Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Arkadaşımın zehir gibi akıllı çocuğu bir araştırma yapıp dünyanın en yaşanası şehirlerini belirlemiş. Buralardaki ekonomik, sosyal, kültürel şartları Türkiye ile kıyaslayan bir sunum hazırlamış anne babasına. Neden? Gidip orada bir hayat kursunlar diye. Bu ülkede mutsuz olduğu, kendisine burada bir gelecek göremediği için. Yaş 15.

Dün Hürriyet’te Güliz Arslan ‘proje okul’larda okuyan öğrencilerle konuşmuştu. “Umutsuzum” diyordu biri: “Seneye yurtdışına gidip eğitimime orada devam edeceğim. Okuldan sonra da Türkiye’de yaşamak planlarımın arasında yok.”

Bunlar da bir diğerinin cümleleri: “Benim için de Türkiye’de okumak bir seçenek bile değil ne yazık ki… Okuldaki diğer arkadaşlarım da benim gibi, herkes kaçmak istiyor.”
Lise öğrencisi bunlar. Hiçbirinin yaşı 18 değil daha. Bu yaşın meseleleri bunlar mı olmalı?

Çok sevdikleri, çok şey borçlu oldukları öğretmenleri gitmesin, okullarının ruhu bozulmasın istiyorlar, dertleri bu. Çalışmışlar çabalamışlar, sınavdan yüksek puan almışlar, hayallerindeki liseye girmişler. Şimdi hayallerinin ellerinden alındığı duygusuyla boğuşuyorlar. Hayatlarının neden birilerinin ‘projesi’ olduğuna anlam veremiyorlar ve bu inançlarını, güvenlerini sarsıyor.

Bu mudur gençlerimize, çocuklarımıza reva gördüğümüz duygu durumu? Bu çocuklar kanatlanıp uçacakları, eğlenip gülecekleri, her gün yeni hayaller kuracakları ve elbette her şeyi sorgulayacakları çağdalar. Haksızlığa uğradıklarına inandıklarında elbette seslerini çıkaracaklar. Tabii ki soracaklar “Neden öğretmenimiz gitmek zorunda?” diye.
Bunu sordular diye onları sorguya almak ne demek? Liseye TOMA’yla girmek ne demek? Daha neler.

Bu kararları alanlara sormak istiyorum; kendi gençlik çağlarınızı unuttunuz mu toptan? Bir ülkeyi ileriye götürecek olan sonsuz itaatle önüne koyanı kabul eden midir, daha iyiye varmak için her şeyi sorgulayan mıdır?

Ne diyeceğiz yani, “Ya sevsinler, ya terk etsinler mi?” Lise öğrencilerine de mi kapıyı göstereceğiz akıllarına yatmayana itiraz ettiler diye? Yoksa tazyikli suyla “akıllarının başlarına gelmesini” mi umacağız? Kulak vermek, anlamaya çalışmak, belki hak vermek; bunlar neden yok seçenekler arasında?

Büyüdükçe zaten törpülenecekler, illa ki kırılacak hayalleri, umutları. Bırakın bari 15 yaşında başka bir dünya, aydınlık bir gelecek hayal edebilsinler. Bu yaştan kesmesinler umudu yarından.

Haberin Devamı

Caretta caretta’yı yakmak!

Haberin Devamı

Hiç şaşıracak bir şey yok, ülkemiz hayvanlar için gerçek bir işkencehane. Çocukluktan başlayarak hayvanlara eziyet konusunda yaratıcılıkta sınır tanımayız.

Kedi köpekleri besleyenler mahallenin delisi damgasını yer. Kışın apartmana sığınan hayvanları sokağa donmaya terk etmek için hiçbir konuda rastlanmayan dayanışma örnekleri sergilenir. Kedi yavruları çıkamayacakları kutularla çöpe atılıp ‘uzaklaştırma’ adı altında öldürülür. Kimseye zararı olmayan sokak köpekleri belediye eliyle alenen zehirlenir.

Şimdi “İnsan hayatının değer var mı ki?” korosu devreye girecek, peşinen söyleyeyim, en çok da onların zararı var bence. Hayvana ikinci sınıf canlı muamelesi ettiğimiz için, onlara eziyet edenleri adam gibi cezalandırmadığımız için vahşetimiz de arttıkça artıyor.
Buyurun, ayağına taş bağlanarak ölüme terk edilen ve kafası kesilerek katledilen caretta caretta’lardan sonra Fethiye Körfezi’ndeki Kızılada’da bir tanesi ‘yakılarak’ öldürülmüş. Evet, basbayağı caretta caretta’yı üzerine yanıcı madde dökerek çakmakla yakmış bu dünyadaki en tehlikeli canlı olduğu şüphe götürmeyen ‘insanın’ biri.

Neslinin tükenmesini, koruma altında olmasını falan geçtim, kendisine en ufak bir zararı olamayan bir canlıyı vahşice katleden bir insanın cinayetle yargılanması gerekiyor. Başka türlü bitmeyecek bu zulüm.