Bir cumartesi gecesi... Kışa rağmen hava güzel, uzun bir zamandan sonra güneşli birkaç gün yaşamış şehir. Ama soğuktan ama ekonomik sebeplerden ya da korkudan evlerine tıkılıp kalan insanlara bir şevk gelmiş, sokaklar cıvıl cıvıl. Parklar da öyle.
Üsküdar’da iki üç delikanlı, banka oturmuş gitar çalıp şarkı söylüyorlar. En evrensel genç insan eğlencesi. Bir tanesi de cep telefonuyla kaydediyor arkadaşının söylediği şarkıyı.
Bir anda karşı kıyıdan bir alev topu yansıyor kameraya. “Bir şey patladı” oluyor ilk tepki. Arkadan korkunç bir gürültü. Bir şey patladı sahiden. Şaşırmıyor kimse, işte burası ‘evrensel’ değil: “Yine patlattılar bir yeri”. “Boşverin hadi eve gidelim”. Ne olduğunu anlamaya bile çalışmıyorlar o anda. Önce güvenli evlerine dönsünler. Korku, bütün çıplaklığıyla yansıyor kameraya. Korku, evrensel.
Taksim’de bir otelin üst katlarında ya bir davet, ya bir parti. Pencereden şehri izliyor bir grup, Boğaz’ı. İngilizce konuşmalar duyuluyor. Birden İstanbul’un o güzelim silueti alev alev yanmaya başlıyor. Aynı patlama şehrin diğer yakasından da yansıyor kameraya.
“Aman tanrım”larla, “Camdan uzak dursak daha iyi değil mi?”ler karışıyor. Burada da şaşkınlık yok. Belli ki İstanbul’da yaşayan yabancı bir grup. Beklenmedik bir şey değil onlar için de, bomba patlaması. Devamı aynı: “En iyisi eve dönmek.” Korkunun milliyeti yok.
Aynı saatlerde İstiklal Caddesi. İğne atsan yere düşmez, öyle kalabalık bir cumartesi gecesi. İnsanlar sokaklara atılmış masalarda oturuyor, yüzler gülüyor.
Derken cep telefonları çalmaya başlıyor bir bir. Gülümsemeler donuyor. Sanki herkes tek ağızdan konuşuyor: “Neredesin? Çocuklar nerede?”, “Ben iyiyim, merak etmeyin”, “Hadi, eve gidin bir an önce”.
Hiç tanışmayan insanlar birbirlerine soruyor: “Ne olmuş?”, “Bir yer patlamış gene”, “Neresiymiş?”
Belki birazdan sosyal medyada birbirimizin gözünü oyacağız ama o anda aynı taraftayız. Birbirimizin yüzüne bakarken duygudaşız. Çaresiziz, yakınlarımız için endişeliyiz, eve sağ salim dönebilmenin derdindeyiz ve karşımızdakinden medet umuyoruz. İkimiz de korkuyoruz işte. Korkunun siyaseti yok.
“Bilmiyoruz, yayın yasağı var”. Sıralamaya hakimiz ya artık; vatandaş yayın yasağını da kendisi koyuyor peşin peşin. Nerede ne olmuş bilemeyiz; öğrenemeyiz de. Ama belli ki bomba. Eve gidelim.
Gidelim, kapımızı bacamızı kapatalım, Facebook’tan kendimizi ‘güvende’ diye işaretleyelim ki arkadaşlarımız hayatta olduğumuzu anlasın. Bu arada yanlış anlaşılmasın, maalesef Facebook’un bugünlerde en işlevli uygulaması bu. Mesela şimdilerde “Bu yılının nasıl geçtiğini görmek ister misin?” gibi bir film hazırlamış, izletmek istiyor, ödüm patlıyor. Çok mersi, bu film şeridine ihtiyacımız olduğunu sanmıyorum.
Ama güvende olduğumuza inandığımız evlerimizde otururken o insan yüzlerini hatırlamaya ihtiyacımız var. O sokakta konuştuğumuz, videoda gördüğümüz, fotoğraflarına baktığımız insanların yüzlerini. Aynı milletten, dinden, görüşten olmadığımız ama bizimle aynı anda aynı patlamadan korkan, o an tesadüfen oradan geçtiği ya da görevi oradakilerin hayatını korumak olduğu için artık aramızda olmayan insanları.
Korku aynı korku, acı aynı acı, yas aynı yas. Bunlar ‘sizden’ ‘bizden’ bilmiyor.
Bir ses duyduğumuzda hep beraber “Gene patlattılar” dememiz, ‘normal’ bir tepki değil. Ne olduğunu bilemememiz normali. Havai fişek mi, tüp gaz mı diye merak etmemiz. Şehrin göbeğinin patlaması, alışılacak bir şey değil. Evlerimizde otururken twitter başında birbirimizi suçlamak da çözüm değil.