On yıl öncesine kadar doktor sayımız artıyor diye kıyametler kopartılıyordu. Şimdi doktor yetmiyor.
Neden çok ama ilk akla gelen şunlar:
- Yurt dışına göç
- Olumsuz çalışma koşulları
- Maaşların yetersizliği
- Büyük kentlere yığılma
- Sağlık politikası
- Baskı, stres, yorgunluk.
En zor girilen fakülte onların, en ağır ve en uzun eğitimi onlar alıyor, mecburi hizmetin dik âlâsını onlar yapıyor, o yetmiyor, uzmanlık sınavının yarattığı enkaz ve çok daha önemlisi moral, motivasyon!
Korona döneminde en ağır yük onların sırtındaydı.
Gece, gündüz, hastalık, ölüm korkusu demeden cansiperane hizmet verdiler.
Bu süreçte hepimiz çok yorulduk ama en çok yorulan da onlardı. En fazla görev şehidini yine onlar verdi.
Her şeyin en fazlasını hak ediyorlardı ama gün geldi bir tebessüm bile çok görüldü.
Kırıldılar, dışlandılar ya da öyle hissettirildiler ama en önemlisi sahip çıkanları olmadı.
Korona yüzünden adeta hastalık hastası olduk. En ufak bir belirtide hastanelere koştuk. Hasta sayıları şiştikçe şişti ama doktor sayısı aynı oranda artmadı. Üstüne üstlük bir de öyle ya da böyle kayıplar verilince sıkıntı doruğa çıktı.
Tarımda olduğu gibi dışarıdan doktor ithal edilerek bu sorunun çözülemeyeceği anlaşılınca, ortaya farklı fikirler atılmaya başlandı.
Son gelinen nokta, uzman sayısını yani doktora yapan doktor sayısını artırmakmış. Hem de öyle yüzde 5-10 değil, iki katına çıkartılacakmış.
Bu haberi duyan konunun uzmanları, eminim ki ayağa fırlamış ve eyvah, eyvah demiştir!
Uygulamalı bilimlerde hele ki tıpta uzmanlık kadrolarını bir gecede iki katına çıkartamazsınız.
Görev yapılacak laboratuvarlar, klinikler, derslikler, Hocalar sınırlıdır. Bir anlamda usta çırak ilişkisi çerçevesinde yol alınır ve bir Hoca'ya düşen araştırmacı sayısı bellidir.
Son yıllarda tıp fakültesi sayısı da, öğrenci sayısı da neredeyse üçe katlandı. Şimdi bu hormonlu büyümeyi uzmanlık eğitimine de yansıtırsanız, yaratacağı sıkıntılar ileride inanılmaz boyutlara gelebilir. Bunu diğer mesleklerde de gördük!..
Madalyonun bir de öteki yüzüne baktığımızda, “Peki hastalarımız doktorsuz mu kalsın! Halkımızı, yeterli sağlık hizmetinden yoksun bırakmak vicdana sığar mı?” diyenler çok çıkacaktır.
Bu noktada bir noktadan ötekine gitme ya da haklı, haksız aramak yerine, doğru olan ne ona odaklanmalıyız.
Elbette her şey düşünülebilir ama her şey yapılamaz, yapılmamalı, hatta akıldan bile geçirilmemeli.
Eleştirilere kulak vermeli ama aynı zamanda taşın altına elimizi de koymalıyız.
Pilotluk, yargıçlık, öğretmenlik gibi bazı meslekler vardır ki kaliteden asla taviz verilemez.
Doktorluk da onlardan biridir. Yarım eğitimli doktor olmaz!
Sayıları ikiye katlamayı düşünenler ne olur biraz empati yapsınlar. Kendileri ya da en yakınları, sağlık sorunları nedeniyle yaşam mücadelesi verirken başuçlarında nasıl bir hekim isterler?
Onu düşünüp, ona göre karar vermeliler.
Yeterli eğitim almamış ve yeterli pratiği yapmamış mühendislerin yaptığı evler gibi yaşamlarımız da pamuk ipliğine bağlı olur ki hiçbirimizi bu duruma düşürmeye de hiç kimsenin hakkı olmamalı.
Kamusal alanlara hizmet veren mesleklerde, gerekçesi ne olursa olsun kaliteden asla taviz verilmemelidir!
Bu noktada, sayıları şişirmek yerine mevcut kadroları nasıl elde tutarız konusuna kafa yorulsa sanki çok daha iyi olacaktır.
Özetin özeti: Hasta olmadan doktorun, evimiz başımıza yıkılmadan mühendisin, çocuklarımızı hayata küstürmeden öğretmenin, haksızlığa uğramadan yargının önemini kavradığımız gün, ileriye çok daha emin adımlarla yürüyeceğiz.