Orman yangını olur; “Çok şükür can kaybı yok” der, ağaçları, kuşları, sincapları, böcekleri yok sayarız. Denizleri lağım çukuruna çevirir, içinde yok olan yüzlerce türe değil, kendi boğazımızdan geçecek balığın azalmasını mesele ederiz.
Dünyayı bir devasa savaş meydanıymış gibi hor kullanır, kendimizle beraber başka canlıları da cehenneme mahkum ederiz, umrumuzda olmaz. İnsanlar ölürken hayvanların lafı mı olur, öyle değil mi?
Birisi de çıkar mesela, bombaların, kurşunların arasında hayatta kalmaya çalışan kedileri, köpekleri kurtarmaya çalışır, ona da destek değil köstek oluruz. Sur’dan, Cizre’den, Yüksekova’dan yaralı, sakat, çaresiz hayvanları toplayıp İstanbul’a getiren Kadıköy Belediyesi hayvan gönüllüsü Zuhal Arslan’ı televizyonda görüp çok etkilenmiştim daha önce. Bu hafta sonu Cumhuriyet’ten Hilal Köse’ye anlatmış hikayesini.
Defalarca pet nakil aracı göndermiş Zuhal Arslan çatışmalı bölgelere. Bacakları kopmuş, gözleri çıkmış, yaralı bereli, insanların savaşının ‘gazi’si kedi ve köpekleri toplatmış. Sosyal medyadan yardım çağrısında bulunmuş sonra. HAYTAP önayak olmuş, bazı klinikler bedava tedaviye talip olmuş, insanlar masrafları paylaşmak için seferber olmuş. Yurtdışından bile destekler gelmiş.
Peki belediyelerden, siyasi partilerden, bölgedeki yetkililerden? “Hayvanlara mama getirdik” diye gittiklerinde Yüksekova’daki komutanın tavrı tipik bir örnek aslında: “Asker için ne getirdiniz? Polisler için? Şehit aileleri için? Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?”
Alınabilen en iyi niyetli yanıt, “Şimdi insanlar ölüyor, çok büyük tepki alırız”. Ve tabii kalabalık bir “İnsanlar ölüyor, kedi köpek ölmüş çok mu, ne uğraşıyorsun?” korosu. Bu cümle de bir ‘duyarlılık’ adına kuruluyor. Yani insanların ölmesi karşısında o derece üzgün ve bu konuya karşı o derece duyarlılar ki, akılları almıyor; insan bu acılı anda nasıl kedi köpek düşünebilir?
Kardeşim, o hayvan kimseyle çatışmaya girmedi, o bölgede yaşananlarda hiçbir dahli yok. Orası onun da evi ve sen gelip yangın yerine çevirmişsin. Ne demek bırak ölsün? Hayvanları kurtarmak için canını dişine katan bu kimseler “Amaan, insan önemli değil, o ölsün” mü diyor? O da yaşasın, öteki de yaşasın. Yapabilen de insanlar için elinden
geleni yapsın.
Kimdir sana bu en üstün varlık payesini veren? Savaşı çıkaran sen, ölmesinde beis olmayan diğer canlılar. Ne ala. Bu gezegende hayatta kalmayı en çok hak eden canlı olduğuna inanmaya devam ettiği sürece sonu gelmeyecek insanın felaketinin.
Mazeretim var, hassasım ben
Her türlü kalkışmayı, şiddeti, linç girişimini haklı bir zemine oturtan bir sözcük var: Hassasiyet.
Örnek: Ramazan’da içki ve sigara içen insan görmek benim hassasiyetime dokunuyor, plakçı basabiliyor, sokakta adam dövebiliyorum. Elimde değil kışkırtmasınlar beni.
Yahut Fenerbahçe benim kutsalım, hassas noktam. Kimsenin ona laf etmesine dayanamıyorum, üzerine şaka yapılmasına bile tahammülüm yok, yapanı asabiliyorum, kesebiliyorum, yakıp yıkabiliyorum. En son Moda Kitap espri yapmaya kalkıştı, tehditlerimiz karşısında dükkanı kapatmak zorunda kaldı. Aksi halde biz kapatmasını bilirdik.
LGBT de ne? Hoşlanmıyorum, sokaklara çıkmalarını istemiyorum, buna izin vermiyorum, benim sokaklarım, hassasım. Bu sebeple gökkuşağına da karşıyım, Batman’da parka o renklerde direkler dikmişler, eşcinsel parkı mı demek istiyorlar? Hassasiyetime denk geldi, ateşe verdim hepsini. Bir daha yağmur yağarken güneş de çıkmaya kalkışmasın, gökyüzünü kurşunlatmasınlar adama. Ayrıca parka yazdım; “Lut kavmini unutmasınlar”.
Biraz tuhaf örnekler gibi geldi, değil mi? Hassasiyet sözcüğünü cümle içinde kullan deseler belki bunlar gelmezdi aklınıza. Ama hepsi bir bir yaşandı, bizim ülkemizde, son 15 - 20 gün içinde.
Hassasiyet bu anlama geliyor. Kendinize bir kutsal belirliyor, onu dokunulmaz ilan ediyor, kendi halinde yanınızdan geçen insanın ona dokunmaya kalktığına hükmediyor, saldırıya geçiyorsunuz. Mazeretinizvar, hassassınız.