Dünyada bizim gibi kolay akademik unvan veren var mı bilmiyorum ama daha da vahimi, bu unvanların olur olmaz her yerde kullanılması.
Doktora sonrası akademik unvanlar, kadroya bağlı olduğu için görev yapılan üniversiteden başka bir üniversiteye gittiğinizde çok da kabul görmez. Bu yüzden aslolan doktoradır. Zaten isimlerinin önünde de genelde hep Dr. unvanı vardır. Yurt dışında profesörlüğü kullanana pek rastlayamazsınız. Oysa bizde tam tersi. Ayrıca bir de doktorasız profesörler var ki o da tam evlere şenlik...
Doktora eğitimi en kallavi olanı.
30 hatta 40-50 yılını tamamlamayan üniversitelere bu hak genellikle tanınmaz.
Yıllar önce daha mezun bile vermeyen üniversitelere bu hak tanındığında hayretler içinde kalmıştık. Sonrasında alıştık, gittik.
Alanında tek profesörü olmasa da doktora eğitimi veren üniversiteleri gördüğümüzde ise şaşkınlığımız tavan yapsa da ona da alıştık.
Tezsiz doktora dönemini de yaşadık, doktora baraj puanlarının yükseltileceğine, düşürüldüğünü de gördük. Hem de kaliteden en fazla söz edildiği dönemlerde!..
Profesörlük, akademik kariyerin en tepe noktası olsa da asıl önemli olan doktoradır. Orada sorun varsa sonrası için ne yapsanız boşunadır.
Ve maalesef bu konuda çıtayı yükselteceğimize hep esnettik. Tek amaç var, o da doktoralı sayısını artırmak. Hatta bir ara kurum çalışanlarına taksitle doktora eğitimi veren vakıf üniversiteleri oldu.
Peki, doktora tezleri ne kadar bilimsel ve daha da önemlisi hangi konuda hangi açılımı getirdiler?
Dünya genelinde kaç refere aldılar ve hangi soruna çare oldular?..
Tabela profesörleri
Herhangi bir alanda profesör unvanını gördüğünüzde etkilenmemek mümkün değil.
Doktor arıyorsanız mutlaka Prof. Dr. olsun isteriz.
Tarımda, ekonomide, mühendislikte ya da hukukta da durum farklı değil. İlle de profesör olsun deriz. Çünkü çok mürekkep yalamıştır, çok okumuştur, çok araştırmıştır.
Gerçek anlamda bu unvanı taşıyanlar da zaten öyledir.
En az iki yabancı dilleri vardır. Mutlaka yurt dışı deneyimleri bulunur. Tezlerinin yanı sıra kitapları ve uluslararası yayınları vardır, yüzlerce doktora öğrencisi yetiştirmişlerdir, saha tecrübeleri vardır, teori kadar pratikleri de söz konusudur ama en önemlisi sürekli kendilerini yenilerler.
Peki, profesörlerimizden ne kadarı dünya ölçeğinde?
Onu YÖK’e sormak gerekir ama çok başarılı akademisyenlerimiz olduğu kesin. İşte onlar, ne kartvizitlerine ne de büro tabelalarına asla akademik unvanlarını yazmazlar, onu farklı amaçlarla kullanmazlar. Keşke herkes biraz olsun onları örnek alsa...
Eskiden okumuşlara saygı duyulur, profesörlerin önünde de ayağa kalkılır, düğme iliklenir, can kulağıyla dinlenir, söylediği hiçbir söz asla sorgulanmaz “O ne diyorsa doğrudur” denilirdi.
O yüzdendir ki Atatürk, “Benim söylediklerim bilimle çelişirse, benim dediklerimi değil, onları dikkate alın” demiştir.
Bazen öyle profesörlerle karşılaşıyoruz ki kesinlikle bu kadarı da olamaz diyoruz. Bırakın entelektüel derinliği, uzmanı olduğu konularda bile en ufak bir birikime, deneyime ve farkındalığa sahip değiller. Bazen o konunun çırakları bile söylemlerine, yaptıklarına kıs kıs gülüyorlar.
Özetin özeti: Yeni YÖK’ün yerine gelen En Yeni YÖK, belki bu konuyu da gündeme alır ve akademik saygınlığın daha fazla erozyona uğramasının önüne geçebilir!..