Şehir efsaneleri insanoğlu var olduğundan bugüne hep süregelmiş.
Kimi masal olmuş, kimi de hikâye, roman. Bazen de şarkılarla, türkülerle dile gelmiş.
Teknolojiyle birlikte onlar da evrim geçirmiş, film olmuş, oyun olmuş, yıllarca devam eden dizilere ve sonu gelmeyen paylaşımlara dönüşmüş.
Yerel olanı da var evrensel olanı da. Ciddiye alınması gerekeni de var, gülüp geçilesi olanı da.
Bilimsel olanı da var sosyolojik olanı da.
Son yıllara gelindiğinde, yaşanan felaketlere hep bir kılıf arandı. Deprem oldu, kim yaptı dedik, küresel ısınmadan küresel soğumaya onlarca senaryo ürettik. Kara delikler büyüdü, inekleri suçlu ilan ettik.
Bir ara en güncel efsane GDO’lu ürünlerdi, unuttuk gittik. Yüksek verimliliği var diye hibrit tohumlara sarıldık, ata tohumlarının önemini ancak kaybettiğimizde anladık.
Korona ve aşı konusunda ise şehir efsanelerinin ardı arkası kesilmiyor. Aşı yaptırmayan hâlâ o kadar çok ve öylesine inanıyorlar ki ne söyleseniz boşuna.
En yenisi ise karbon salınımı ve dünyayı felaketten kurtaracağı ya da yok edeceği söylenen jetlerin gökyüzündeki gizemli izleri. Kimilerine göre atmosfere “Zehir saçılıyor” kimilerine göre ise giderek artan hava taşımacılığının masum uçak izleri!
Sadece bizde mi tartışılıyor? Kesinlikle hayır. Dünyanın her yerinde bu konuya kafa yoran ve farklı tespitlerde bulunan çok araştırmacı var. Şüphe çok, inandırıcı açıklama yok! Şehir efsanelerini besleyen de bu değil mi?
Peki ya gerçekler?
Şehir efsanelerinden bazıları ne kadar inandırıcı olsa da ısrarla görmezden gelenler çok.
Peki ya gerçekler?
Örneğin büyük İstanbul depremi!
Olacağı konusunda herkes hemfikir ama hâlâ yeterince ciddiye almış değiliz.
Küresel iklim değişikliği, kuraklık, kıtlık ve açlık konusunda da alarm zilleri çalıyor!
Peki, tarımı güçlendirme, su havzalarını koruma, verimliliği artırma ve çılgınca boyutlara ulaşan tüketim alışkanlığını kontrol altına alma konusunda neler yaptık?
Sınav odaklı eğitimin bir virüs gibi eğitimi ve çocuklarımızı hayattan kopardığını, verimliliklerini düşürdüğünü, yetenek ve yetkinliklerini yok ettiğini görmek için daha ne kadar kayıp kuşaklar vereceğiz? Ne zaman bu yanlıştan vazgeçeceğiz?
Soru çok, cevap veren yok!
İnsanoğlu olarak, üç maymunu oynamaya bakalım daha ne kadar devam edeceğiz!
Yeni nesil bağımlılık!
Bağımlılık denince akla ilk gelen tütün ve uyuşturucu bağımlılığıydı. Şimdi yeni nesil bağımlılıklar var. Örneğin sosyal medya bağımlılığı, örneğin mobil oyunlar, örneğin uzaktan eğitim!
Dün tu kaka ilan ettiklerimize şimdi dört elle sarılıyoruz!
Fazla değil, korona öncesinde, dijital bağımlılık Yeşilay’ın listesinde ilk sırada yer alıyordu.
Çocuklarımızın ekran bağımlısı haline gelmemesi için kampanyalar düzenliyor ve en belalısı bu diyorlardı.
Ne dedilerse tam tersi gerçekleşti. Korona da tuzu biberi oldu.
Ülkemizdeki aktif kullanıcıların dörtte üçü telefonlarından internete bağlanıyormuş.
Müthiş rakam!
Dahası var!
Bu kullanıcıların yüzde 90’na yakını hemen her gün internete girerek çok uzun saatler vakit geçiriyormuş!
Facebook, Youtube, Twitter, Whatsapp, Instagram, TikTok ve daha neler neler.
Kullanım sıralamasında hep en önlerdeymişiz.
Helal olsun bize!
Bir de her konuda hep geride kaldığımızı iddia edenler var!
Peki, onca saat sanal âlemde nasıl vakit geçiriliyor?
Örneğin, neler izliyor, neler konuşuyor, neleri arıyoruz?
Araştırmaya, incelemeye, öğrenmeye, geçirilen bu zamanın ne kadarını harcıyoruz?
Bilen varsa bize de anlatsın ne olur.
Özetin özeti: Demokrasilerde çare tükenmez derler ama sanki biz çare üretmek yerine böylesi daha kolayımıza geldiği için kadere ya da dayatılana razı oluyoruz.