Bulaşık makinesi boşaltırken aramayı tercih ettiğiniz arkadaşınız kim? Benimki Seda. Bu iş öyle sıkıcıdır ki ancak en iyi dostların sohbeti eşliğinde katlanılabilir hale gelir. Ben de istisnasız her sabah makine boşaltırken Seda'yı ararım. Hele ki telefonu açtığında o da ev işi yapıyorsa değmeyin keyfimize.Birbirimizle anında uyumlanırız. Muhabbetimiz ise genelde yaşadıklarımızdan yola çıkarak yaptığımız psikolojik çıkarımlardır. Bakın bir yandan fiziksel, bir yandan da düşünsel eylem... Varoluş sancısı falan kalmıyor insanın bu haldeyken. Düşünüyorum- öyleyse varım, konuşuyorum- öyleyse varım, çatal bıçakları makine sepetine koyarken farklı bölmelere yerleştirerek toplama esnası için kendime kolaylık sağlıyorum- öyleyse varım.
Bize bu muazzam varoluş hazzını yaşatan telefon görüşmelerini de asla mesajlara tercih etmeyiz. Zira telefon ile konuşmak günümüz iletişim modellerinde retro sayılabilecek kıvama gelse de, en samimisi. Bir kere mesajda sadece tek duyu çalışıyor. Görme... Telefonda ise işin içine bir duyu daha giriyor işitme. Ve yapılan
Bulaşık makinesi boşaltırken aramayı tercih ettiğiniz arkadaşınız kim? Benimki Seda. Bu iş öyle sıkıcıdır ki ancak en iyi dostların sohbeti eşliğinde katlanılabilir hale gelir. Ben de istisnasız her sabah makine boşaltırken Seda'yı ararım. Hele ki telefonu açtığında o da ev işi yapıyorsa değmeyin keyfimize.Birbirimizle anında uyumlanırız. Muhabbetimiz ise genelde yaşadıklarımızdan yola çıkarak yaptığımız psikolojik çıkarımlardır. Bakın bir yandan fiziksel, bir yandan da düşünsel eylem... Varoluş sancısı falan kalmıyor insanın bu haldeyken. Düşünüyorum- öyleyse varım, konuşuyorum- öyleyse varım, çatal bıçakları makine sepetine koyarken farklı bölmelere yerleştirerek toplama esnası için kendime kolaylık sağlıyorum- öyleyse varım.
Bize bu muazzam varoluş hazzını yaşatan telefon görüşmelerini de asla mesajlara tercih etmeyiz. Zira telefon ile konuşmak günümüz iletişim modellerinde retro sayılabilecek kıvama gelse de, en samimisi. Bir kere mesajda sadece tek duyu çalışıyor. Görme... Telefonda ise işin içine bir duyu daha giriyor işitme. Ve yapılan araştırmalara göre insan bir konu ile ilgili ne kadar çok duyusunu çalıştırıyorsa, o konuyu o kadar çok içselleştiriyormuş. Ne kadar
Sabahları erkenden uyanıyorum. Önce kafamda gün içinde yapacaklarımı sıralıyorum. "Hatırlamam gereken çok şey var kesin birkaç tanesini unutacağım" diye beynimin hafıza kapasitesi ve yapılacak iş sayısını formülize ediyorum. Neyin formülünü keşfedeceğimi düşünüyorsam.
Bu hesaplarla sonuca ulaşamadığım için "Not mu alsam acaba?" diyorum. Bu sefer de not almaya üşeniyorum. Bu işi ilim ile çözemeceğimi fark ediyor ve "İnşallah en önemlilerini unutmam." diyerek yapacaklarımın akibetini kadere bırakıyorum. Ben tam kaderi, akışta kalmayı, varı, yoğu düşünmeye başlayacakken odama oğlum giriyor. Çocuklar senin şu ana ışınlanman için zaman makineleri gibi, velhasıl zamanda yolculuğun en zoru da anda olabilmek... Ben de o anda oğluma sarılıyorum. Gün başlıyor...
İlk iş olarak beraber kahvaltı hazırlıyoruz. Pan kek yapsam krep, krep yapsam haşlanmış yumurta, haşlanmış yumurta yapsam omlet istiyor. Baştan "Bak ne istiyorsan söyle ona göre yapayım" diye uyarıda bulunsam da o fikrini değiştirip kendi ile çelişmeyi seviyor. Çocuğumuzun kendiliğinden sevdiği şeyleri desteklememiz lazım değil mi? Çelişkiyi seviyorsa da çelişkiyi...
Kahvaltı sonrasındaki ayakkabı seçimi sürecimizde de
İlkler kimilerine çok romantik gelir ama beni müthiş gerer. Beynim ilkleri asla kucaklamaz. Onları uzaydan gelen tanımlanamayan cisim kategorisine sokar. Kırmızı alarmlarını çalıştırır. "Alarm, alarm. Şu an bu durumu ilk defa yaşıyorum. Bu konu ile ilgili deneyimim yok. Ne olacağını öngöremiyorum. Olayın ciddiyetini anlaman için de yanaklarındaki kırmızı kan hücrelerini artırıyorum." İşte bu yüzden ne zaman ilk defa bir şey yapacak olsam ya da biri ile tanışacak olsam kesin kızarırım. Kızardığımı belli etmemeye çalışınca daha çok kızarırım. Ne kadar kızardığımı görebilmek için etraftaki cam, ekran bilimum yansıtıcıya bakmaya çalışırım. Sistemimdeki bu kaos içinde mantıklı konuşabilmek çok zor olduğundan kendimi mutlaka yanlış tanıtırım. Tuhaf, kendini beğenmiş ve kesinlikle allığını çok abartmış biri zannedilirim.
Şanslıyım ki buradaki tanışmamız sözlü değil yazılı. Ki bence iletişimin en güzel hali yazılı olanı. Karşında biri varmış gibi yazıyorsun ama gerçekte karşında biri yok. Harika. Konuşmadığı için de dediklerine de karşı çıkmıyor; mülayim, sus pus, ne desen onaylayan, yargılamayan, cesaretlendirici, anaç... Yahu böyle biri olabilir mi? Olamaz. Zaten o yüzden yok.