Cumhuriyet’in ilk yıllarında ülkenin yüzde 70’i köylerde yaşıyordu, şimdi yüzde 90’ımız kentlerde yaşamaya çalışıyoruz.
Aslında kent dediklerimizin pek çoğu, her ne kadar isimleri “şehir”, “büyükşehir” olsa da gökdelenlerden ve trafik yoğunluğundan nefes alamayacak hale gelseler de “mega köy” olmanın ötesine geçebilmiş değil.
Değişim, hele ki hızlı değişim, sosyolojik sorunları da beraberinde getirir. Bugün yaşadığımız sıkıntıların temelinde de bu hızlı değişimin, dönüşümün sancıları var.
Peki, bu bir asırlık hızlı değişim ve dönüşüm sürecinden eğitim sistemimiz nasıl etkilendi?
Lokomotif olmaya devam mı etti yoksa trenin son vagonu haline mi geldi?
Lafı hiç uzatmadan sözü, ömrünü eğitime adayan bir öğretmenize bırakıyorum:
Nereden nereye?
“Sayın Güçlü, ‘Menemen ve eğitim’ konusundaki yazınızı keyifle okudum. Köy enstitüsü ile ilgili sözleriniz anılarımı canlandırdı. Ben Atatürk Öğretmen Lisesi ortaokul kısmında eğitim görme mutluluğuna eriştim.
Öğretmen, gittiği köyün sadece çocuklarının değil halkının da eğitmeni olmalıydı. En azından o yıllarda tarım uygulamaları, hayvancılık, sağlık ve çevre konularında bilgi sahibi olmalı, yaşadığı çevreyi ve dünyayı anlayabilmeli ve anlatabilmeliydi. Şimdilerde herkes her şeyi internetten öğreniyor. Fen binamızda biyoloji, kimya ve fizik sınıflarında dersler sürekli deney yaparak geçerdi. Sınıfta her üç öğrencinin önünde mikroskop, dolaplarda çeşit çeşit deney malzemesi ve her türden motorlar, kimyasal maddeler, deney tüpleri vardı.
Aynı binada ev ekonomisi dersliği ve mutfağı bulunurdu. Biz orada daha ortaokul seviyesinde konserve yapmayı öğrenmiştik. Besinleri doğru hazırlama ve saklama teknikleri, geri dönüşüm çalışmaları, basit malzemeleri yenileme ve farklı şekilde kullanmanın türlü yollarını öğrendik.
Geçmişe bakınca görüyorum ki çok ciddi tarım ve hayvancılık eğitimi almışız. Okulun büyük meyve bahçelerinin bakımını, hasadını mevsimine göre biz yapardık. Tarım dersinde öğretmenimiz sınıftan bizi alır, tarım aletleriyle bahçelere götürürdü. Ağaçların kireçlenmesi, diplerinin açılması, meyve hasadı hatta aşılama konusunda bilgi sahibiyim. Büyük tavuk kümeslerine ayakkabılarımızı dezenfekte edip girmeyi, tavuğu incitmeden yakalayıp veterinerimizin aşılaması için nasıl tutmamız gerektiğini uygulayarak öğrendik.
Büyükbaş hayvanların ahırına lise öğrencileri girebilirdi ve ben o bölüme başka okulda devam ettiğim için o bilgi eksik kaldı. Ancak üniversiteye giden kızım iğne tutmayı bilmezken (benim hatam) ben makine kullanmadan giysilerimi onarabilir, basit giysiler dikebilirim. Bunu okulda öğrendim.
Resim dersini gerçek resim atölyesinde, müzik dersini bu ders için yapılmış, üflemeli, vurmalı, yaylı çalgılar için ayrı odaları olan, temel müzik sınıfında gerçek kuyruklu piyanonun başında müzik öğretmeninin ses eğitimi verdiği müzik binasında öğrendim. Gerçek bir amfi tiyatroda sahne deneyimi yaşadım. Beden eğitimi dersi için kapalı spor salonu, jimnastik minderleri, çeşitli toplar, futbol sahası, açık voleybol sahası, tenis kortu...
Keşke çocuklarımıza tam bir hayata hazırlık eğitimi veren böyle eğitim kurumlarımız olsa yine.
Ancak düşünmeden edemiyorum; şimdiki veliler, çocuklarının kazmayı küreği alıp bahçe bellemeye gitmesine razı olurlar mı? Oysa annem hâlâ benim çocukluğumda güzel resim yaptığımı, iyi flüt çaldığımı gururla anlatır. Şimdi çocuklar iş-teknik dersinde ahşap oymayı, kitap ciltlemeyi, tutkal hamuru hazırlayıp biblolar yapmayı öğrenmiyorlar. Onların yerine kırtasiyelerde hazır satılan malzemeleri anne babaları bir araya getirip proje ödevi yaparken kendileri odalarında test çözüyor ya da bilgisayar oyunu oynuyorlar. O eski eğitim sistemine dönmenin önündeki en ciddi engel biraz da veliler sanki. Ya da devir artık böyle bir devir…”
Değişim şart ama…
O günün koşulları öylesi bir eğitim gerektiriyordu, o yapıldı. Bugün çok farklı bir dünyada yaşıyoruz ama çocuklarımızı ona göre yetiştiremiyoruz.
Kendi kendilerine yetmeyi, karşılaştıkları sorunları çözmeyi, üretmeyi, entelektüel bir bakış kazanmayı, değerlerimize sahip çıkmayı ve daha birçok alanda donanım sağlamalarına yönelik bir eğitimi maalesef veremiyoruz. Varsa, yoksa sınavlar!..
Köy enstitülerini kent enstitülerine dönüştüremedik. Eğitimliler olarak en önde giderken, en geriye düştük.
İkinci 100 yıla girerken, tıpkı ilkinde olduğu gibi her yönüyle iyi düşünülmüş sağlam bir başlangıç yapmak, yediden yetmişe hepimizin ortak dileği. İktidara aday olanların umarız bu yönde bir hazırlıkları vardır.
Özetin özeti: Eksiklerimiz, hatalarımız yok muydu? Elbette vardı ama ona rağmen müthiş işler başardık. Yine başarabiliriz. Yeter ki referansımız akıl, eğitim, bilim ve üretim olsun.