Zor günler hem de çok zor.
Daha beteri olmaz dedikçe her gelen bir öncekini unutturuyor.
Peki ders alıyor muyuz?
Keşke gönül rahatlığıyla evet diyebilseydik.
Pandemi sürecinden sonra, içinde yaşadığımız dönem için “Felaketler Yüzyılı” öngörüsünde bulunulmuştu.
Ne söylendiyse bir bir çıkıyor.
Görünen o ki onlarla yani felaketlerle yaşamayı öğreneceğiz.
Önlemlerin her türlüsünü alacağız.
Aklımızı, bilimi, liyakati ve en önemlisi de yaşananlardan ders alarak yola devam edeceğiz.
Yoksa ne mi olur, acılar katlanarak artmaya devam eder ve gün gelir artık bu acıları kaldıramaz hale geliriz.
Dünyanın en önemli coğrafyasında yaşıyoruz ama coğrafya dersini neredeyse yok hale getirdik!
Belki de işe ilk önce coğrafyaya hak ettiği önemi vermekle başlayabiliriz.
Doğa kendisine karşı yapılan haksızlıklara adeta isyan ediyor.
Bir yanda sel, öte yanda kuraklık.
Bir yanda deprem, öte yanda salgınlar.
Bir yanda ardı arkası kesilmeyen felaketler, öte yanda ihmaller.
Bir yanda ben geliyorum diyen afetler, öte yanda diz boyu özensizlik.
Allah sabır versin, beterinden korusun.
Söylenecek çok söz, konuşulacak çok konu var ama bugün o gün değil!
Yaraları nasıl ve ne kadar kısa sürede sararız ona odaklanmalıyız.
Nerede hata yaptık sorusuna cevap aramalıyız.
En önemlisi de benzeri felaketlere karşı hangi önlemleri alabiliriz?
Neden mi?
Başta olası Büyük İstanbul Depremi olmak üzere yarın hangi felaketle karşılaşacağımız meçhul.
İşte bu yüzden felaketin ne zaman geleceğinden ya da olacağından daha çok bu felaketlere ne kadar hazırız konusuna odaklanmalıyız.
Tarih ve coğrafya olmak üzere sosyal bilimlerin geneli ve temel bilimlere yönelik dersleri itibarsızlaştırmaktan artık vazgeçip, sınavlara yönelik değil, hayata dönük bir eğitim modeli geliştirmeliyiz.
Bunun zamanı şimdi değilse, ne zaman?
Ne olur artık bu soruya samimiyetle cevap arayalım.
Hem de hiç ötelemeden, hemen şimdi…
Üniversitelerimiz bir daha aynı acıların yaşanmaması için ne yapılması gerektiğini araştırıp bir yol haritası ortaya koyar, ilgili kurumlar da gerekeni en hızlı şekilde hayata geçirirse, şu acılı günlerde, geleceğe yönelik tek tesellimiz bu olur.
Referansımız akıl, bilim ve liyakat olursa, sonraki felaketlere çok daha hazırlıklı olacağımızdan kimsenin kuşkusu olmamalı ve herkes üzerine düşeni istisnasız yerine getirmelidir!..
Kader değil
Kaderci bir toplumuz. Kolay kolay isyan etmeyiz. Acımızı kabullenir, onunla yaşamaya çalışırız.
Depremde kurtarma çalışması için yurt dışından gelen kurtarma ekiplerinin kendileri için çok ilginç bir tespitleri var:
Enkaz altından en yakınlarının cansız bedenlerini çıkarttığımızda bile teşekkürü ihmal etmiyor, olup bitenlere isyan etmiyorlardı. Cenazelerini bulmak, acılarını hafifletiyordu.
Mehmet Akif Ersoy, TBMM’de İstiklal Marşı’mızın kabulünden sonra kendisini kutlamaya gelenlere, “Ne bir daha böyle acılar yaşayalım ne de ben böylesi bir marş yazayım” demiş.
Şimdi bizler de o noktaya geldik.
Keşke bir daha benzer felaketler yaşanmasa da biz de bu yazıları kaleme almasak, almak zorunluluğu hissetmesek.
Her defasında tamam artık başka konulara yönelmeliyiz dedikçe kendimizi acıların, ihmallerin, cehaletin, vurdumduymazlıkların tam göbeğinde buluyor ve şimdi değilse ne zaman yazacağız noktasına geliyoruz.
İlle de akıl, bilim ve eğitim dememiz biraz da bu yüzden.
Özetin özeti: Günü kurtarmak elbette önemli. Peki ya gelecek? Ülke ve çocuk sevgisi, eğer teferruat değilse, geleceği de günümüz kadar ciddiye almak zorundayız.