DERDİMİ MEZARA DÖKTÜM

1 Ocak 2016

Diyelim ki içinden çıkamadığınız bir sorununuz var, bir türlü çare bulamıyorsunuz. Hangi yolu seçeceğinize karar vermek için ne yaparsınız?

Ya da sizi çok öfkelendiren bir şey öğrendiniz, dost bildiğiniz birinin aslında düşmanınız olduğunu, kuyunuzu kazdığını ya da ne bileyim sizi aldattığını.

Sizden saklanmış önemli bir sır da olabilir öğrendiğiniz, babanız zannettiğiniz kişi babanız değilmiş meğer mesela.

Gerçek hayatta ne sıklıkta olur bu bilemiyorum ama yerli dizilerde üç kişiden birinin babası aslında babası değil. Ve iyi ki dizilerimiz DNA testini keşfetti yoksa olaylar nasıl gelişecekti bilemiyorum. Artık mahalle aralarında, sıradan ev kadınlarının bile kapı gibi birer DNA raporu var çok şükür.

Deminki sorularıma gelince, eğer cevap olarak güvendiğiniz bir arkadaşınıza, dostunuza, aile büyüğünüze gidip dertleşme, danışma, içini dökme gibi seçeneklerden birini seçtiyseniz yanlış yoldasınız, söyleyeyim.

Sırlar açığa çıkıyor

Bu dizilerdeki karakterler de sizin benim gibi insan olduğuna göre, bu toprakların insanları her türlü derdini mezara anlatıyor. Babana mı kızdın, git annenin mezarına şikayet et. Kardeşin mi attırdı tepeni, çare gene mezarlıkta. Oraya

Yazının Devamı

Mahkemeden homofobiye tokat

31 Aralık 2015

1977 yılında Trabzon’un Of ilçesinde başlıyor Halil İbrahim Dinçdağ’ın hikâyesi. Dört kardeşler. Babaları çay fabrikasında bekçi. Çocukluktan beri gönlü futbolda. Fakat geçirdiği
sakatlık sırasında hakemliği keşfediyor. Asıl istediğinin bu olduğuna karar verip 1995’te hakem oluyor.

14 yıl büyük bir aşkla sürdürüyor mesleğini. 2009 yılında eşcinsel olduğu için askerlik yapamayacağına dair GATA’dan aldığı raporu Türkiye Futbol Federasyonu’na verene kadar.

Sonrası birbirini izleyen haksızlıklar silsilesi. İşinden oluyor Dinçdağ. Federasyon, eşcinselliği “Sağlık sorunu nedeniyle askerlik yapamayanlar hakemlik de yapamaz” maddesi kapsamında değerlendirip meslekten men ediyor genç adamı. “Hastasın sen, bu işi yapamazsın” diyor özetle.

Tam hukuki yollarla hakkını ararken bu sefer bir federasyon yetkilisi tarafından basına sızdırılıyor durumu. “Eşcinsel hakemin düdük mücadelesi” haberleri önce isimsiz yayımlanıyor. Arkasından Fatih Altaylı sözde adını gizli tutarak, iyi niyetle bakarsak, Trabzon’da başka H.İ.D. baş harfli hakem olmadığını hesap etmeyerek deşifre ediyor kimliğini.

Böylece Trabzonlu Dinçdağ ailesi; Halil İbrahim’in ‘hayat kaynağım’ dediği annesi, kardeşleri,

Yazının Devamı

YEMEK VE MUTLULUK

29 Aralık 2015

Pişmekte olan yemeğin kokusu kadar insanın içini ısıtan ve onu bir dolu anı arasında dolaştıran pek az şey var. İşin aslı kokular ve tatlar kadar kuvvetli bir yardımcısı yok, hafızamızın. Düşünüp de hatırlayamadığınız pek çok anıyı bir koku çağırıverir ya çoğu zaman. Zorlu PSM drama salonunu mesela, çocukluğunuzun geçtiği eve dönüştürebilir bir anda. Çünkü içeri girdiğinizde sahnede mis gibi kokan bir domates sosu pişmektedir.

Yemek pişirmenin ve yemenin hikayelerimizi nasıl belirlediğini, bir de üstelik başlı başına bir ‘performans’ olduğunu keşfeden Quebecli topluluk ‘Les 7 Doigts de la Main’in (Elin yedi parmağı), ‘Mutfak ve İtiraflar’ adlı gösterisi, doğrudan harikalar diyarı gibi bir mutfağa sokuyor izleyiciyi.

İKSV’nin İstanbul’a getirdiği gösteride, hepsi farklı ülkelerden ve disiplinlerden gelen sekiz dansçı akrobat aşçı, bir yandan yemek pişirip bir yandan insan bedeninin girebileceğinden haberdar olmadığımız şekillere girip nefesimizi keserek hikayelerini anlatıyorlar.

Hiçbir illüzyon yok

Evet, inanılmaz yetenekliler, koreografi baş döndürücü ama olayın sırrı tam da orada değil. Hayatımızda tanık olabileceğimiz en samimi sirk gösterisi bu, çünkü her biri mikrofonu alıp kendi

Yazının Devamı

Kimin çocuğu diye sorulmaz

28 Aralık 2015

Lisede bir öğretmenim oldu; sadece öğretmen değil hayatta nasıl bir insan olmak istediğime dair de rehberim. Pek çok cümlesi kalmıştır aklımda ama en çok etkilendiklerimden biri, “Çocuk çocuktur, kimin çocuğu olduğunun önemi yoktur” idi. “Bir gün kimin çocuğuna kimin bakacağı belli olmaz” derdi.

Aslında ne kadar sıradan görünen bir cümle değil mi? “Elbette öyle, ne fevkaladelik
var ki bunda?” dediniz belki okurken.

Çocuk çünkü, sahiden üzerinde herkesin hemfikir olacağı tek konu belki.

Çocuğa düşman olunmaz. Yetişkinin görevidir çocuğu koruyup kollamak, kimin olduğuna bakmadan.

Hayvanlar aleminde öyle biliyorsunuz. O facebook’unuzda bayıla bayıla paylaştığınız videoları hatırlayın. Aslan maymun yavrusunu emziriyor diye kendimizden geçiyoruz hani. Belki annesini görse karşısında, parçalayacak, mümkün. Ama yavruya kıyamıyor, bir de kol kanat geriyor üstüne. Civcivi koynuna alıp yatan kediyi yılın annesi ilan ediyoruz sonra. “Ben kediyim, bu kanatlı canlı benim düşmanım, öldürüp yemem lazım” demiyor. Onlar içgüdüleriyle biliyorlar, çocuktan düşman olmayacağını. Biz ‘çok bilmiş’ hallerimizle habersiziz.

Haluk Bilginer bir liste koydu twitter’ına üç gün önce. Temmuz ay

Yazının Devamı

BİR DOSTLUK HİKAYESİ

25 Aralık 2015

‘Ertuğrul 1890’, nihayet gösterimde bugün. Haftalardır AKM’nin üzerini tamamen kaplamak suretiyle Taksim’e nazır geri sayım yapıyordu, görmemiş olamazsınız. Filmin Türkiye tarafındaki yapımcılığını üstlenen TC Kültür ve Turizm Bakanlığı tanıtımı için de hiçbir fedakârlıktan kaçınmıyor tabii.

Güzel bir dostluk hikayesi üzerine kurulu film. 1890 yılında II. Abdülhamit’in hediyelerini Japonya İmparatoru Komeii’ye iletmek üzere yola çıkan Ertuğrul Fırkateyni geri dönemiyor. 650’ye yakın mürettebatıyla Koshimoto kayalıklarında parçalanıyor. Aralarından 69 kişi, Oshima adlı yoksul balıkçı köyünün halkı tarafından kurtarılıp aylarca bakılıyor, iyileştiriliyorlar. Film de bunu anlatıyor işte.

Sularında sık sık deniz kazası olduğu için adeta profesyonel birer hastabakıcıya dönüşmüş o köylülerin doktorun (Seiyo Uchino) talimatlarını harfiyen uygulayıp nasıl yaralıların canını kurtardığını... Ölen denizcileri çıkarıp dünyanın öbür ucunda da olsa bir mezarları olsun diye nasıl usulünce gömdüklerini... Ve bu sırada Kenan Ece’nin oynadığı Yüzbaşı Mustafa ile nişanlısı yine bir deniz kazasından yaralıları kurtarırken öldüğünden beri konuşmayan Haru (Shioli Kutsuna) arasındaki sessiz -

Yazının Devamı

UNUNU ELEMİŞ, ELEĞİNİ ASMAMIŞ

22 Aralık 2015

Nadide 50’li yaşlarında bir kadın. Üniversitede su ürünleri bölümünde okuyan parlak bir öğrenciyken aşık olup evlenmiş. Kocası “Yavrularımızı anneannelerin babaannelerin değil, senin büyütmeni istiyorum” gibi ‘romantik’ bir teklifle geldiği için okulu bırakıp kendisini yuvasına adamış.

Kızını, oğlunu büyütmüş, tam sıra beş yaşındaki torununa gelmişken kocası ölüveriyor pat diye. Sudan çıkmış balığa dönüyor Nadide. Aslında sık sık rüyalarına giren su kaplumbağasına demek daha doğru. Ailesinin ona biçtiği tek bir rol var: Annelik. Görünüşte onu pek düşünen kızı istiyor ki annesi gelsin onlarla yaşasın, torununu büyütsün. Torunu istiyor ki anneannesi ona köfte yapsın. Başka da bir şey bekleyen yok Nadide’den. “Ununu elemiş, eleğini asmış” diye atasözümüz var neticede.

30 yıl sonra okul sıralarında

Ama Nadide’nin hayattan beklentileri var işte. Ömrünün 30 yılını başkaları için yaşamış, geriye kaç günü - ayı - yılı kaldıysa onu artık kendisi için kullanmak istiyor. Gözünü karartıp afla
üniversiteye dönüyor ve kendisini 30 yıl sonra yeniden okul sıralarında buluyor. Bir hafta içinde de Caretta Caretta’ları inceleyen araştırma gemisiyle Ege sularında... Ne kendisiyle dalga

Yazının Devamı

Spekülatif hava kirliliği

21 Aralık 2015

Şu ara özellikle İstanbul’da oturan arkadaşlarımdan en sık duyduğum soru; “Sizin tarafta da hava bu kadar kirli mi?” Kadıköy’deki Şişli’dekine, Taksim’deki Bakırköy’dekine sorup duruyor... Ve evet, her tarafta durum aynı. Nefes alınmıyor, genziniz yanıyor, boğazınız tıkanıyor sokağa çıkınca. Her zamanki gibi değil vaziyet ki, insanlar fark ediyor.

Nitekim geçen hafta Milliyet’te Mert İnan’ın haberi yayınlandı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde bulunan Hava Kalitesi İzleme’nin yaptığı ölçümler, İstanbul’daki ‘partikül madde 10’ (PM10) değerlerinin olması gerekeni fersah fersah aştığını gösteriyordu. Uzmanlar diyor ki, “Günlük ortalama 50 mikrogram / metreküp oranını aşmamalı”, Esenyurt’ta bu oran 284, Kadıköy’de 247, Yenibosna’da 201...

Neden artıyor partikül kirliliği? En çok ‘büyüme göstergesi’ sandığımız inşaatlar yüzünden. Sonuçları arasında da akciğer kanserinden kalp damar hastalıklarına, felç riskine kadar türlü çeşit bela var.

Bu arada NASA da bir dünya hava kirliliği haritası yayınladı ve İstanbul’da azot dioksit oranının 10 yılda yüzde 50 arttığını bildirdi.

Üstelik buna bile gerek var mıydı, zaten kendimiz bizzat soluyup görüyoruz durumu. Zaten aksi

Yazının Devamı

BU KEZ SAHİDEN ÇIKTI

18 Aralık 2015

2014 yılının nisan ayıymış, ben Türkan Şoray’ın evine gitmişim röportaj için. Milliyet Sanat dergisinde çıkan yazım “Yıllardır duyarız, ‘Türkan Şoray albüm çıkarıyor’ diye ya, şimdi sahiden çıkarıyor” diye başlıyor. Piyasayı da bilmiyor değilim az buçuk ama demek çok inanmışım o sırada. Aradan iki yıla yakın süre geçeceğini tahmin edememişim ama yalan da sayılmaz, işte şimdi gerçekten çıktı.

‘Türkan Şoray Söylüyor’, DMC’den çıkan albümün adı. “Şarkıcılık iddiam yok, beni sevenlere bir de sesim hatıra kalsın istedim” demişti, kapağın içine de yazmış aynı şeyi. “Benden bir hatıra” demiş.

Bizde hatırası çoktur kendisinin, hatırı da dolayısıyla... Onun için bu albümü eleştirecek değilim. Yıllar yılı filmlerinde en çok Belkıs Özener’in, Handan Kara’nın sesiyle şarkılar söylemişti. Belki onlardan bazılarını duymak isterdim bir de kendi sesinden. Bir ‘Sevemedim Karagözlüm’ü mesela, ama belki de onların da öyle kalması güzel.

Türkan Şoray, kendi sevdiği şarkıları söylemek istemiş albümde. Gençliğinden beri kendisini etkileyenleri... Açılış parçası, Ayten Alpman’dan dinlediğimiz ‘Tek Başına’ mesela. Yıllar önce Levent’teki evinde kendini yalnız hissettiğinde onu dinler dinler,

Yazının Devamı