Evet, sosyal medya sayesinde neyin gerçek, neyin sanal olduğunu karıştırdık. Facebook, instagram, twitter, periscope, snapchat vs hesaplarımızla kendimize yeni bir dünya kurduk. Gün içinde evde, sokakta, işte yaşadığımızdan daha renkli, daha eğlenceli, daha anlamlı bir hayat bu, burası da doğru.
Oradan takip edenler gününe aktif bir şekilde ‘smoothie’sini içip ormanda koşusunu yaparak başlayan, üzerinde ismi yazan Starbucks kahvesiyle toplantıdan toplantıya uçan, akşam olunca etrafı insanlarla çevrili, masalarda kadeh tokuşturup partilerde coşan, mutlu bir insan görüyor. Arada çocuklara, kedilere, kuşlara sevgi göstermeyi, denize nazır kitabını okumayı, latin dansına gitmeyi falan da ihmal etmiyor, gün de 24 saat daha ne yapsın bu insan, insaf edin.
O sırada evde tek başına, battaniyeyi kafasına çekmiş depresyon geçiriyor olabilir, önemi yok. Popüler olan gerçektir, bitti.
Yeni bir şey söylemiş oldum mu? Hayır. Bu sanal alem gerçek hayat konusunda sanki söylenecek sözleri hep tüketmiş gibiyiz, bir teknoloji eleştirisine daha halimiz kalmamış gibi ama tam da öyle olmadığını Cem Uslu’nun yazıp yönettiği ‘Popüler Gerçek’ kanıtlıyor. Meğer hâlâ bu konuda tekrara düşüp sıkıcı olmadan anlatılacak hikayeler varmış.
Ekip Tiyatrosu - Tiyatro İstanbul işbirliğinin bir ürünü olarak sahnelenen oyun, Virtual Turkey marketing departmanında geçiyor. Evet, görüldüğü gibi tek bir kelimesi bile Türkçe olmayan ama hepimizin tereddütsüz anladığı bir yerde. Basket potasıdır, scooter’dır eksik olmayan, ferah, ‘muzip’, ‘yaratıcı’ bir ortam. Pardon, ‘kreatif’. Ve bu ortama uygun insanlar tabii... Küstahlıkla komiklik arasındaki çizgiyi asla tutturamayan Serhat, onunla girdiği söz düellosunda altta kalmayan Çiğdem, - ki bunlar 30’larının ortalarındalar - , bir de cep telefonundaki oyunla Şirin’leri avlamaya çalışan stajyer Lalin. Yan odada da soğuk ve işkolik yöneticileri Saadet var. Mesaiye kalmışlar çünkü sosyal medyada oynattıkları ‘Artırılmış Gerçeklik Oyunu’nun kazananı ödül olarak gelip ofiste 1 saat geçirecek. Biz oyunu ekranda dönen tanıtımdan biliyoruz: “İnanma gördüklerine, hayat parmaklarının ucunda! Gerçek sana az geliyorsa gerçekliği arttır! ”
Sürpizler silsilesini bozmamak için fazla detaya girmeyeceğim, ama oyunun kazananı olarak bekledikleri gibi 15 yaşlarında bir oğlan değil, 55’inde, sivri dilli ve hazır cevap bir beyefendi geliyor ofise; Zafer Bey. Ve niyetinin ne olduğunu tam anlamak mümkün değilse de hayırlı bir iş için gelmediği kesin.
O andan sonra, her açılan kartla merak ve gerilim dozu yükselen bir oyun başlıyor işte. Her yeni bilgi yeni bir sürprize neden oluyor, sahnedeki herkesin ayrı sırları, apayrı gerçeklikleri var. Bu sırada sosyal medyada da başka bir gerçeklik dalga dalga yayılmakta.
Sağlam bir olay örgüsüne sahip, zekice yazılmış, diyalogları su gibi akan ve çok da güldüren bir oyun, ‘Popüler Gerçek’. ‘Güldürürken düşündüren’ klişesine girmek istemiyorum, hatta aralara sıkışan mesajlar olmasa bence daha da keyifli olurmuş. Düşünecek olan zaten düşünür. Başta Kerem Atabeyoğlu ve Emel Çölgeçen olmak üzere, Cem Uslu, Almıla Uluer Atabeyoğlu, Nihal Usanmaz, son derece sade ve başarılı oyunculuklarıyla komedinin, gerilimin ve temponun her daim yüksek kalmasını sağlıyorlar.
Başak Özdoğan’ın sahne tasarımı bu çok eğlenceli ve modern görünen mekandaki samimiyetsizliği de hissettirmeyi başarıyor. Oyuna seyirciler daha baştan Lalin’in twitter hesabını takip ederek dahil oluyor ve perde arasında gidişatı değiştirecek bir ankete katılıp oy vermeleri isteniyor.
Olmasa bir şey eksilir miydi hayır, ama oyunun ‘gerçekliğini’ artırıyor mu? Evet. Dört başı mamur bir ‘Artırılmış Gerçeklik Oyunu’ izlememizi, çıkışta da ‘Benim popüler gerçeğim ne?’ sorusunu sormamızı sağlıyor mu? Kesinlikle!
Altıncı yılında hâlâ taze
Bazı oyunlar var, hiç bitmese, yıllar yılı devam etse iyi oluyor. Görmeyenler görsün, başta yaşı yetmeyip büyüyenler yakalasın, görenler de hafıza tazelesin diye. ‘Önce Bir Boşluk Oldu Kalp Gidince, Ama Şimdi İyi...’ bunlardan biri.
İlk olarak 2011’de sahnelenmiş, dudak uçuklatan performansıyla Esra Bezen Bilgin’e 2012’nin bütün oyunculuk ödüllerini kazandırmış bir oyun, bu. Öğrenilip tekrar edilmesi zaman isteyen ismini yedi yaşında kalp nakli ameliyatı geçiren bir çocuğun gazetecilere verdiği yanıttan alan, Britanyalı genç yazar Lucy Kirkwood’un metninden Seçil Honeywill’in Türkiye’ye uyarladığı oyun, yeni bir yaşam umudunu bavuluna koyup İstanbul’a gelen Ukraynalı Dijana’nın iki buçuk iPhone parası karşılığı satıldığı insan tacirlerinin elinde bütün hayallerini bir bir yitirmesini anlatıyor. Ve inanır mısınız, yine de iç karartmadan, bir de üstelik güldürerek.
Mehmet Ergen’in rejisiyle sahnelenen oyunda yükün büyüğü Esra Bezen Bilgin’in omuzlarında, Güliz Gençoğlu da bu yolculukta ona eşlik ediyor. Talimhane Tiyatrosu’nda izleyebilirsiniz, hatta mutlaka izleyin.