Türkiye tarihindeki darbeleri ya da karışık siyasi dönemleri, 6 - 7 Eylül gibi karanlık zamanları aklı erecek yaşta yaşayanlardan dinlerken, bir şey dikkatimi çekerdi. Söz döner dolaşır, bir cümleye gelirdi: “Sonra işte komşu komşuyu ihbar etmeye başladı”. Yani işlerin geldiği son nokta bu, o derece.
Anlardım ki en çok can yakan bu. Tutuklanmak, yargılanmak, işkenceler, sürgünler evet, ama komşunun komşuyu ihbar etmesi, başka bir çöküşün işaretiydi. Bu toplumun üzerine kurulu olduğu - en azından öyle olmasıyla övündüğümüz - ahbaplık gibi, arkadaşlık gibi, bir kahvenin 40 yıl hatırının olması gibi, komşuluk gibi işte en kestirmesinden komşuluk gibi, şeylerin hiçbir anlamı kalmadığını gösteriyordu.
Sen dün bakkalda selamlaştığın, tuzun bitince kapısını çaldığın, akşam bir manisi yoksa çekirdeğini alıp oturmaya gittiğin adamı gözünü kırpmadan polise teslim edebiliyordun. Ama işgüzarlıktan, ama korkudan, ama senin gibi düşünmediği için içten içe bilendiğinden, önemi yok. Önemli olan senin durumdan vazife çıkartman ve komşuluk hakkı diye bir şey varsa onu da hiçe sayman.
Zaman değişti, artık ne o komşular var, ne de komşuluk hakkı. Ama çok şükür muhbir vatandaşlar iş başında. O alanda değişen bir şey yok. Hatta öyle bir noktadayız ki, canımızı sıkanla, ne bileyim çöpünü vakitsiz çıkaranla, halıyı tepemize silkeleyenle, arabasını bizim yerimize park edenle hesabımızı “Bu adam darbeci” yaftasını yapıştırarak görebiliriz.
Herkesin cebinde bir takım listeler, birbirine göz dağı veriyor. Kanıta manıta da gerek yok, sen çamuru at, izi kalsın, sonra o kişi düşünür nasıl temizleyeceğini.
Sosyal medyada bir site binasının kapısına asılmış kağıt dolaşıyor, dudak uçuklatıcı. “Değerli komşularımız,” diyor, “Falanca dairede oturan Mustafa X, 17 Aralık’tan sonra Zaman gazetesinin kapatıldığı güne kadar ‘ihaneti bildiği halde’ (Burası kalın harflerle altı çizilerek yazılmış) bu gazeteyi almakla FETÖ terör örgütüne parasal destek sağlamıştır. Bu kişiyi sitemizde istemiyoruz. İlgilinin gereğini yapması ve tüm komşularımızın yöneticiye başvurması rica olunur.”
Daha neler! Nasıl tehlikeli bir gidiş bu. Bu ülkede yasal olarak yayımlanıp dağıtılmış bir gazeteyi alıp okuduğu için bir insanı evden atmayı denemek! Bunun için konu komşu toplaşıp yöneticiye şikayete gitmek! İlgilinin ‘gereğini’ yapması!
Sırada ne var? Kapılara kırmızı çarpı koymak? Eve dönerken tenhada kıstırmak? Falanca gazeteyi okudu diye birini evden atmanın yasal bir dayanağı olamayacağına göre kendi cezanı kendin vermek?
Acil olarak sakinleşip birbirimizle uğraşmaktan vazgeçmemiz şart. “Komşu komşunun külüne muhtaç”tan “komşu komşunun kurdudur”a geçmenin kimseye faydası yok.
Bizi müzik kurtarır
Sıkıntılı zamanlarda konserlerin - oyunların iptal edilmesini ne kadar yanlış bulduğumu defalarca yazmıştım. Sanatın her koşulda birleştiren, iyileştiren, güçlendiren bir etkisi var. Şu anda da en klişe tabirle ‘her zamankinden fazla’ buna ihtiyacımız var.
Sosyal medyadaki bilgi ve yorum bombardımanı tabii ki olacak ama kabul edelim, bir bağımlılık hakline geldi. Akıllı telefonlarımızla bütünleştik, gözümüz sürekli yeni felaket haberleri arıyor. Ruhumuzun arada bütün bunlardan kaçıp sakin bir yerlere sığınmaya, güç toplamaya ihtiyacı var.
Facebook’ta başlatılan ‘oyun’ çok tatlı ve faydalı bu yüzden.
Hani facebook size “Ne düşünüyorsun birader?” diye soruyor ya, ona “Ne düşüneceğim, dünyanın battığını düşünüyorum, bir de soruyor musun, densiz!” diyeceğimize şöyle yazıyoruz: “Depresif, sinir bozucu paylaşımlardan uzaklaşmak için facebooku müzikle dolduruyoruz. Bu paylaşımı beğenen kişilere bir harf vereceğim; bu harfle başlayan bir grup / sanatçı ya da bestecinin şarkısını bu açıklamayla birlikte paylaşalım”
Gayet basit ve yüksek katılımlı
bir oyun.
Böylece facebooku açtığımız anda üzerimize sadece öfke - umutsuzluk - kaygı yağmıyor, yeni yeni şarkılar dinliyoruz, unuttuklarımızı hatırlıyoruz, birbirimizin hangi müzikleri sevdiğini öğreniyoruz. Kafamızı kuma gömmüyoruz,
nefes almaya çalışıyoruz.