Onlara, yakın zamana kadar tost ve test kuşağı deniliyordu şimdi bu eşleşmeye bir de tuş eklendi. Gün boyu binlerce kez tuşlara basıyorlar.
Bu konuda öylesine becerikli ve hızlılar ki artıları da eksileri de uzun uzadıya tartışılır. Hızlı düşünüyor, hızlı karar veriyor, hızlı bir şekilde eyleme dönüştürüyorlar.
Kâğıt kalemle bu kadar hızlı hareket etmeleri mümkün değil, tuşlar onları adeta uçuruyor.
Peki, bastıkları her tuş ya da onun kazanımı olan bilgiler, oyunlar, emojiler ne kadar kalıcı?
Beyinlerinin bir köşesine kazanıyor mu yoksa anında uçup gidiyor mu?
“Tost ve test gibi günü kurtarmanın ötesine geçmeyecekse harcanan onca zaman niye?” diyenler çıkabilir ama kararı yine de onlara bırakmak gerekir.
Artılarını eksilerini anlatmak ise hepimizin görevi olmalı…
Örneğin parmaklarda yarattığı erozyon ve dijital bağımlılık mutlaka göz önünde bulundurulmalı!..
Zaman kullanımı ve bilgi yüklemede asla kontrol kaybedilmemeli. Yüklü müfredat ve sınavlar nedeniyle çocuklarımızı adeta bilgi hamalları haline getirdik.
Öğrenim hayatımız boyunca yüzlerce derste, binlerce konuyu öğreniyoruz, sınava giriyoruz.
Peki, bu öğrendiklerimizin yaşamda bir karşılığı var mı?
Eskiden böyle miydi?
Örneğin vatandaşlık haklarımız en ince ayrıntısına kadar öğretiliyor ve yaşam biçimi haline getiriliyor mu?
Örneğin öğrenim gördüğümüz alanda, bırakın başkalarını biz kendimizi yeterli hissediyor muyuz?
Örneğin okulun sadece akademik hayatla sınırlı olmadığı, sporla, sanatla, sağlıkla ve farklı etkinliklere sosyal yaşama da hazırladığına inanıyor musunuz?
Örneğin elinizden bir iş geliyor mu?
Örneğin karşılaştığınız basit sorunlara anında çözüm üretebiliyor musunuz yoksa alışılmış davranışların otomatiğine mi bağlandık?..
Daha yüzlerce madde sıralanabilir ve hemen hepsi de eğitim ve öğretimin amaç ve hedefleri arasında yer alıyor.
Sınavkolik ve dijitalkolik olmadan önce, öğrenilen ya da öğretilecek her bilginin yaşamda bir karşılığı vardı.
Peki ne oldu?
Yaşam odaklı eğitimden vazgeçip sınav odaklı eğitime yönelince bugünkü bu noktaya geldik. Tost ve test kuşağı yetiştirmenin ötesine geçemedik!
Dijital bağımlılık, alkol ve tütün bağımlılığını bile gölgede bırakır noktaya geldi. İstediğimiz bu muydu?
En değerli varlığımız olan çocuklarımıza bunu mu layık gördük?
Ne olur artık biraz da bu konulara kafa yoralım.
Eğitim deyince yüzünü buruşturan öğrenciler, öğretmenler, veliler akla gelmemeli. Çocuklarımızı okuduklarına, okuyacaklarına asla pişman etmemeliyiz!
Bu o kadar zor mu?
Kesinlikle hayır.
Biraz ilgi, biraz özen, biraz liyakat ve en önemlisi de biraz samimiyet tüm sorunları çözmek için yeter de artar ama ara ki bulasınız!..
Sessizlik?
Öğretmen mülakatlarında derin sessizlik var. Fırtına öncesi sessizlik mi yoksa her şey yolunda mı gidiyor belli değil?
Umarız her şey yolunda gidiyordur! Umarım hak eden hakkını alır.
Yılların alın teri, birikimi, hayali 5, 10 dakikayı aşmadığı söylenen mülakatlarla hüsrana dönüşmemeli!
Mülakatın kazananı alın teri, liyakat, öğrenci sevgisi ve pedagojik donanım olsun ki tam da okullar açılırken bir de kopan fırtınalara bir yenisi eklenmesin.
Eğitimin ve özellikle de öğretmenlerimizin ciddi sorunları var. Her fırsatta bunu dile getiriyorlar ama seslerini duyuramıyorlar. Konu başlıklarını bir kez daha MEB’e hatırlatmakta yarar görüyoruz.
İşte onlarda sadece birkaçı:
* Ücretli öğretmenler
* 10 yılı dolan ve uzmanlık kadrosu bekleyenler
* Parçalanmış öğretmen aileleri için il emri
*Öğrenim süresi dolan ya sınıfta kalanlar için yeni bir açılım
* Maaşlar
* Yeni öğretim yılı ödeneği
*Hormonlu notlar
* Öğrenim ücretleri
*Forma, kitap, ulaşım ve yemek ücretleri
* Mesleki eğitim
* Köy okulları
* Denklik
* Staj ve istihdam
* Unutulan PİKTES öğretmenleri ve daha neler neler..
Özetin özeti: Yeni öğretim yılı öncesinde yapılacak çok işimiz var. Bu yüzden ne dayatmalarla ne yapbozla ne de polemiklerle kaybedeceğimiz bir saniyemiz bile yok!..