Aşağıdaki hikâye İzmir Konak Salepçioğlu Camii yakınında 1928 yılında yaşanmış. Arşiv ustası değerli dostum Reha Korkut sayesinde ulaştığım 1970 yılında Dünya Gazetesi’nde yayınlanan bu hikâyeyi virgülüne dokunmadan aktarıyorum.
“İzmirliler kendisini gayet iyi tanırlar. Daima şen, şuh ve nüktedan olan Şükrü Şenozan'a bir gün Beyler sokağında, rastladım. (Yıl: 1928) Gülümser bir hali vardı. "Hayrola üstad" dedim. Anlattı: "Efendim, dedi. Salepçi Camiinin karşısında bir ayakkabı tamircisi vardır. Adı İsmail'dir. Cahil, fakat saf, temiz bir adamdır. Ben ayakkaplarımın tamirini ona yaptırırım. Geçen hafta oradan geçerken kulübesine uğradım. Ayakkaplarımın burnuna birer çivi vurdururken kulübesinin içinde asılı Arap harfleriyle yazılı bir levha gözüme ilişti. Baktım, Ömer Hayyam'ın rübâisinden iki mısraın gayet güzel bir tâlik yazı ile yazılmış olduğunu gördüm. Yazı şu idi:
“Mey hor, mehor endûh ki güftest Hâkim
Gamhâ-yı cehân çü zehru tiryâkeş Mey”,
Mânası: Şarap iç, gam yeme. Üstad filozof demiştir ki: Dünyanın kederleri zehire benzer, onun panzehiri de "yani ilacı da" şaraptır... levhadaki yazı şekli de pek hoşuma gitmişti. Bugün Tokadizade Şekip Beyi görünce bu güzel talik yazıdan bahsettim. Birlikte eskici İsmail'e gittik. Maksadımız, adama beş-on kuruş verip levhayı ondan almaktı. Ben kulübeden içeri başımı uzattım: “Selâmünaleyküm İsmail Efendi, dedim. Nasılsın, iyi misin? " O... Buyur Şükrü Bey, sağol " dedi. Bakındım, duvarda levhayı göremeyince: İsmail efendi, dedim. Senin burada asılı bir yazı vardı. Onu ne yaptın? “Ha... ,Hadis-i şerif mi?" dedi. Gülmemek için kendimi tuttum. ..- Evet, dedim. Hadis-i şerif. “Meyzin (Müezzin) onu çok beğendi. Aldı. Camiye astı”. Demez mi? İsmail'in de, müezzinin de cahilliklerine güler misin, ağlar mısın? Şimdi Şekip Beyden ayrıldım, eve gidiyorum, dedi. Vedalaştık. Bu sefer de hayret etmek sırası bana gelmişti...” (Bu hikâye Hilmi Yücebaş’ın “Hiciv ve Mizah Edebiyatı Antolojisi’nde de yayınlanmıştır)
Ne kadar çarpıcı değil mi?
Cehalet, Ömer Hayyam’ın şarap güzellemesini Camiye astırır.
Cehaletin payandasıyla dikilen binanın ömrü kısa olur.
Neyse… Mesaj kaygımızı bir kenara bırakalım… Çarpıcı bir hikâye değil mi? Ama aslında hikâye kadar hikâyede adı geçenler de çok çarpıcı…
Bu yaşanmış hikâyeyi 1970 yılında Dünya Gazetesi’nde kaleme alan kişi Hayri Yenigün’dür. Hayri Yenigün Pek çok biyografik müzik araştırmasına imza atmış önemli bir bestekârdır. Yenigün’ün günümüze 2 saz semaisi, 1 aksak semaisi ve 150 dolayında şarkısı kalmıştır. Şükrü Şenozan, tıp doktoru, dönemin İzmir Sıhhiye Müdürü, 5. Dönem Kastamonu Milletvekili ve Atatürk’ün masasında Türk müziğini anlatmış ünlü bir Türk Müziği bestecisidir. Tokadizade Şekip Bey de 2. Meşrutiyet dönemi mebuslarından İzmirli şair ve aydındır.
Bitirmeden bir not daha ekleyelim. Hikâyeyi anlatan Hayri Yenigün ünlü müzik insanımız Hurşit Yenigün’ün babasıdır.