Tüm zamanların en tuhaf sezonunun bu evresinde takımların nasıl futbol oynadıklarını iyisiyle veya kötüsüyle yorumlamak kolay değil.
Neredeyse 3 aylık bir boşluk verildi, hatta hukuksal olarak kimi futbolcuların sözleşmesi dahi sona erdi. Böyle bir ortamda kalan 8 maçlık sıkıştırılmış sezon finalinin elbette takımlar tarafında kimi tolerasnları olacaktır.
Bunu cebimize koyduktan sonra kuşkusuz hiçbir şeye karşı da yorum yapmayacak değiliz; çünkü söylenmesi gerekenler de var.
Ozan Tufan’ın kırmızı kartıyla konuya girelim.
Olay hakemin 3 metre önünde gelişiyor. Sn. Atilla Karaoğlan bütün olan biteni görüyor ve sarı karta hükmediyor. Normal şartlarda konunun burada sona ermesi beklenirdi. Çünkü görüş alanında olan bir pozisyona hakem karar vermiştir.
Peki ne oldu?
Hakem VAR’a “ben böyle bir karar verdim ama vicdanım rahat değil, şuna bir bakın!” mı dedi?
Büyük sorun!
Ya da; VAR müdahale edip “Sn. Hakem sen 3 metre önünde olanı göremiyorsun, git bir daha bak!” mı dedi?
Daha da büyük sorun.
Bu Fenerbahçe’nin lig yarışının başa baş devam ettiği bir yerde olsaydı diye düşünün.
Kuşkusuz ilk defa olmayacaktı; sezon içinde bu ve benzeri kararları sıklıkla izledik.
Fenerbahçe maçı 1-0 kaybetseydi kuşkusuz buradan çok tartışma çıkardı.
Ama son on dakikaya sığan, Fenerbahçelilerin özlediği bir geri dönüş izledik.
Şimdi bu geri dönüş sürecine bakalım.
Fenerbahçe’nin iki sezondur bir oyun planı yok. Büyük iddialarla kurulacağı söylenen futbol aklıysa bir türlü yerine oturtulamadı.
Yani; Fenerbahçe’nin bir futbol aklı vardır, bilirsiniz. Ancak peş peşe gelen talihsizlikler sonucu bunn bir türlü uygulayamazsınız; kısmen anlaşılır bir durumdur. Tartışma açmamak için örneklendirme yapmıyorum.
Futbol aklının olmadığı yerde oyun planı oluşturmak için de donanımlı teknik adamlara ihtiyacınız olur. Elindeki malzemeye bakarak, yetinmesini bilir ve ortaya bir şey koyar. Geçmiş dönemlerde bunun örneklerini gördük; mesela Advocaat böyle bir teknik direktördü. Yine tartışma açmamak için başka örnek vermeyeceğim.
Bu sene Fenerbahçe’nin heba edilmiş bir sezonudur. Çok fazla şey yapılabilecekken geride ligde kendisine ilk beş arasında bir yer bulma arayışında olan ve Kupa ile avunacak bir takım kaldı.
Takımın her şeye karşın potansiyelinin yüksek olduğu da ortadadır.
Zaten futbol aklının ve peşinden de oyun planının olmadığı yerde geriye futbolcuların potansiyeli, bilgisi, zekası kalır.
Bu da sahayı üç boyutlu düşünebilen futbolcularla olur.
Bir pozisyondan örnek vereceğim; 50. dakikada Rodrigues sağ taraftan çizgiye inerken ceza sahasının içindeki Mevlüt’ün oyunu genişletmek için, arkadaşından uzaklaşarak kaleyi cepheden görebileceği bir pozisyon alması gerekirdi. Bu durumda Rodrigues’e de bir pas alternatifi yaratmış olurdu.
Ancak Fransa’da yetişen bu oyuncu Rodrigues’e doğru çizgiye hareketlenerek hem savunmanın birbirine yaklaşması, hem oyun alanını daralmasını hem de Rodrigues’in bu sıkışıklıkta topu kaleye göndermekten başka bir seçeneği kalmamasını sağladı.
Bu oyun Fenerbahçe’nin sıklıkla yinelediği bir taktik organizasyon olmadığı için, oyuncuların bireysel tercihlerinin önplana çıkması gerekiyordu.
Kenarda böyle bir taktik çizen bir teknik direktör olsa muhtemelen futbolcusuna oyunu genişletecek bir planı tekrar tekrar çalıştırırdı. Bu durumda da futbolcunun sahayı üç boyutlu algılaması, oyun bilgisi ve yeteneğine bu kadar ihtiyaç kalmazdı.
Umarım ne demek istediğim anlaşılıyordur.
Mesela Ferdi Kadıoğlu’nun oyundan alınış hamlesi taktiksel midir yoksa sahadaki yaş sıralamasından kaynaklı bir mecburiyet midir?
Kim karar verdi?
Ben merak ediyorum.
Fenerbahçe’nin kenarda tüm bu süreçleri birlikte yöneten dört kişilik bir komitesi var görünüyor.
Yalancı Yarim diye çok sevilen bir yerli film vardır. Münir Özkul burada bir pazarcı rolündedir. Ancak olaylar gelişir Münir Özkul zengin işadamı Derviş Bey sanılır ve düğünde diğer işadamları ona “Ortak Pazar hakkında ne düşündüğünü” sorarlar. Münir Özkul’un cevabı yaptığı işiyle çok bağlantılı ve yerindedir. “Pazarcılıkta ortaklık olmaz!” der ve herkes çok beğenir. Takdir eder.
Fenerbahçe’nin süreci buraya getirmesi belki dönemsel bir mecburiyetten kaynaklandı ancak araya giren sürenin çok daha donanımlı ve çerçevesi net bir şekilde belirlenmesi gerekirdi.
Bu olumsuzluklara karşın Fenerbahçe yine sahada bilgisi, becerisi, aklı, yeteneği olan futbolcularının katkısıyla tüm bu zor şartlara karşın kazanmasını bildi.
Gustavo’nun golü çok güzeldi ve aslında çok daha öncesindeki denemelerinde bunu hak etmişti.
Altay belkide oyunun kaderini tek başına değiştiren Fenerbahçeli futbolcu oldu. Karşı karşıya kaldığı hiçbir pozisyonda topun kendisine dokunmamasına izin vermedi. Müthiş refleksle oynadı. 3 puanı önce Altay’a sonra da Gustavo’ya yazmak gerekiyor.
Fenerbahçe’nin bu mecburiyetleri içinde Ferdi ve Zajc’ın saha içinde olmsının doğru tercihler olacağını düşünüyorum.