2000’li yılların başıydı. Trabzon Numune Hastanesi’nin önünden geçiyordum. Hasta ziyaretçilerinin alışveriş etmeleri için kurulan tezgâhlardan birinde kolonya ve mendillerin yanı sıra bir de kitap satıldığını görünce ilgimi çekti. İclal Aydın’ın “Hayat Güzeldir” adlı ilk kitabıydı bu. Satıcı, “Okuyan hastalara moral veren bir kitapmış. O nedenle insanlar alıyor” dedi… BRT’deki “Hayat Güzeldir” programı için tuttuğu günlüğü kitapla hastalara moral motivasyon sağlayan İclal Aydın, ilerleyen yıllarda bestseller romanların yazarı, köşe yazarı ve dizi yıldızı da oldu. Yeni çıkan ve çok satanlar arasına giren “Salkım Sokak No: 3” adlı romanıyla okurlarının karşısına çıkan İclal Aydın ile yazarlık, oyunculuk ve niye çok şehir değiştirdiği üzerine keyifli bir röportaj yaptık.
Nevşehir’de doğdunuz, Elazığ’da ve Ankara’da okudunuz. Üniversiteden sonra yerleştiğiniz Berlin’den 1996’da İstanbul’a geldiniz, şöhreti ve parayı buldunuz. Bu kez de İstanbul size dar geldi, attınız kendinizi Ege’ye. Önce İzmir Urla, ardından Ayvalık, sonra yine İzmir ve Yeni Foça. İclal Aydın’ın bu göçebe hayatı nedir? Son kitabınızda bile var o gezgin ruh… Prizren, Sciacca ve İzmir’de yazmışsınız “Salkım Sokak No:3’ü.”
İnsanın gezmek ve okuyabilmek için yeterli zamanının, olanaklarının olmasını büyük bir şans sayıyorum. Görmek, gözlemlemek önemli bir kıyas becerisi de geliştiriyor. Bu yüzden yeni ülkeler, kültürler beni hep heyecanlandırıyor. Gitmeden ve döndükten sonra okuduklarım daima bir sonraki rotayı oluşturuyor. Çünkü merak ettiğim başka bir hikâyeye açılan bir kapıyla karşılaşıyorum.
Ankara’dan gençlik arkadaşınız, hayal ortağınız ve altı ay evindeki koltuğuna çöktüğünüz Gülay Eralp mi vesile oldu sizi Türkiye’ye tanıtan “Hayat Güzeldir” ile buluşmanıza? Hâlâ görüşüyor musunuz Gülay Eralp’le?
Evet, Gülay 16 yaşımdan beri arkadaşım. Hiç kopmadık. Hayatımdaki yeri çok çok önemlidir. Onun bana verdiği destek olmasa belki buradaki hikâyem hiç başlamayabilirdi. Onunla yediğim yeşil fasulyelerin, kurduğum hayallerin, gençlik ağrılarının tadı hâlâ taptaze duruyor hatıramda.
Seçmelere katılıp olumlu yanıt alamadığınız ama “Birine seçilsem, bir başlasam gerisi su gibi akacaktı,” dediğiniz o yıllarda, bazı Türk filmlerindeki gibi “İstanbul yeneceğim seni” demek geçti mi içinizden?
Dediysem de pek önemi yoktu sanırım; zira kimse İstanbul’un umurunda değil. Çok severdim o şehri. Ankara’da büyümüş olmama rağmen Berlin’de yaşadığım sürece ben hep İstanbul’u özlerdim. Çok güzel bir aşk yaşadık onunla. En güzel köşelerinde çok güzel evler kurdum. Tek başıma dolaşırdım sokaklarında. Erken kalkar, denizini, martısını, evlerini seyrederdim. Köprüden her geçişimde her iki yakaya hayranlıkla bakar, ne kadar muhteşem bir şehir olduğunu düşünürdüm. Bu yıllarca sürdü. Ama bir gün bitti. Kalabalığına, hoyratlığına, sıkıntılarına katlanma gücüm kalmamıştı. İstanbul’u şimdi hiç özlemiyorum. Onun da beni özlediğini sanmıyorum!
Sıfırdan zirveye çıkmış İclal Aydın, izinden gitmek isteyenlere rehber olacak kendi başarı hikâyesini bir kariyer kitabı olarak yazmayı düşünüyor mu?
“Bunu Sen Oku” aslında bir şekilde bir kariyer kitabı denilebilir. Sadece zaferlerden değil, çoğunlukla yenilgilerden oluşur ömür. Çünkü başarılara giden yolda başarısızlıklar, tökezlemeler, umutsuzluklar vardır. Yanlışlarımdan çıkardığım, çıkarmaya çalıştığım bazı doğruları hâlâ sorguluyorum. Kitaplarımda çoğunlukla yanıt aradığım sorulara ortak ederim okurumu.
“Sabah 5’te uyanır yazmaya başlarım”
İclal Aydın’ın nasıl bir yazma alışkanlığı var?
Ben çok erken uyanırım. Ve çok erken başlarım çalışmaya. Çok düzenli bir çalışma disiplinim vardır. Sabah 5.00 gibi uyanır yazmaya başlarım. Kitapların teslim tarihlerinden önceki son üç ay dünyaya kapanır, kimseyle görüşmez, kitap dışında hiçbir şeyle ilgilenmem. Çok erken yatarım. Ben bu şekilde üretebiliyorum. Çok şükür olanaklar da bunu mümkün kılıyor.
Bestseller romanlarınız “Kalbimin Can Mayası”, “Üç Kız Kardeş”, “Bir Cihan Kafes”, “Unutursun”, “Söylenmemiş Sözler”den sonra yeni çıkan “Salkım Sokak No: 3” yok satıyor. Böylesine başarılı bir yazar, başka iş yapmadan 16 kitabının telif gelirleriyle rahat bir hayat sürebilir mi? Yoksa bizde kitap yazarlığı para etmiyor mu?
Türkiye şartlarında her meslek grubu gibi bizimki de değişken ve iniş çıkışlı. Hayattan ne beklediğimize bağlı. Daha doğrusu nasıl bir hayat şekli benimsediğimizle ilgili. İstanbul sürekli geleceğe borçlandırıyor insanı. Yaşamın maliyeti çok yüksek ve sıkıntılı. Bir kasabada yaşamaya razıysanız o koşullardan da mutlu olabilmek mümkün.
Kitabınızın adına nasıl karar verirsiniz?
Kitabın ismi genelde kitap bittikten sonra ortaya çıkar. Önce bir kod adı olur. O kod adı yayınevi ve editörlerim arasında sık sık gider gelir. Kitap bittikten sonra isme birlikte karar veririz. Ama başlamadan bildiğim üç şey vardır;
Birincisi: Kime anlatacağım? İkincisi: Nasıl anlatacağım? Üçüncüsü: Neden anlatacağım? Bunları düşünerek el yazısıyla tuttuğum notlarımı hazırlayarak başlarım. Her kitabın bir defteri de vardır. Müzik listeleri vardır. Yani yazmak benim için de keyif aldığım, tadına vardığım bir süreç olur.
“Keşkelerin sonu yok ama hepsi iyi ki olmuş”
Bir roman yazarını besleyen, ona ilham olan şeyler nelerdir? İyi bir gözlemci olması mı hayal gücü mü?
Çok seyahat etmek, çok okumak bence çok önemli. İnsanları can kulağıyla dinlerim. Hikâyelerin yaşamlarını gözlemlerim. Bazen birinin içtenlikle anlattığı bir hikâye aslında bir sonraki romanın başlangıcı olabilir.
Oyuncu olarak kendinizi nasıl besliyorsunuz?
Oyuncu olarak çok kendimi beslediğimi söyleyemem. Yapabildiğim işler için de yazarlığın benim için daha değerli olduğunu onu beslemek için daha özen gösterdiğimi itiraf ediyorum.
Bir dizi sağlık sorunu yaşadınız, son durum nedir?
Omurga sağlığı bizim gibi çok çalışan insanlar için çok önemli. Saatlerce bilgisayar başında olmak elbette bazı sonuçlar doğuruyor. Geçen yılki ameliyat sonrasında kendime çok özenli davranmadığım için bazı sıkıntılar çektim. Uzun sürdü ama şu anda çok şükür çok iyiyim.
İclal Aydın’ın iyi ki yapmışım ve keşke yapmasaydım dedikleri neler?
İyi ki Türkiye’ye gelmişim. İyi ki anne olmuşum. İyi ki bana verilen şansa tutunmuşum. İyi ki İstanbul’a yerleşmişim. İyi ki İstanbul’dan göçmüşüm. İyi ki Berlin’de yaşamışım. İyi ki İzmir’e gelmişim. İyi ki roman yazmayı tercih etmişim. Keşkelerin sonu yok. Pişmanlıklar her zaman var, ama iyi ki hepsi olmuş.
“Bunları yapmasaydım belki aşçı olurdum”
Pandemiden sonra hayata bakışınızda değişiklik oldu mu? Sağlıklı yaşam için olmazsa olmazlarınız var mı?
Sağlığına aşırı özen gösteren biri değilim sanırım. Bu yüzden çok sık kilo alıp veririm. Bunun da bedenime yansıması hayli büyük olur. O yüzden omurilik sağlığımı, şekerimi, tiroidimi kontrol etmekte güçlük çekerim. Sonra birden aşırı sağlıklı yaşadığım bir dönem başlar. Bu da birkaç yıl sürer. Bu konuda istikrarlı değilim.
Seyahat etmeyi sevdiğinizi ve gittiğiniz yerlerde gözlem yaparak notlar alarak kitaplarınıza ilham kaynağı biriktirdiğinizi biliyoruz. Önümüzdeki aylarda planladığınız yeni seyahat rotanız nedir? Seyahat arkadaşlarınız genelde aynı kişiler mi oluyor?
Son 10 yılda hayli içime kapandım. Görüştüğüm insanlar pek az. Yakın arkadaşlarım 20-30 yıldır aynı kişiler. Seyahatlere onlarla giderim. Sevdiklerime çok bağlıyımdır ama bazen kaybolurum, kendi içime kaparım. Bir başıma seyahat etmek bir başıma günlerce evden çıkmadan okumak bana iyi gelir. Artık bunu bilirler ve anlayış gösterirler. Bir sonraki seyahatim için şu anda bir planım yok. Ama yarın sabah uyandığımda rüyamda herhangi bir şey görmüş olabilirim. Bu da bana “Şimdi buraya git,” diyebilir.
Sizi gazeteci, oyuncu, senarist, yazar olarak tanıyoruz. Bizim bilmediğimiz başka yetenekleriniz ve hobileriniz var mı?
Çok güzel yemek yaptığımı söylerler. Mutfakta olmayı çok seviyorum. Bunları yapmasaydım belki de aşçı olurdum.
“Her okur kendi çektiği filmin yönetmeni olsun”
“Salkım Sokak No: 3”teki Müjde Ar benzeri “Amina Abla” diye biri var mı gerçekten?
Hayır yok. Okurların dünyasında mutlaka vardır ama bunu biliyorum.
Kitabın sonunda “Bütün isimleri, bütün zamanları, bütün kişileri değiştirdim. Yaşananların bıraktığı iz aynı kaldı. Bir de o evin numarası” diye yazmışsınız. “Salkım Sokak No: 3” gerçek mi?
Hayır değil! Parçalardan benim zihnimde oluşan bir bütündür. Bu tür hikâyeleri seyircinin zihninde kendi filmlerini çekecekleri bir senaryo gibi düşünürüm. İsterim ki romanı okurken her okur kendi çektiği filmi yönetmeni olsun.
Zeynep Lal Başbuğ ile anne-kız mı yoksa iki arkadaş gibi misiniz? Ara sıra da olsa kuşak çatışması oluyor mu aranızda?
Eskiden daha çok oluyordu. E büyüyordu tabii. Şimdi 21 yaşında. Artık kendi hayatını çekip çeviren bir genç hanım. Daha arkadaşça daha eğlenceli bir dönemi başladı hayatımızın.
Kızınızın Budapeşte’de eğitim görmesi, sizi ve onu zorluyor mu?
Zorlamıyor, hatta doğru bir karar verdiğimizi düşünüyoruz. Birbirimizi çok özlüyoruz. Pek çok kültürden gencin bir arada olduğu bir şehir Budapeşte. Güzel bir bölümde okuyor. Onun orada mutlu olması benim için yeterli.
Romanlarınızdan biri “Üç Kız Kardeş” Kanal D’de uzun soluklu bir dizi oldu ve siz de uzunca süre oynadınız bu yapımda. Hal böyle olunca ileride dizi veya film olabilir diye yeni romanlar yazmak geçmedi mi aklınızdan?
Her hikâyem için mutlaka bunu dizi yapalım mı film yapalım mı diye soranlar olur. Bir Kapadokya hikâyesi olan “Unutursun” isimli romanım ve Urla’da geçen “Söylenmemiş Sözler” hâlâ yapımcıların ilgi odağı. Kitaba sadık kalacak bir yolu tercih eden bir yapımcıyla neden olmasın?