2020 yılı bir felaketler geçidi gibi yaşanmaya devam ediyor. Önce salgının birinci dalgası, ardından deprem... Şimdi de salgının 2. dalgası...
Ama bizim binyıllara dayanan, müthiş bir dayanışma kültürümüz vardır. Bu kültürel zenginliğimizin ne büyük bir avantaj olduğunu hiç düşünmeden bu hazinenin içinde yaşar gideriz.
Mesela teorik olarak hiç açlık çekmeden ve hiç kimseye minnet etmeden uzun zaman yaşayabilirsiniz İzmir’de. Çünkü, mutlaka ama mutlaka şehrin camilerinden birkaçında, çarşılarında ya da meydanlarında bir lokma ya da tavuklu pilav hayrı hiç eksik olmaz.
Türkiye’nin neresinde olursa olsun, çıkın sokağa herhangi bir vatandaşa, “Karnım aç diye karşınıza gelen bir kişiyi geri çevirir misiniz?” diye sorun... Kimse geri çevirmez.
30 Ekim’de yaşadığımız büyük depremin ardından, bu büyük dayanışmaya bir kez daha tanık olduk. Devletin ya da yerel yönetimlerin zaten yapmakla mükellef olduğu barınma, ısınma ve beslenme gibi rutin desteklerden söz etmiyorum. “İşin bir ucundan da ben tutayım” diyen, sade vatandaşın verdiği desteği görmeliydiniz.
Kendimden biliyorum, oğlum Ozan askerden geldiği gecenin sabahından itibaren bir hafta boyunca gece yarılarına kadar, nefes almaksızın afetzedeler için çadır kurdu, ihtiyaç listesi hazırladı, sırtında odun taşıdı. Ev hanımlarının tencere tencere yemek yapıp depremzedelere götürüşünü izlemek göz yaşartıcıydı. Sonradan elektrik sobaları geldi ama ilk günlerde ısınma sorunu yaşanmasın diye kamyonetleriyle çevre köylerden odun taşıyan insanlarımızı görmeliydiniz.
Sadece İzmirlilerden değil, memleketin her yerinden, oyuncağından elbisesine TIR’lar dolusu yardımlar geldi.
Bizim toplumsal dayanışma kültürümüze dair tarihimizde de bir sürü örneğimiz var.
En önemlisi de Kurtuluş Savaşı sürecinde Tekalif-i Milliye kararları çerçevesinde Anadolu insanının iki çift çorabından, iki ineğinden birini tereddüt etmeden bu büyük mücadele uğruna feda etmesidir.
İzmir’de yaşanan bir başka toplumsal dayanışma örneği de, 1919 yılında Vali Rahmi Bey’in kaçırılan oğlu için istenen fidyeyi toplamak amacıyla, İzmirlilerin bir araya gelerek sokak başlarına yerleştirilen sandıklarla bağış toplamasıdır.
Verilebilecek pek çok örnek var.
Şimdi de pandeminin 2. dalgası geldi, taş gibi göğsümüze oturdu.
Yani zaman, yine dayanışma zamanı.
Bu ikinci dalga bu hızla büyümeye devam ederse, en azından aşı yaygın olarak yapılmaya başlanıncaya kadar sıkı önlemler bizi bekliyor demektir.
Küçük esnaf daha birinci dalganın zararlarını halledemeden şimdi de 2. dalgayla mücadele etmeye başladı.
Ben derim ki, bu sıkıntılı dönemde elimizden geldiğince küçük esnafımız lehinde pozitif ayrımcılık yapalım. Mesela yemek siparişimizi mahallemizin dürümcüsüne ya da köftecisine verelim, ya da gidelim bir esnaf lokantasından yemeğimizi alalım. Evimizde tamirat yapacaksak, gerekli malzemeyi gidelim semtimizin nalbur dükkânlarından alalım.
Yapılabilecek, aklınıza gelen başka şeyler varsa onları da siz ekleyin.
Bir çare bulamazsak, korkarım bu 2. dalga pek çok küçük esnafımızın bir daha açılmamak üzere kepenk indirmesine sebep olacak.
Hadi dostlar! Zaman, dayanışma zamanı.