Daha 2. Abdülhamit’in saltanat yıllarıydı... İstanbul Okmeydanı’nda kurulan ilk golf kulübünün ardından bu topraklardaki ikinci golf kulübü de 1905 yılında Bornova’da kurulmuştu. Bulunduğu yer, yani kulüp merkezi olarak kullanılan bina, Manisa Kavşağı’nın yukarı kısmında, şu andaki Melih Tunçay İlkokulu’nun çok yakınındaydı.
İzmirli Levantenlerin kurduğu Bournabat Golf Sporting Club, Levanten sosyal hayatının ve dolayısıyla Bornova’nın yeni rengi olmuş hatta merkezine oturmuştu. Balolar, Noel kutlamaları, Avrupa’dan gelen hanedan mensuplarının ağırlanması ve daha birçok cemiyet olayının merkezinde Bornova Golf Kulübü vardı.
Farklı bir hava katmıştı Bornova’ya... Sadece hava katmamıştı. Bazılarının da ekmek teknesi olmuştu.
Bekçiler, bahçıvanlar, malzemeciler, pek çok Bornovalı oradan ekmek yedi.
Levantenler golf oynarken Bornova’nın gençleri de golf çantalarını taşır; harçlıktan öte, hatırı sayılır paralar kazanırlardı.
Oyun esnasında kaybolan golf toplarını sonradan bulan çocuklar o topları golf kulübüne satar, buldukları top başına 25 kuruş alırlardı.
Gün oldu, Levanten dostlarımız yavaş yavaş Bornova’dan ayrıldı; Golf Kulübü ıssızlaştı ve nihayet bir zamanlar içinden cıvıltının hiç eksik olmadığı Bournabat Golf Sporting Club, 1970’lerin başında kapandı.
Hocamızın çocuğuBen 1972 yılında Bornova’ya geldiğimde eskiden golf sahası olan bölgelerde, çalıların arasında, ağaç diplerinde hâlâ golf topu bulanlar olurdu. Evim orada olduğu için yağmurdan sonra yerde beyaz beyaz sırıtan toplardan bir iki tane de ben bulmuştum.
75-76 yılları mıydı, tam hatırlamıyorum. Bir gün duyduk ki, o terk edilmiş golf binasını birileri tekvando salonu yapmış.
Haftada bir iki akşam yazlık sinemalarda hayran hayran seyrettiğimiz Bruce Lee’ler, Kolsuz Kahraman Wang Yu’lar ayağımıza gelmişti. Artık kendimiz bir Bruce Lee olabilirdik.
Heyecan bastı tabii hepimizi. Babasını kandıran, parayı kapıp oraya kaydoldu.
Geride kalır mıyım? Ben de katıldım aralarına. Giydik beyazları. Hocamız da gencecik bir kadındı...
Ama birkaç gün içinde anladım ki benim beyaz kuşaktan kurtulma şansım yok.
Arkadaşlar sarı kuşağa geçtiler. Ben beyaza devam.
Hocamızın adı Yıldız’dı, bazen henüz 6-7 yaşında olan çocuğunu da getirirdi. Sonunda Yıldız Hoca benden umudu kesmiş olmalı ki, bir gün ortalarda ateş parçası gibi koşuşturan oğlunu dışarıda gezdirmemi söyledi. Sanıyorum, tekvando dersinin hızına uyum bile sağlayamıyordum... Birkaç gün sonra ufaklık gene geldi. Oyun arkadaşı ben olmuştum.
Neyse... Sonunda sarı kuşağı aldım. Başarmış mıydım? Yoksa Yıldız Hoca’nın çocuğunu oynattığım için bu bir jest miydi? Allah bilir.
Yeşil kuşak için umutlanmadım bile. Baktım olmuyor, tekvando sayfasını kapattım...
Beceremesek de içinde tekvando dersi aldığımız o binanın zamanında kimlere ev sahipliği yaptığını, ne yaşanmışlıkları olduğunu o yaşlarda nasıl düşünebilirdik ki?
Ya da tekvando yapmayı beceremediğimiz için gezdirdiğimiz hocamızın çocuğunun bir gün memleketin en büyük baleti Tan Sağtürk olacağını nereden bileceksin ki...