30’lu yaşlarının başlarında bir kadın. İyi bir işi, oturduğu lüks rezidanstaki kanal manzaralı dairenin yüzde 25’ini satın alabilecek depozitoyu biriktirmesini sağlayan bir geliri, düzgün bir hayatı var. Aşırılıkları olmayan türden, içe dönük, ‘korunaklı’ bir hayat. Pek hoş sohbet sayılmaz. Adını bilmiyoruz. Daire 12’de oturuyor. 12 diyelim ona.
Aynı yaşlarda bir adam. Kadının tersine neşeli, dışa dönük, kendince espriler yapan, arkadaş canlısı biri. İşle güçle fazla bir alakası yok, mirasyedi. 12 kadar büyük olmayan, üstelik otoparka bakan Daire 11’e taşınmakta. Ama dairenin yüzde 55’i onun. Ona da 11 diyebiliriz.
Karşılıklı iki dairede yaşayan bu iki yalnız insanın birbirleriyle ilgili bildikleri de aşağı yukarı bunlardan ibaret. Daireleri kaç metre kare, evleri nasıl döşenmiş, depozitoları nasıl ödemişler... Bir de paspasları var tabii, ‘kişiliklerini’ yansıtan. Sohbet etmeye gerek yok, Modrian tablosundan paspas yaptırdıysa bir kadın, sanatsever, ince ruhlu biri olduğunu tahmin edebiliriz mesela. En azından o bizim kendisini öyle görmemizi ister, bunu anlarız. Yetmez mi?
Bir de daire 10 var katta. Kimin nesidir bilen yok. Arada kulağa çalınan konuşmalardan ‘yabancı’ olduğu tahmin ediliyor. Ne girerken ne çıkarken gören olmamış, kapısının önünde bir paspası bile yok. Tek yaşam belirtisi, kapıya bıraktığı dev çöp torbaları. 11 ile 12’nin bir numaralı iletişim konusu da bu torbalarla mücadele. Her yolu deniyorlar, insan gibi kapısını çalıp kapıya çöp koymamasını ica etmek dışında. Giderek bu görünmez komşu hakkında hikâyeler uydurup ona bir hayat hikayesi yazmaya dönüşen, eğlenceli başlayıp gerilimli devam eden bir uğraş. Tabii bu sırada kapının öbür tarafında neler olup bittiğini bilmiyoruz, orada da beklenmedik sürprizler hazırlanıyor olabilir.
Huzur kapının arkasında
Kanadalı yazar Jason Hall’un ‘10 11 12’si, Craft Tiyatro’da Çağ Çalışkur’un çevirisi, İpek Bilgin’in rejisiyle sahneleniyor. Tamamı bir apartman koridorunda geçen, müthiş tempolu, hareketli, sürprizli bir oyun. Hani şu meşhur atasözü vardır ya; “Ev alma, komşu al” diye, işte ana fikri onunla da özetlenebilir. Sen istediğin kadar kanal manzaralı lüks dairenle övün, burada oturabilmenin muhteşem bir ‘statü sembolü’ olduğuna inan, hayattaki en büyük rüyan gerçekleşti farz et, oradaki huzurun dört duvarından çok karşı kapının arkasındaki insana bağlı olabilir.
Gelelim oyunun en büyük kozuna. Usta oyuncu ve yönetmen İpek Bilgin, aynı zamanda oyuncu koçu ve onun bu çok yönlü sahne yeteneği iki parlak oyuncuyla birleşince ortaya ayakları yere çok sağlam basan bir komedi çıkıyor.
Kahkaha ile gerilim arasında tempoyu bir an düşürmeyen Ezgi Mola ile Enis Arıkan, 15 senelik arkadaşlıklarını sahneye taşıyarak son derece isabetli bir iş yapmışlar. Aralarındaki uyum, bu iki uyumsuz komşuyu seyrine doyum olmayan bir ikiliye dönüştürüyor. Hani ikili maceraları sürüp gitsin, siz de izleyin istiyorsunuz.
Öte yandan, gülmekten fırsat bulduğunuzda çağımızın bir dolu meselesini de tartışırken buluyorsunuz kendinizi. Bu kadar yalnız olmak şehir insanının kaderi mi, güzel bir ev ve tatminkar bir gelir mutlu bir hayatın garantisi midir, dışarıdan nasıl göründüğümüz mü önemlidir, gerçekte nasıl biri olduğumuz mu, ya da zaten hangisi ‘gerçek’tir? Yanı başımızda nefes alıp verdiği halde hakkında hiçbir şey bilmediğimiz insana biçtiğimiz hayat aslında bizimle ilgili ipuçları veriyor olabilir mi? Ya da kapıya koyduğumuz paspas?
Kozalarda boğulmamak için
Yıl biterken, ‘Mutlaka izlenmesi gereken 10 oyun’ anketleri sardı ortalığı. Bu listelerin hepsine hakkıyla giren bir oyun var. Öncelikle tiyatro kurmak gibi bir cengaverliğe soyunduğu için kutlanması gereken Demet Evgar’ın topluluğu Pangar’ın, kadınların gücünden doğduğu için daha da çok sevdiğim oyunu ‘Kozalar’. Adalet Ağaoğlu’nun 1971’de yazdığı oyunu, Türk tiyatrosunun büyük değeri Ayşenil Şamlıoğlu grotesk bir üslupla sahneye taşımış. Demet Evgar, Binnur Kaya, Esra Dermancıoğlu gibi üç şahane oyuncu var sahnede.
Sırf bu saydığım isimler merak edip gitmek için yeterli. Bir de soğuk savaş sonrası dünyanın halini anlatmak için 45 sene önce yazılmış metnin bugünün dünyasına cuk oturması, o “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın”cı üç kadının kendilerini güvende sandıkları yuvalarında ördükleri kozaların içinde boğulup gitmesi var ki, bu kadar mı yalın anlatılır?
‘Kozalar’, Zorlu’da sergileniyor, gözünüz üstünde olsun.