Basbayağı dilimize yerleşti artık bu ‘çocuk gelin’, ‘küçük gelin’ tamlamaları. Bunun çocuk istismarına sevimli bir kılıf biçtiğini, sanki çocuktan gelin olurmuş gibi bir algı yarattığını söyleyenler kendileri söyleyip kendileri dinliyor. O sırada bu tabirler ilkokul kitaplarına bile sızıyor, baksanıza.
Evrensel’den Elif Ekin Saltık’ın haberiydi, Mavideniz Yayınları’ndan çıkan ilkokul birinci sınıf yardımcı ders kitabı “Etkinliklerle Okuma Yazma”da örnek cümleler var, yandaki şekillerle eşleştirilecek. Bakıyoruz, “Gökay geyik görmüş”. Konumuz g harfi, “Tolga gölde yüzüyor”. Bir de kız çocuğumuz var, Özge, geometri okuyacak, galip gelecek ya da gezgin olacak değil ya, ne oluyor? “Küçük gelin”. Nasıl yani? Basbayağı, “Özge küçük gelin oldu”.
Öncelikle bu kitabın amacı dilin güzel kullanımına yardımcı olmaksa, orası bile sorunlu. Yanlış bir ifade. Ne demek küçük gelin oldu? Yazarının açıklaması, “Etkinliklerde küçük çocuklara gelinlik giydirilir ya, şirin de olur çocuklar, masumane düşünülmüş bir şey” şeklinde. Bu demekmiş “küçük gelin”.
Giydirilmesin efendim. Yani bu toplumda gerçekten çocuklar oyun çağında, okul sıralarından koparılıp koca koca adamlara ‘eş’ diye verilmiyor olsaydı belki şirin olabilirdi, o da bir ihtimal.
Ama durum bu değil, bunun adı çocuk istismarı ve maalesef bizde son derece yaygın, mücadele edilmesi gereken dertlerimizin başında geliyor. Telle duvakla süsleyince gerçek değişmiyor. Hal böyleyken g harfini anlatacak başka örnek mi bulamadınız?
Bu kitaplar bir sürü denetimden geçiyor, kimsenin dikkatini çekmiyor mu Özge’nin küçük gelin olması? Bunun ilkokul çağındaki çocuğa nasıl bir mesaj vereceği, okuma yazma ile beraber ne öğreteceği düşünülmüyor mu? Biraz hassasiyet göstermek çok mu zor?
Felsefe yap, icat çıkar
Meclis’te anayasa değişikliği oylamaları sırasında yaşanan arbedelerden birinde kullanılan “tiyatro” benzetmesi tarihi bir tartışmayı bir kez daha gündeme getirdi. Doğal olarak başta tiyatrocular olmak üzere bir dolu insan “Beğenmediğiniz şeylere tiyatro demekten vazgeçin” diye isyan etti.
“Burası tiyatro değil, ciddi bir iş yapıyoruz” sahiden bu bakış açısının şahane bir örneğiydi. Bu sırada olayın bütün tarafları diğerini “tiyatro oynamakla” suçluyordu, yanlışlık olmasın. Bu genel ve yaygın bir kanı. Bir yerde “gayrı ciddi”, hatta “tekinsiz” bir şey görüyorsak, onun adı “tiyatro” oluveriyor. Türk insanının sanat sevgisinin bir ifadesi olarak.
Düşünürsek başka örnekler de bulabiliriz. “Ne film dönüyor?” var mesela, görüldüğü gibi sinema da azade değil bu “katakullicibaşı” muamelesinden. Ortada bir karışıklık, bir düzenbazlık, bir bit yeniği varsa onun adı “film”.
Birisi size anlaşılmaz gelen cümleler mi kurdu? Hemen felsefeye ya da edebiyata başvurabilirsiniz. “Edebiyat yapma!” olur, “felsefe yapma!” olur, seçin, beğenin, alın. Şarkısı bile var, “Aklın varsa kendine sakla, felsefe yapma” diye, daha ne olsun? İtirazın gürültü patırtıya ise “caz yapma!” da iş görür.
Peki ya bilim? O da çok sağlam ayakkabı değil, aklımızın ermediği yerde yardıma yetişiyor: “İcat çıkarma!”
Deyimlerle, atasözleriyle kes sen düşünmek, yeni bir şey bulmak, yaratmak isteyen insanın önünü, sonra bu toplumun sanatından, edebiyatından, biliminden gelişme bekle.