedi. Israrlı ve polisiye tadında bir araştırma sonucu, klibin içerdiği polisle gençlerin çatışma görüntüleri yüzünden yayınlanmadığını öğrendi. Bunun üzerine çalıştığı şirket devreye girip bir başka versiyon daha yaptı. Şiddet görüntüleri içermeyen bir ikinci versiyon. O zaman henüz Gezi Parkı’ndaki ağaçlar kesilmemişti. Arman’ın yaşıtı binlerce eylemci meydanları doldurmamıştı. Dövülmemiş, günlerce gaz bombasına, plastik mermilere maruz kalmamıştı. Peki bu neyin sansürüydü? Ve kimin için yapılan bir sansürdü? Kimi kimden koruyordu? Ya da kendini kimden koruyordu? Bazı kanalların, aylar önce kurgudan şiddeti kamuoyuna göstermezken bir hafta önce Gezi’de başlayan polise ait yüzde yüz gerçek orantısız güç gösterisini görmezden gelmesi, meğer ne kadar normalmiş. Bir kısım medyanın, kurguyla gerçeği bir tutan sansürü ne postmodern, kurguya da gerçeğe de sansürcü yaklaşırken kamu değil de, tamamen öz çıkarlarını önde tutmaları, kraldan çok kralcı olmaları, en fenası kralı, hepimizden iyi tanımaları ne fenaymış.

Haberin Devamı

Bir sansür hikâyesi

Haberin Devamı

Vatandaş ya da yurttaş yerine niye çapulcu?

Ahmet Çiğdem, twitter’da yazdı, “çapulcudan bu kadar büyülenmek niye, yurttaş varken? Her ne kadar TDK ne ifade ettiğiyle ilgili son dakika ideolojik olduğunu düşündüğü değişikliklere gitse de fark etmez. Çapulcu tamamdır. Bir çapulcu her zaman çapulcudur. Ve 1990’lı çapulcuların abla ve abileri de loser’dı. Bizim kuşak da loser, biraz kaybeden çokça tutunamayan anlamında, sözüyle büyülenmişti. Kullanmak için fırsat arardı. Hem olumlu hem olumsuz anlamda. Bilhassa kızlar, eski erkek arkadaştan bahsederken. Kalbini kırmış, o serseriden... Telaffuzda kusursuz ama yazarken iki o’yla yazarak kusur işleyerek. O abla ve abilerin hiçbir zaman böyle bir meydanı -hem de Taksim gibi bir meydanı- dolduran çoğunluk olmak gibi bir şansı olmadı. Olmadığı gibi o ‘abi’ ve ablalar, üniversite yıllarında aslında o çok sevdikleri loser’lardan olmamak için epey debelendiler. Ta ki 90’ların karanlık siyasi, apolitik kültürel ikliminin hemen arkasından üst düzey yönetici çıkmış da olsalar, aslında peynir satmaktan başka hiçbir şey yapmak istemediklerini, kravattan, topukludan nefret ettiklerini fark edene kadar. Loser olmamak için boşuna çabalamışlardı. Aslında birer loser’dılar. O peynirciyi açınca. Datça’nın bir köyüne yerleşince. Ekolojik tarım yapmak üzere Manisa’ya gidince. 20 bin dolarlık maaşı bırakıp fotoğraf okumak üzere Londra’nın yolunu tutunca. Kahvaltı evi açıp batırınca, ilk organik mahsulleri yanınca , bunu anlayacaklardı. Ve bundan hoşlanacaklardı. Aslında hep hoşlandıklarını hatırlayacak, loser olmamak için boşuna uğraştıklarını idrak edeceklerdi. Zaten loser, hiç çalışmayan, çalışsa dahi başarma, tırmanma, işte o olma takıntısı olmayan öz hakiki loser arkadaşlarla, sonuçta aynı play station oyununu oynamış. İşte değil oyunda kazanmak ya da kaybetmemeyi hep tercih etmemişler miydi? İşte çapulcular loser’lardan sonraki kuşak. Çapulcu mertebesinden büyülenmeleri çok daha kolay çünkü bir, çapulcu Türkçe, yerli, buralı bir deyiş. İki, tabii ki bizden daha akıllılar. Bizim gibi vakit kaybetmediler. Ve onlar için Türk Dil Kurumu sözüm sana, Sait Faik Abasıyanık ya da Necip Fazıl Kısakürek fark etmiyor. Birini bir cepheye -CHP-, diğerini başka cepheye, -AKP- ait görmüyorlar. Park’taki kütüphanede en çok şiir kitabına ihtiyaç var o yüzden... Twitter’da hep duyuruluyor!