Yıl 1976. Füsun ile Hüseyin -ki kendileri benim sevgili teyzem ve eniştem olurlar- evlenmeye karar veriyorlar. Davetiyelerinin üzerinde 18 Ağustos, 16:00, Fuar Evlendirme Dairesi yazıyor. Hüseyin o zaman gencecik delikanlı, bir gazete dağıtım kurumunun Ege Bölge Müfettişi olarak çalışıyor. İstanbul’da genel müdürlükte işe alırlarken sana gıcır gıcır, 76 model araba vereceğiz diyorlar ve altına bir Murat 124 çekiyorlar. Her şey güzel.
Hüseyin İzmir’de düğünden bir hafta on gün öncesinden gidiyor damatlık siparişini veriyor, terzi dikmeye başlıyor. O da tamam. Gelinlik zaten kızın işi, annesi yani anneannem dört dönüyor. Derken Hüseyin’i 15 Ağustos’ta İstanbul’a toplantıya çağırıyorlar. Atlıyor gidiyor. Ne olacak? Toplantı 15’i, ertesi gün atla Murat 124’üne, akşamına gerisin geriye İzmir’desin. Önce her şey plana uygun gidiyor, fakat gel gör ki Hüseyin Keşan’a geldiğinde benzini bitiyor. Zar zor arabayı bir benzinliğe çekiyor, fakat benzincide bir damla benzin yok. Sadece orada değil, başka hiçbir yerde yok. O zamanlar Türkiye’de öyle canın istedi mi bir yere gidemezsin, benzin bulmak kolay iş değil. Benzinliğin üstünde pansiyonu var, genç müfettiş bir de oda tutuyor. Bütün gün sokakta oturacak değil ya. İstanbul’a, yolda kaldım benzin lazım diye haber gönderiyor. Genel müdürlük imdadına yetişiyor, bir kamyonete benzin veriyorlar, al bunu Keşan’a götür, Hüseyin seni orada benzinlikte bekliyor diyorlar.
Yanlış adama benzin
Kamyonet geliyor gelmesine, benzini de getiriyor getirmesine de şoför benzinliğe girip orada dikilen bir adama benzini bekleyen sen misin diye sorunca koca bidonu tanımadıkları birine kaptırıyorlar. Adam haklı, benzin bulmuş, almayacak mı? Belki o da karısının doğumuna yetişecek. Hüseyin kalıyor gene orada. Arıyor genel müdürlüğü. Diyor ki aman gözünüzü seveyim, ben yarın evleniyorum, benim muhakkak İzmir’e gitmem lazım. Üstelik damatlık provama da gidemedim, o da yarım kaldı. Bu sefer patron kendi hususi şoförüyle bir bidon göndereceğini, ama ancak 18’i sabahı elinde olabileceğini söylüyor. Şoföre tembih üstüne tembih, aman ha benzini Hüseyin’e verdiğine emin ol.
18’i sabahı saat tam dokuzda benzin geliyor, damat basıyor gaza. Çanakkale’yi geçtikten az sonra benzin gene bitiyor gerçi ama artık Aliağa’ya yakın, gönlü rahat, dolduruyor deposunu, ver elini İzmir. Saat 14 gibi İzmir’e giriyor. Doğruca terziye. Alelacele bir prova daha yapıyorlar, terzi sen git, bir saat sonra gel, damatlığını giy git diyor. Öyle de oluyor. Zavallı Hüseyin kan ter içinde kendi nikahına ucu ucuna yetişiyor. Bu arada gelinin şahidi benim babam. O da Sinop’ta görevli. Aynı şekilde benzinsizlikten nikaha gelemiyor, son anda başka şahit buluyorlar.
Bağımsız basına petrol muhalefeti
1976’da vatandaş bu durumda, istediği yere gönlünce gidemiyor. Peki arabaya koyacak kadar bile benzin olmadığına göre basın nasıl dağıtıyor gazeteleri? Anlatılana göre devlet gazetelere benzin veriyor. En azından öncelik veriyor. Bu durumda gelsin de basın zamanın hükümetine kafa tutsun. Nasıl olacak o iş? Bir eleştirir, iki eleştirir, üçüncüsünde o hükümet o gazetelerin dağıtılması işine taş koymaz mı? Eh, nasıl olsun da yalnız ve güzel ülkenin basını bağımsız olsun?
Şimdi konu benzin değil de, başka enerji maddeleri, yahut başka türlü, benim gibi basit halkın anlamayacağı ekonomik manevralar. Şahsen bağımsız basın olmalı gibi safça bir laf ederken ben bundan sonra hep bu hikâyeyi hatırlayacağım. Belki size de bir faydası olur.