Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Çocukken hatırlıyorum, gazetelerde en çok ‘Babasının silahıyla oynarken yanlışlıkla arkadaşını-kardeşini vurdu’ haberleri dikkatimi çekerdi. Aklım almazdı, silahla nasıl oynanır, karşındakini yanlışlıkla öldürmene neden olacak nasıl bir şakalaşma olabilir...
Büyüklerden duyduğum ‘Şeytan doldurur’ lafından çok ürkerdim. Boş diye güvenemezdin, öyle bir şeydi silah.

Bir detay daha vardı bu haberlerde; baba genellikle polis ya da emeklisi olurdu. Çünkü silah öyle her evde peynir ekmekle birlikte bulabileceğin bir şey değildi. ‘Beylik tabanca’ diye anılırdı ve polis evlerinde olurdu. Bulunduğu eve felaket getirmesi de bir anlık boş bulunmana ya da tepenin atmasına bakardı. Ne kadar az kişide olsa o
kadar iyiydi.

Yıllar içinde, hep yanlış yöne doğru ‘gelişen’ cennet vatanımızda tabanca da daha kolay ulaşılabilir hale geldi. Sırf el altında silah bulunuyor diye ölümle biten komşu kavgaları, karı koca çekişmeleri, trafik itişmeleri, intiharlar gördüm, duydum, okudum. Kaç maç sonrası kaç çocuk havaya sıkılan ‘kaza kurşunu’yla öldü.

Şimdi Rize Valisi Erdoğan Bektaş, Manisa’da iki yılda verdiği silah ruhsatının beş katını Rize’de üç ayda verdiğini açıklıyor. Bundan daha tehlikeli bir şey olabilir mi? Zaten kendisi bile rahatsız durumdan. Ama nedense Rize’de yıllardır silah ruhsatı verilmediği için talepleri karşılamaları gerektiğine karar vermişler. Ve demişler ki, “Köylere Hizmet Götürme Birliği’ne 20 bin lira bağış yapın, ruhsatınızı alın.”

Ve sürpriz! Yaşam standardının en yüksek olduğu ilimiz Rize’ymiş meğer. Memurların bile silah ruhsatı için verecek bir 20 bin lirası varmış. ‘Kefen parası’nın yerini ‘silah parası’ almış.

Haberin Devamı

Vali son derece şaşkın. ‘İstediğimiz parayı insanlar gözünü kırpmadan veriyor’ diyor: “Şahsen ben vermem. Silahın gündemimizden çıkması lazım. Niye belimde 2 kiloluk ağırlıkla gezeyim? İnsanlar birbirine güvenmeyi ne zaman öğrenecek? Silah taşımakla kim ne kar etti?”

Güzel soru da, geç değil mi biraz? Onun izinden başka iller de gidecektir eminim. Sonuç: Ruhsat bağışlarıyla kalkınan yardımlaşma dernekleri, ülkede her gün biraz daha azalan huzur.

Haberin Devamı

Yine zabıta zulmü

Belediye zabıtalarının zulmü arttı gene. Yakaladıkları seyyar satıcıyı öldüresiye dayak atmadan bırakmıyorlar. Kinin, öfkenin böylesini anlamak mümkün değil. Nisan ayında beş çocuğuna bakmak için köprü trafiğinde su satan Hasan Kaya zabıtadan kaçarken metrobüs altında can verdiğinde de aynı şeyi yazmıştım: İşsizlik almış yürümüş, insanlar aç, sokaklarda yatıp kalkıyor ve seyyar satıcılar bu ülkenin gerçeği. Asla da karşılaştığımız en ağır suç değil, işledikleri. Hayatta kalmaya çalışıyorlar, hepsi bu.
Ha, herkesin istediği malı istediği yerde satmasına göz yumunuz demiyorum, elbette. Zabıtanın görevi denetlemek, tamam. Ama sopalarla kafa göz yararak saldırmak nasıl yetkileri dahilinde olabilir?

Geçen hafta Balat sahilinde tatlı sattığı aracını vermek istemeyen Ali Kıtmir’in yediği dayağı cep telefonu kaydından izledik, hep beraber. Bir adamı kaç kişi insafsızca dövüyordu.

Üstelik sonrasında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın Tatlıca Ali’yi arayıp özür dilediğini, “Nasıl bir davranıştır, anlaşılır gibi değil” dediğini, gerekeni yapacağını söylediğini de izledik.

Ama zabıtalar izlememiş olacak ki, dün de Kadıköy’de bir seyyar pilavcının yediği dayak düştü sosyal medyaya. Dört zabıta bir adama kafa göz yararak girişmiş gene. Ayırmaya çalışanları da itip kakarak.

Kadıköy Belediyesi Twitter hesabından, “Kadıköy’de bir pazar yerinde yaşanan olayla ilgili hukuki soruşturma başlatılmıştır. Hiçbir şekilde kötü muamele ve şiddeti kabul edemeyiz” diye açıklama yaptı bu kez de.

Belli ki zabıta memurlarına orantısız yetki verilmiş, her cep telefonu sahibi bir kameraman olup sosyal medya yoluyla başlarına iş açana kadar da gönüllerince kullanmışlar. Hiç değilse artık kırılan kollar yen içinde kalmıyor. Darısı hiç kırılmayacakları günlere...