Craft’ın yeni sezon oyunu “Waterproof”, 1966’da Galler’de yaşanan bir maden faciasından esinlenerek felaket, kayıp, yas gibi kavramlara odaklanıyor...
WATERPROOF /CRAFT
Yazan: Neil Anthony Docking
Çeviren: Bircan Çağlar, Özge Çalışkan
Yöneten: Çağ Çalışkur
Yardımcı yönetmen: Gonca Küçükardalı
Dekor tasarımı: Kerem Çetinel
Kostüm tasarımı: Efe Soykaraman
Ses tasarımı: Murat Yeşil
Afiş tasarımı: Bahadır Efe
Oynayanlar: Aslı İnandık, Bala Atabek, Başak Daşman, Hande Doğandemir, İdil Sivritepe
“Bu dünyada her kadın güzel görünmeyi ve güzel hissetmeyi hak eder. İster kariyer kadını olun ister işi başından aşkın bir anne. Yüzünüzde kaygıdan oluşan çizgileri sileceğiz ve cildinize taze, yeni doğmuş bir görünüm kazandıracağız. Hayata daha cesur bakalım. Revlon”.
Biraz daha uzun haliyle bu metin, Craft’ın yeni sezon oyunu “Waterproof”un tanıtım metninden. Oyunda da metnin orijinaline ismini veren Revlon kızının ağzından işitmekteyiz bu vaatleri. (İngiliz yazar ve besteci Neil Anthony Docking’in “Revlon Girl” adlı oyununu Craft “Waterproof” adıyla sahnelemekte.) Adını bile oyunun sonuna kadar öğrenemeyeceğimiz, hakkında hiçbir şey bilinmeyen Revlon Kızı, kalkmış ücra bir kasabaya gelmiş, oradaki kadınların yüzünde acıdan oluşan izleri silmek için.
İşi kolay değil, çünkü çok derin kazınmış izler bunlar. Bir süre önce büyük bir maden faciası yaşanmış bu kasabada ve 116 çocuk ölmüş. Neredeyse her eve düşmüş bir ateş var yani.
Acıyla baş etme yöntemleriÇocuklarını kaybetmiş anneler, düzenli olarak toplanıyorlar, konuşmak, susmak, ağlamak, öfkelenmek, sayıp sövmek, zaman zaman yarım yamalak da olsa gülmek için. Çünkü bilirsiniz, “hayat devam eder”, “ölenle ölünmez”. Ama bu cümleler kurulurken aslında ölmüş gibi yaşamanız beklenir çevreden. Artık gülmemeniz, süslenmemeniz, aynaya bakmamanız, kendinizi unutmanız beklenir. İşte bizim oyunumuzun dört annesi, acıyla baş etmekte farklı yöntemleri olan dört kadın, biraz olsun kendilerini hatırlamak için bu Revlon Kızı’ndan güzellik, bakım, makyaj tüyoları alacaklar bu akşam. Ama laf olmasın diye gizli kapaklı yapacaklar bu işi. Bu sırada tabii gene eski defterler açılacak, suçlular aranacak, zaten kabuk tutamayan yaralar deşilecek.
Neil Anthony Docking, 1966 yılında Galler’de yaşanan ve dünyanın en büyük maden kazalarından sayılan Aberfan Faciası’ndan esinlenerek yazmış bu oyunu. Hem dokunaklı hem de mizahi yönleri olan bir metin. Bu tür faciaların nasıl göstere göstere geldiğine, kimlerin buna göz yumup kimlerin sorumluluk almamaya ve örtbas etmeye çalıştığına dair de ufak tefek göndermeleri, ucundan köşesinden bir kapitalizm eleştirisi mevcut.
Buraya yakın durmuyorFakat birincisi tek perde ve iki saat sürüyor ve bu zaten seyircinin dikkatini ayakta tutmak için fazla uzun bir süre. İkincisi de birçok yönüyle fazla Galler’e ait duruyor. Ya da en azından buraya yakın durmuyor diyeyim. Karakterlerde de, bir maden faciası karısında takınılan tutumlarda da, böyle bir felaketten sonra o ülkede yaşananlarda da ortak yön bulmak biraz zor. Şart mıdır? Sanki bizde de birçok maden kazası, en tazesinden Soma varken bence biraz lazımdır.
Öte yandan tabii ki kayıp gibi, hele hele çocuk kaybı gibi son derece evrensel bir noktadan seyirciyle buluşması mümkün, onu da büyük ölçüde yapıyor zaten. Çağ Çalışkur’un rejisi her zamanki gibi yaratıcı, parlak. Oyundan çıktığınızda size koridorda bekleyen görüntü çok çarpıcı ve iç burkucu. Keşke metne biraz kıyabilseydi, çok geç ilişki kurabiliyoruz karakterlerle. Hatta öyle ki tam kurmaya başlamışken oyun bitiyor.
Kerem Çetinel’in dekor tasarımı çok başarılı, seyirciyi o kasabanın kasvetine tereddütsüz götürüyor.
Oyunculuklar için tek tek söylenecek pek çok iyi şey var. Aslı İnandık’ın çok farklı bir karakterde gayet sürprizli bir performans sergilediğini, Bala Atabek’in yüksek enerjisiyle oyunun temposunu yükselttiğini, Başak Daşman’ın yine sürprizli, sonuna kadar çözülmeyen karakterinde çok başarılı olduğunu, Hande Doğandemir’in bu ilk sahne deneyiminde gayet parlak bir sınav verdiğini söyleyebilirim. Revon Kızı’nı oynayan İdil Sivritepe de çok ışıltılı bir genç oyuncu, “Yen”den sonra bir kez daha onu izlemek bir keyif.