Bir yerlerde bir kriz olur, dünyanın başka köşelerinde ama. Bize bir şey olmaz, tonla paramız var bankada. İnsanlar teknelere doluşup batarlar, bebekler karaya vurur, bize bir şey olmaz, biz Avrupalıyız. Dünyanın başka köşelerini vurur savaş, terör, açlık, kıtlık. Üzülürüz tabii, acırız, ‘empati’ yaparız ama bize ne olabilir ki? Biz Batılıyız.
Oyunumuzun kahramanı Dana da bu kanaatte. Genç ve alımlı bir kadın, parlak bir kariyere sahip bir müşteri ilişkileri temsilcisi. Parası pulu, güzel bir hayatı, barda beğendiği bir adamla tanışıp bir gece geçirecek özgüveni var. Birleşmiş Milletler’de çalışan o adam iblisin ta kendisi çıkıp ruhuna bedel biçmeye kalkıştığında onu sevgiyle iyileştireceğine inanacak kadar emin kendinden.
Gelgelelim, borçlu kalmaktan nefret eden şeytanla birlikte hayatına bir felaketler silsilesi giriyor. Hamile kız kardeşiyle beraber Dana’nın yeni bir işe kabul edildiği İskenderiye’ye doğru çıktıkları yolculuk, bütün Avrupa’yı vuran ekonomik kriz nedeniyle bir karabasana dönüşüyor.
“Avrupalıyız biz. Yarın konsolosluğa gidip olup biteni anlatırız. Böyle şeyler olur, hayat bu, hep olur böyle aksilikler. Ama kimse bir anda bütün parasını kaybetmez, hallederler bir şekilde” gibi konuşmalar hiçbir şeyi halledemedikçe, şeytanla ilgili bilgi edinmek için başvurduğu kütüphaneciden daha hayati başka kitap önerileri gelmeye başlıyor Dana’ya: ‘Yeni Başlayanlar İçin Parasız Yaşama Kılavuzu’, ‘Küresel Ekonomik Krizler Sırasında Nasıl Hayatta Kalırsınız?’, ‘Tüm Bankalar Kapatılmışken Açık Bir Banka Nasıl Bulursunuz?’lar giderek yerini ‘Nefes Almadan Nasıl Uyursunuz?’lara, ‘Kardeşiniz Ölürken Nasıl Sakin Kalırsınız?’lara bırakıyor yerini.
O çok güvendiğin ‘medeni hayat’, seni kurtaracağından emin oldukları konsolosluk, yüksek limitli kredi kartların, tonla paranın yattığı banka çatır çatır çökerken nasıl hayatta kalırsın? Artık soru bu.
Geçen sene İskoç yazar Zinnie Harris’in ‘Kış Dönümü’yle seyirciyi 10 yıllık bir savaşın tüm yaşam belirtilerini yok ettiği bir dünyaya götüren DOT, bu kez aynı yazarın ‘Nefesinizi Nasıl Tutarsınız?’ ile kurduğu distopyayı getiriyor sahneye. Erdem Avşar’ın çevirisiyle.
Yönetmen Murat Daltaban’ın rejisi, yine kuvvetli bir görsellikle o ilk andan tekinsiz dünyanın giderek karanlık sulara gömülüşünü seyircinin iliklerine kadar hissetmesini sağlıyor. Seyirci olarak siz de nefesinizi tutmayı öğreniyorsunuz desek yeri.
Şeytan rolündeki Daltaban’ın yıllar sonra yeniden sahneye çıkmasını sağlayan oyunun sağlam bir oyuncu kadrosu var: Alaycı kütüphanecide Köksal Engür’ü izlemek bir zevk. Pınar Töre ile Esra Ruşan Dana ve Jasmine’de iki kız kardeş olarak son derece uyumlular, hatta ikili sahneleri oyunun en keyifle takip edilen bölümleri. Esin Alpogan, İdil Arkut, Mehmetcan Mincinozlu ve Rami Çakır’ın da rol aldığı oyunun ses ve müzik tasarımı ise Oğuz Kaplangı’ya, ışık tasarımı Cem Yılmazer’e ait.
Evet zaman zaman acı acı güldüren bir kara komedi karşımızdaki ama işin aslı, karanlığı daha ağır basıyor. Hele de oyunda roller ters yüz olup “Sınırlar kapalı. Bir tarafta İstanbul, diğer tarafta İskenderiye. İkisi de geçişleri kapattı. Herkes Avrupa’dan kaçmaya çalışıyor.” gibi cümleler duyduğunda, yazarın “Bu herkesin başına gelebilir” diye verdiği örnekte aslında kaçılmaya çalışılan yerde durduğunu hatırladığında daha da acı oluyor.
Hâlâ dünya denen gemi batarsa kendisinin su yüzünde kalacağına inanan varsa, bu ümide son vermek için birebir, ‘Nefesinizi Nasıl Tutarsınız?’ Hatırlatıyor ki, hepimiz aynı yerkürede yaşadığımıza göre, çıkış da batış da herkes için, hep beraber.
Teröre karşı bedava tiyatro
“Ülkenin başına gelen elim olaylar nedeniyle” yapılan etkinlik iptalleri doğal olarak arttı gene. İnsanların keyfi yok evet, belki çekiniyorlar, korkuyorlar, utanıyorlar oyuna, konsere, operaya, baleye gitmeye. Ama ruh sağlığımızı korumanın da en önemli yolu bunlar bir yandan. O yüzden Espri Standartları Endüstrisi Kurumu (E.S.E.K.) adına Uğur Uludağ’ın çağrısını paylaşıyorum: “Teröre en güzel yanıt, normal yaşantınızı daha üst seviyeye taşımaktır! Bugüne kadar gitmediğiniz baleye gitmektir. O sıkıldığınız operayı sıkıla sıkıla inadına izlemektir. Operet ne öğrenmektir. Sergiye gidip bir tablonun, bir heykelin önünde zamana değer katmak - zamanı ‘değer’lendirmektir. Senede bir kere gittiğiniz tiyatroya her hafta gitmektir. Sevgilinize cep telefonunun bir üst modelini değil bir şiir kitabı hediye etmektir. Hadi herkes bir ucundan tutsun, o eski güzel günlere geri dönelim. Ben kendi adıma, sahibi olduğum tiyatro ekibi adına, 10 Ocak’ta oynayacağımız oyunumuza herkesi davet ediyorum. İsteyen tiyatrobiletim.com’dan bilet alsın, masraflarımızda destek olsun. Bilet almak istemeyen davetlimdir, maksat tiyatro olsun. posta@esekart.com adresine ‘davetiyemi istiyorum şu kadar kişi gelcez’ yazan bir e-posta atmanız yeterli.”
Oyunun adı ‘Bu Oyuna Gelecek 100.000 Kişi Bulabilirim’, yazan-yöneten Uğur Uludağ.