Dr.Erdinç Köksal'ın "Ak Gömleğin Dili Olsa" ve "Ah Şu doktorlar" adlı iki kitabı var... Bugüne dek hepimizin yaşadığı olayları bir de bir doktorun ağzından dinliyoruz. Sinirlenerek, üzülerek, gülerek okuyoruz. Onunla sohbet ederken anlıyorum ki, "Ah şu doktorlar" derken, ille de doktorları suçlamak gibi durum yok... Özetle Köksal diyor ki, "Evet doktorlar öyle ama durum da böyle."
Dr. Erdinç anlatıyor; "Çocuk, gecenin üçünde kalp krizi geçiren babasını hastaneye getiriyor. Hastanede yapılan ilk iş, hastanın kaydı kuydu, sigortası için soruşturmalar, yazışmalar . Sonra doktor bekleniyor. 20 dakika sonra beş karış suratla doktor geliyor. Şöyle bir üstünkörü bakıyor, bir ilaç veriyor, sabaha gelin diyor. Yani baştan savıyor. O çocuk ise bu ilgisizlik karşısında isyan ediyor. Çünkü o anda onun için en önemli şey babası... Şimdi bu genç doktora düşman olmaz da ne olur? Doktorlara bağırılır çağrılır, oysa kimse o doktora sormaz, neden 20 dakika geç geldin diye. O sırada doktor belki bir ameliyattaydı, ya da acil bir hastanın yanında ya da bir doğumda. Onun sorumluluğunda 150 hasta var bir de aciller. Sabah 08.00'de hastaneye geldi, 15.00'e kadar bütün doktorlar kadar çalıştı. Yemek bile yiyemeden acilde işine devam etti. Gece nöbet ve ertesi gün aynı iş 08.00'den itibaren başlayacak. İşte o doktor onun için beş karış suratla geziyor... Hasta elbette şefkat bekliyor ama bir de kendini o doktorun yerine koysa..."
Dr. Erdinç Köksal haklı ama doktorun da kendini o hastanın yerine koyması gerekliliğini de unutmuyor. "Bütün meslekler saygındır ama hekimliği ötekilerden ayıran iki şey vardır" diyor ve ekliyor "Birincisi Hipokrat yemini ediyoruz, insanlar arasında dil, din, ırk, zengin, fakir hiç ayrım gözetmeden aynı şekilde davranacağımıza yemin ediyoruz. Ayrıca bize hastasını getiren insanlar önce Allah sonra siz diyor. Yani Allah'tan sonra güvenilen kişi konumundayız."
Dr. Köksal, "Nüfusumuzun binde biri kadar doktorumuz var, iyi olanları da çok neden onlardan kimse söz etmiyor" dediğinde, "Zaten iyi olmaları gerekiyor ondan" diyorum. Ama iyi bir örnek olmaları açısından güzel şeylerden de söz etmemiz gerektiğinde anlaşıyoruz.
Dr. Erdinç Köksal'ın kitaplarını özellikle Tıp öğrencileri okumalı ve nasıl olmamaları gerektiğini öğrenmeli. Evet, sistem kötü, sağlık sistemimiz artık çökmüş durumda ama, asık suratlı, şefkatsiz, ilgisiz, açıklamada bulunmayan, her cins insan kendine muhtaç diye herkese tepeden bakan, insanı iyileştirmekten çok parayı düşünen, hastaları kandıran doktorlar da bir sistem kurbanı değil herhalde. Köksal'a "Hekim de hasta da mutsuz, suçlu kim, çözüm nerede" diye soruyorum. Sözü parlamenterlerimize getirerek, sağlığımızı yönlendiren kanunun en az cumhuriyetimiz kadar eski olduğunu söylüyor... Kanunun adına bakın durumumuzu anlayın, "TABABET VE ŞUABATI SANATININ TARZI İCRASINA DAİR KANUN..."
İşte bu kanun hala geçerli ve kimse bunun yenilenmesi için bir şey yapmıyor.
Bize de "Allah kimseyi hastanelere düşürmesin" diye dualar ederek, bu "komik" kitapları okumak kalıyor...
İyi doktorlar...
Bizim güvenlik görevlilerimizden Abidin Cengiz ve eşi Nebahat bir türlü çocuk sahibi olamıyorlar. Bir tanıdıklarının aracılığıyla bir doktor bulup ona gidiyorlar. Operatör Dr. Murat Taşdemir gereken tedaviyi yapıyor, Nebahat hamile kalıyor ve şimdi gelecek bebeğin heyecanını yaşıyorlar. Dr. Taşdemir bu çifte maddi manevi o kadar iyi davranıyor ki Abidin de ona teşekkür etmek istiyor. Doktorla mini bir söyleşi yaparak bunu yayınlatarak teşekkür borcunu ödemek istiyor. Ben de kendi hastalığımı, doktorlarımı filan yazdığımdan herhalde en uygun köşe burayı buluyor ve bana rica ediyor... "İyi doktorlar da var" kampanyamın ilk örneği olarak, hem bu iyi insandan söz etmeye, hem de verdiği bilgileri aktarmaya karar veriyorum; Abidin'in röportajını kısaltarak, çocuk sahibi olmak isteyenler ilgilenir diye buraya alıyorum. Röportajın adı: "Abidin sevgili doktoru Murat'a teşekkür ediyor..."
"Korunmayan çiftlerin büyük çoğunluğu ilk altı ay içinde gebe kalır. Kadının üretkenliği 24 - 29 yaşında en üst düzeye çıkar. Kadının yaşı ilerledikçe
gebelik şansı azalır. Çocuk sahibi olamamak toplumumuzda kadınlık ya da erkeklikle eş tutuluyor. Çocuğu olmayanlara sanki yeterli bir erkek değilmiş ya da eksik bir kadınmış gibi bakılıyor. Oysa bu bilimsel olarak yanlış. Tüm toplumlarda çiftlerin
yüzde 15'i çocuk sahibi olamıyor. Suçluluk ve kızgınlık doğru değil, doğru bir tedaviyle insanlar çocuk sahibi olabiliyor, tüp bebek ve mikro enjeksiyon tedavileri üç hafta kadar sürüyor ve yaklaşık bir milyar para gerekiyor.
Kadının kısırlık nedenleri başında yumurtalık kanallarının zarar görmesi, ovulasyon düzensizlikleri geliyor. Erkek kısırlığının en önemli nedeni de sperm üretimindeki yetersizlikler. Bazen semende hiç sperm bulunmuyor. Bazen de çok az sperm oluyor. Testisdeki damarların hastalığı da kısırlık yapabiliyor.
Bunlar doktordan öğrendiklerimiz, ama bir türlü öğrenemediğimiz başka gerçekler de var. Kısırlığın nedeni sadece kadınlar değil. Kısır olan kadın ve erkekte cinsel bozukluk yok. Kısırlık tedavisi erkekte daha kolay onun için önce onun gidip baktırması gerekir. Çocuğu olmamak bir eksiklik değildir...
Çıkın evinizden ve gidin....
Orhangazi'den İznik yoluna sapın. Bir süre gidin ve soldaki Rasim'in yeri'nde durun, burada çıtır çıtır pişirilmiş, Sazan balığından yiyin. Rasim'in yeri, tertemiz, çiçekler ve resimlerle süslenmiş bir restoran. Rasim her yere afişler asmış, diyor ki,
"İnsanların iyi ve kötüsü içki alemlerinde seçilir... İnsanların çul ve çaputlarına değil şahsiyetlerine kıymet verin."
Cuma - Cumartesi akşamı buraya giderseniz, tuhaf bir atmosferde kalabilirsiniz. Ama her zamankinden farklı şeyleri seviyorsanız, eğlenebilirsiniz... Bu salaş yerde bir piyanist şantör var... Bir de pırıl pırıl tuvaletiyle sahne alan bir "İstanbullu hanımefendi". Her taraf erkek... Artık büyüdüm! "Ne olur bu erkekler evdeki eşlerini de alıp buraya gelseler de beraberce eğlenseler" filan demiyorum...
Nihansın dideden bile söyleniyor burada... Erkekler eğleniyorlar. Arada kalkıp ellerini vakurla gökyüzüne kaldırıp hafifçe yerlerinde yaylanarak, dans bile ediyorlar...
İznik'ten dönerken Yalakdere dağ yoluna sapın... Yemyeşil vadilerden geçin, kıvrılarak Karamürsel'e inin... Katır sırtında sigarasını tüttürerek giden o kadına rastlarsanız, bir fotoğraf çekebilirsiniz...
Sonra başka bir hafta Gelibolu'ya gidin ve o nefis koyda bir balık yiyin. Bunu yaparken sahil yolunu kullanın... Arada dağ yollarına sapın, minicik patikalarda kendiniz için küçük bir safari yaratın.
Eceabat'a kadar gidin... Yolda şehitliklere uğrayın... Bir yabancı
"Gel şu mezarlığı gör, hayat dolu bir yer" burası derse, "Mezarlık nasıl hayat dolu olurmuş" diye şaşırmayın... İçinde, koskocaman, mosmor açmış çiçekleriyle bir Erguvan ağacının bulunduğu İngiliz mezarlığında bir kenara oturun ve gerçekten hayatı ve huzuru hissedin...
Sonra yol üstündeki bir koyda soyunup çakılların üzerine yatın... Ayaklarınız mazotlansa da keyfinizi kaçırmayın...
Seyahat etmek ille de çok paralar harcayıp, uçaklara binip taaa oralara gitmek değil... Burnumuzun dibi bizi bekliyor...
Yazara E-Posta: d.asena@milliyet.com.tr