SiyasetUmut yeni orta sınıf

Umut yeni orta sınıf

10.09.2008 - 00:58 | Son Güncellenme:

Sosyal demokrasi öncelikle emeğin siyasal ifadesidir. Ancak sanayi toplumunun en büyük kesimini oluşturan örgütlü endüstriyel işçi sınıfı artık oldukça küçülmüş durumdaİşçi sınıfındaki bu değişim, beyaz yakalıların oranını ve önemini artırıyor. Avrupa’da sosyal demokrat taban bu ‘yeni orta sınıf’a döndü. Büyük sol bunu dikkatle izlemeli

Umut yeni orta sınıf

Sol, Çıkışını Arıyor” yazı dizimizin bugün 10’uncu ve son bölümü. Önceki dokuz gün boyunca solda siyaset yapan veya sol üzerine düşünen 18 önemli isimle görüştük.

Haberin Devamı

Bu görüşmelerdeki çabamız, kişilere odaklanmak değil, tıkanma noktası olan sorunları büyüteç altına yatırıp, bunların nasıl aşılabileceğine ilişkin yeni bakış açıları ortaya çıkartmaktı.

Yine aynı çaba gereği şimdi de bir başka önemli ismi sayfamıza taşıyarak noktayı koyuyoruz: ODTÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sencer Ayata.

Ayata’yla, dizi boyunca edindiğimiz izlenimlerle, sizlerin e-maillerinden çıkardığımız bazı ana başlıkları konuştuk. Dolayısıyla dizinin çok genel bir değerlendirmesi de yapılmış oldu.

Elbette Sencer Ayata’nın görüşleri başka yorumcular tarafından başlatılacak, başka yeni tartışmalara yol açabilir, ancak biz sözümüzü şimdilik burada değerli sosyoloğun analizleriyle bitiriyoruz:

Haberin Devamı


- İlk şunu soralım: Solcular niçin hep tartışır?

Bunun birkaç nedenini sayabiliriz: Birincisi olumlu, çünkü sol kesimde otoriteyi reddeden, hiyerarşi tanımak istemeyen, aklına güvenen, bireyselliğini ön plana çıkaran kimseler daha fazla. Daha çok sorgulayan daha çok başkaldıran...


- O zaman bu bir haslet aslında?

Tabii, bu durum modernleşme, hatta bir ölçüde laik kültürle çok ilgili. Solda daha yaygın olarak görünen bu insan tipi ezbere, itaatçi bir eğilim içine girmek istemiyor.


- Peki sağ alandaki insan tiplemesinde durum nasıl?

Aslında merkez sağ da giderek sola benzemeye başladı. Eski anlayışından koptu. Merkez sağdaki itaat ve “tartışmama hali” şimdi yerini “önce kendini kollayan” bireye bıraktı. Zaten merkez sağdaki bunalım da bir ölçüde bu değişimle ilgili. Ama Türkiye’de cemaatin, bireyi oldukça güçlü olarak denetleyebildiği kesimler de var. İtaatçi kültür hâlâ sürüyor.

Solun birey tipi biraz geçimsiz 

- Bunlar sol adına pozitif sebepler; ya peki sürekli bir tartışma çıkaran negatif özellikler ne?

Tabii solun olumsuz yanlarını da sayalım: Biraz hesapçı, egoist, iddialı, önce “ben” diyen, kendi dışındakine “içselleştirilmiş” bir saygısı az, biraz geçimsiz bir birey türü. Yani işbirliği ve paylaşma ruhu biraz zayıf. 


- Acaba itaatçilikten bu ruh haline gelmiş birey, kültürel bir evrim daha geçiremez mi?

Haberin Devamı

Ben ileride hem bireyselliğini vurgulayıp hem de bireyselliğini başkalarıyla sosyal olarak paylaşabilen bir insan, ilişki biçimi giderek ön plana çıkacak diye düşünüyorum. Düşünerek, öğrenerek, değişerek… Daha önemli değişiklikler de o zaman olacak.

Solda güçlü bir merkez yok

- Üçüncü neden nedir?

Şimdi herkes “Tartışmayı bıraksın, sol birleşsin” diyor, ama “Sol nedir” diye sorduğunuz zaman birbiriyle hemen anlaşamayan, o yüzden de kolay kolay yola çıkıp beraber hareket edemeyecek çok sayıda görüş var.


- Sebebi?

Çünkü Türkiye’yi dönüştürme ve yönetme iddiasında olan, demokratikleşme-kalkınma-eşitlik doğrultusunda, güçlü bir sosyal demokrasi yok. Oysa İngiltere, Almanya’daki gibi güçlü bir sol siyasi merkez olsa diğer sol eğilimler onun çevresinde, partilere dinamizm katan zengin bir tartışma ortamı oluşturur. Sosyal liberalizm, kozmopolit sol, demokratik sosyalizm, ulusal sol, vs… Ortada güçlü bir merkez olmayınca bu grupların hepsi bir yere savruluyor ve o yüzden de gerçek bir tartışma pek yapılamıyor.

Haberin Devamı

Sol aslında hiç gerçek anlamda tartışmadı

- O zaman dördüncü sebep de “gerçek bir tartışmanın yapılmaması” mı?

Aynen, biz “sol sürekli tartışıyor” sanıyoruz, ama aslında sol henüz ciddi bir tartışma yaşamadı. “Çok konuşmak”la sistemli tartışmayı karıştırıyoruz. Örneğin TÜSES, SODEV, TESAV gibi platformlar var, ama solun Avrupa’da olduğu gibi sorunları programatik hedefler haline getiren büyük tartışma platformları hiç yok.


- Dünyada durum nasıl?

Sosyal demokrat partiler her zaman sağ partilere göre daha çok tartışır. Çünkü sağ partiler ekonomik hedefler, somut politika gündemleriyle hareket ederler. Ama sosyal demokrat partiler ideoloji ve program partileridir. Daha fazla entelektüel olma ve tartışmak zorundadırlar. 

 
Bölünmenin temelinde “liyakat” sorunu var

- “Tartışma” dışında bir diğer soracağımız konu da “bölünme”; sol neden bu kadar bölünüyor?

Çünkü solda gücü ele geçiren taraf, il veya ulusal düzeyde olsun, “Ya hep ya hiç” diyor. Yani yapının bütününü istiyor. Diğer tarafla bir paylaşmaya gitmiyor. Böylece dışlanmayı yaratıyor. İçeride bir kişi, küsen dört kişi. Hep böyle.

Haberin Devamı


- Aslında bu solun AKP’ye ulusal ölçekteki eleştirisi değil mi?

Tabii aslında AKP’nin bu eleştirdiği özelliğini sol kendi kendine yapıyor. Onun için de partiler içindeki gruplar katman katman dışlanıyor, dışlandıkça da bölünüyor.


- Çaresi?

Liyakati ölçen yarış sistemleri oluşturmak. Çünkü liyakati iyi ölçmediğiniz zaman siyasi üstünlüğü ele geçiren kişi diğerleri tarafından hep sorgulanıyor. Oraya adil bir yarışın sonunda gelmediği için hak etse bile diğerleri tarafından tanınmıyor. Parti içi kademelenme benimsenmiyor. İçselleştirilip meşrulaştırılmıyor.

“Kurtarıcı lider” beklemek sola zarar veriyor

- Bir de “lider” meselesini soralım Hocam, diziyi hazırlarken edindiğimiz izlenim Türkiye solunun yeni bir lider beklediği şeklinde; sizce?

Bir liderin çıkıp, Türkiye solunu kurtaracağı ciddi bir iddia değildir. Yani “Nasıl AKP Erdoğan’la yapıyor, biz de yapalım” anlayışıdır bu. Bir kere Erdoğan’ın büyük bir İslami hareketin başında oturan bir lider olduğu unutuluyor. Binlerce meslek kuruluşu, vakıf, cemaat, dernek, vs. Bir zamanlar CHP de sadece başarılı bir parti değil, tüm solu taşıyan kapsamlı bir sosyal hareketi temsil ediyordu. Ecevit bu hareketin üstünde yükseldi. Yüzde 42 böyle alındı. Yoksa “en hızlı seçmen öpen lider” fikriyle bir yere gidilemez. Kaldı ki solun bir siyasi kültürü var. Bu model solda tutmaz.


- “Kurtarıcı lider” yerine siz ne öneriyorsunuz?

Sistemli çalışma, programatik hedefler geliştirme ve bunları sabırla yaygın bir kamuoyuna iletme. Vizyon, sabır, özenli ve özverili çalışma. Bunları yapmak yerine “kurtarıcı lider” bekleyişi aslında sola çok büyük zarar veriyor.

CHP’nin hatası çok

- Bu dizi süresince de solun en ağır eleştirilerinin hedefi CHP ve yönetimiydi. Deniyor ki, “CHP devleti kuran parti ve bu devlet kimliğiyle sosyal demokrasi kolay kolay bir araya gelemez”?.. 

CHP, geçmişte bu “Cumhuriyeti kuran parti” kimliğine ortanın solu kimliğini de ekledi. Tüm partilerden önce sosyal demokrasiyi benimseme yönünde bir siyasi tercihte bulundu. Herkes kabul etmeyebilir, fakat şunu da iddia etmek mümkün; CHP geçmişte devlet kurucu mirası ile sosyal demokrasi arasında bir uzlaşmayı sağlayabilmişse bunu günümüzde daha da ileri boyutlara taşımaması için bir neden yok. 


- Ama taşımıyor; yapılan eleştiri bu: CHP’nin bir sosyal demokrat parti olma özelliğini artık geride bıraktığı…

Doğru, çünkü halkla arasında iletişim sorunu var. Yeni koşullara uyum sağlama çabaları zayıf. İktidar partisi imajı veremiyor. Dış dünyayla yeterince ilgilenmiyor, gelişmelerle yüzleşmiyor. Parti içi demokrasi işlemiyor. En önemli sorunu da siyaseti sadece parlamento ekseninde yapıyor. Yani bırakınız toplumsal ağlarla birlikte siyasi mücadeleyi, parti teşkilatı bile gerçek kapasitesinin çok altında çalışıyor. Siyasi gündemi, bu konu çok önemli olmakla birlikte laiklik ve bir ölçüde güvenlik sorunları ile sınırlı. Oysa Türkiye’nin yapısı o kadar karmaşıklaşmış ve iç ve dış konu gündemi o kadar çeşitlenmiş ki.

Uzlaşmayı yeni orta sınıf sağlayacak

- İşte bu da CHP’ye alternatif arayışlarını gündeme getiriyor; siz ne düşünüyorsunuz?

Şunu hatırlamamızda yarar var: Diğer sol partiler de başarılı olamıyor. Kaldı ki yüzde 21 oy var. Ortada bir ana muhalefet ve bir parti var. Tek bir alanda da olsa güçlü muhalefet yapıyorlar. CHP yönetimlerinde birikimli, uzman politikacılar var. Bir o kadar da parti içi muhalefette var. SHP’de ve DSP’de değerli bir birikim var. 10 Aralık Hareketi’nde çok değerli isimler var. Önemli işler yapacaklar. Siyasi partilerin dışında duranlar var. Daha da önemlisi siyasete dahil edilmesi gereken yeni toplum kesimleri var. “Yeni orta sınıf” var ki ben ağırlıkla merkez sola oy veren bu kesimin siyasetin en büyük potansiyeline sahip olduğu kanısındayım.


- Siz başından beri yeni orta sınıfın, ki zaten bu tanımın isim babası da sizsiniz, Türkiye’de kilit rol oynayacağını savunuyorsunuz...

Çünkü emekçilerle iş dünyası arasındaki uzlaşmayı bu sınıf sağlayacak. Ama bu kesimler de hâlâ aynı çatı altında toplanamadı. Toplayıcı ideoloji, birlikte çalışma ruhu konusunda eksiklikleri var.

Yeni oluşumlar solda çıtayı yükseltiyor

- Peki şu önümüzdeki yakın gelecek itibarıyla sizce solda ne yapmalı?

Gündem hemen genel başkan değişikliği, iki partinin seçimlerde birleşmesi, dar anlamda projeler üretme gibi kısa dönemli tartışmalara hapsedilmemeli. Bana göre işe önce bir “sosyal kurutuluş” projesi hazırlayarak başlamak gerek. Çünkü cemaatçiliğin tek ciddi alternatifi bu “sosyal yurttaşlık, güvenlik ve eşitlik” ilkelerini temel alan bir sosyal proje. Solun kurtarıcı lidere değil, ama büyük bir sosyal kurtuluş projesine ihtiyacı var.


- Böyle bir projenin hazırlanmasında yeni oluşumlarının yeri ne olmalı sizce?

Ben yeni oluşumlarla birlikte bir çıta yükseltme yarışının başlayacağını tahmin ediyorum. Sayın Şahin buna “katalizör rolü” diyor. Buradan varılması gereken yer ise “sosyal dönüşüm vizyonuna sahip bir siyasi parti”, solu güçlendirecek bir örgütlenmenin oluşturulması. 

CHP yüz yıllık birikimini kullanmalı

- Ve siz bu partinin yine CHP içinde örgütlenmesini öneriyorsunuz, değil mi?

CHP, yaklaşık yüz yıllık kurum ve yüz yıllık tarih. Duraklama ve iniş dönemleri var. Geçmişte yepyeni modern bir ülke kurma vizyonu olmuş. Demokrasiye geçme vizyonu olmuş. Sosyal demokrasiyi geliştirme vizyonu olmuş. Hataları da olmuş. Ama yüz yıl gerisini görebilen bir hafızası var. Bu Türkiye’de çok zor bulunan bir özellik. Yüz yıl gerisini görebilen ilerisini de görebilir. Görmelidir de…


- Görmezse?

Ben Türkiye’de güçlü bir sosyal demokrasinin vazgeçilmez olduğu kanısındayım; bu boşluk mutlaka doldurulur.

10 MADDEDE SOSYAL DEMOKRATLARIN ÇIKIŞ YOLU

Prof. Dr. Ayata, dizideki tartışmalardan da yola çıkarak yönelttiğimiz sorular üzerine bizlere sosyal demokratların çıkış yoluna ilişkin bir perspektif çizdi. Ayata’nın, “sosyal demokratların hangi tepeleri aşması gerektiği”ne ilişkin bu analizini biz 10 soru ve yanıtta topladık. Bu 10 madde için, Sencer Hoca izin verse, belki de “Türkiye sosyal demokratlarının 2008 manifestosu” diyebilirdik. Bunu demiyoruz, ama gazete metninden daha genişletilmiş olan buradaki 10 maddeyi de tüm sosyal demokratların veya gerçek bir sosyal demokrasiyi Türkiye için bir çıkış yolu olarak görenlerin dikkatine sunuyoruz:


1- Sosyal demokratların ilk yapması gereken nedir?

İdeolojiye netleştirmek.Sosyal demokrasinin küreselleşme, AB, emek, girişim ve piyasa, devlet, sosyal harcamalar, ulusal güvenlik, kimlikler gibi temel konularda net görüşleri olmalı. Ecevit’in 1965’te kaleme aldığı “Ortanın Solu” kitabı program ve proje açısından zayıf olabilir, ama oradaki ideolojik netlik ve zenginlik daha sonra tekrarlanamamıştır.


2- Küreselleşme karşısında sosyal demokratların nerede durması gerekiyor?

Sol uzun bir süre küreselleşme konusunda bocaladı. Bir uçta küresel piyasanın işleyişi tıpkı önüne durulmaz bir tabiat olayı gibi takdim edildi. Diğer uçta küreselleşme büyük bir siyasi komplo olarak algılandı. Küreselleşme güçlü iç dinamikleri olan bir süreç. Ama aynı zamanda dünyanın güçlü siyasi ve iktisadi aktörleri tarafından yönlendirilen ve empoze edilen bir neoliberal küreselleşme de var. Solun son dönemde siyasi gündemi etkileme konusundaki yetersizliği bu süreci iyi anlayıp kararlı bir duruş ve akıllı stratejiler geliştirememesinin de bir sonucu. Sosyal demokrasi iki temel konuda net bir tutum sergilemeli:


a)
Küresel piyasaları düzenleme çabalarına aktif destek vermek. Küreselleşmeyi insanileştirme mücadelesine uluslararası bir sosyal demokrat dayanışma anlayışı içinde katkıda bulunmak.


b)
Korunmacı ve kapanmacı bir dönüşün mümkün olmadığını kabullenerek Türkiye küresel mekanizmalar içinde nasıl daha güçlü bir konumuna getirilebilir sorusuna odaklanmalı. Ulus-devletlerin ulusal ekonomileri küresel rekabet ortamı içinde yönetme kapasitesi sanıldığı kadar sınırlı değil. Kanımca solun ulusal çıkar anlayışı da bu iki temele oturtulmalı; daha çok uluslararası işbirliği ve daha yüksek ulusal rekabet gücü.


3- Solun son dönemde özellikle AKP üzerinden yaptığı “demokrasi” tartışmasında sosyal demokrasi neyi savunmalı?

Sosyal demokrasinin “demokrasi” gündemi siyasi liberalizmle tüm bu hedeflerde örtüşmek zorundadır. Yalnız Türkiye bağlamında demokrasi vurgusunun üç önemli yönü daha var:


a)
Ülkemizde demokrasi sadece devlet gücünün sınırlandırılması konusunda değil. hükümet gücünün sınırlandırılması konusunda da büyük sorunlar yaşıyor. Çoğunluk gücü, bizim merkeziyetçi idari sistemimizle üst üste bindiği zaman müzakere ve uzlaşma olanağı ortadan kalkıyor. Siyaset, bürokrasi, yerel yönetimler, ekonomik güç, yerel güçler, cemaat gücü giderek “bütünleşen bu güç yapısı”na dönüşüyor ki bu gelişme demokrasi açısından gerçekten endişe verici.


b)
Türkiye’de bireyler yeterince gelir ve güvence sahibi olmadığı için kişisel bağımlılık ilişkileri içine giriyorlar. Bağımlılık ilişkilerinin bu denli yaygın olduğu bir toplumda demokrasinin atomu olan özgür insandan söz etmek zorlaşır.


c)
Demokrasi bir eşitlik sorunudur. Sosyal demokrasi de bireyin pozitif özgürlükler vasıtasıyla güçlendirilmesini hedefler. Yani iş, sosyal güvence ve eğitim hakları temelinde. Demokrasi ancak ortalama insanın güçlendirilmesi sonucunda güçlenir. Sosyal demokrasinin tarihi misyonu da bunu sağlamak olmuştur.   


4- Sosyal demokrasinin sınıf temelinde “yeni orta sınıf” niçin öne çıkıyor?

Sosyal demokrasi deyince akla öncelikle bir işçi hareketi ve bu kesimin çıkarlarını savunan bir kitle partisi gelir. Ancak Türkiye’de bu tabana ilişkin önemli sorunlar var; solu yeterince tanımıyor olması, işçilerin muhafazakarlaşması, zayıf örgütlenme ve 12 Eylül’ün yarattığı sarsıntılar. O nedenle sosyal taban üzerinde etkili olmak için bu tabanda meydana gelen değişiklikleri iyi anlamak gerekiyor:

a) Sanayi toplumunun en büyük kesimini oluşturan örgütlü endüstriyel işçi sınıfı artık oldukça küçülmüş durumda.

b) Türkiye’de çalışanlar arasında ciddi bir çeşitlenme ve farklılaşma var. Bunların çok büyük bir bölümü topraksız köylü, tarım işçisi ve kayıt dışı çalışanlar. Hastanelerde, bürolarda, şirketlerde, okullarda, otellerde, AVM’lerde çalışan milyonlar var.

c) Etnik ve dini yani kültürel temelli farklılıklar.

Bu nedenlerle beyaz yakalıların oranı ve önemi artıyor. Avrupa’da sosyal demokrat taban esas olarak bu kesime döndü yani yeni orta sınıfa. Bu bilgi ekonomisinin gelişmesinin sonucu. Bu gelişmeyi büyük bir dikkatle izlemek şart. Karşımızda hızla değişen ve bize özgün bir yapı var. Bir ülkede sosyal demokrasinin başarısı da öncelikle değişim süreçlerinin ve özgün yapıların iyi kavranmasına bağlıdır.


5- Solun çıkış momentumu ne olmalı?

Türkiye’de yaygın bir yoksulluk var. Gelir dağılımında ciddi bozukluklar var. Coğrafi dağılımda aşırı bozukluklar var. Sosyal güvenlik sistemi güçsüz.

Refah hizmetleri, sağlık, yiyecek, eğitim yardımları önemli ölçüde dini misyonlara bırakıldı. Ancak tüm bu olumsuz koşullara rağmen sol yoksulluk, eşitsizlik ve toplumsal dışlanma ile kararlı mücadeleyi öncelikli politika hedefi yapmıyor. Halkın sıkıntılarını çözme kararlılığı, böyle bir öncelliği yok gibi. Oysa sosyal demokrasiyi liberalizmden ve muhafazakâr demokratlıktan ayırt eden onun eşitlikçilik idealidir.

Bunun için de öncelikle işle, okulla, hastaneyle ilgilenen ve bu kurumların hizmet alanını ve kalitesini genişletmeye ve yükseltmeye çalışan bir sosyal demokrasi anlayışı gerekiyor. Sosyal demokrasi halkın gözünde AKP’ye karşı ancak bu sayede etik ve moral bir üstünlük sağlayabilir. Çünkü eşitsizlik ekonomik büyüme üzerinde öyle olumsuz sonuçlar doğuruyor ki, önümüzdeki dönemin en başta gelen konusu bu olacak. Unutmayalım ki günümüzde üretkenlik ve verimlilik artışı sağlama, yani büyüme ve zenginleşme, öncelikle eğitim ve sağlık koşullarının geliştirilmesine bağlı. Bu nedenle siyasi istikrar sağlamanın ve ekonomik büyümeyi hızlı ve sürdürülebilir hale getirmenin başlıca aracı sosyal adalet ve sosyal devlet. Yeni Türkiye modeli mutlaka bu sosyal anlayış üzerine oturmalı.

Sosyal harcamalar için kaynak çok yönlü olarak sağlanabilir. Yalnızca vergi yükünü üstlenen kesime yeni ve ek vergiler getirmek gerekmez. İstihdam seviyesinin yükseltilmesi, ekonominin daha fazla kayıt altına alınması, yolsuzluğun ve israfın önlenmesi, kamu tasarrufları ve bütçe ayarlamaları hep bu kapsamda değerlendirilebilir.

O nedenle bana sosyal demokrasinin geçmişteki en büyük ihmali nedir derseniz eşitlikçilik idealini ihmal etmiş olmak derim. Yeniden canlanmak için en sıkı tutunmaları gereken ip hangisidir derseniz eşitlikçilik mücadelesi derim.


6- Sosyal demokrasi, “devlet” aygıtını nereye koymalı?

Doğru, artık sadece devlet aracılığı ile toplumu dönüştürmek mümkün değil. Devlet büyük işveren olmaktan da çıktı. Bununla birlikte küreselleşme devletin önemini bir zamanlar iddia edildiği gibi ortadan kaldırmadı. Sosyal demokratlar için devletin piyasa güçlerini yönlendirme işlevi çok önemli. Temel bir denetim ve düzenleme çerçevesi. Fakat bu işlev yasakçı ve kısıtlayıcı değil, inisiyatif yaratıcı olarak algılanmalı. Devlet yönetir, düzenler, hizmet sunar, ama bilim ve teknolojiyi de geliştirir, vasıflı işgücü yetiştirir, ihracat pazarları bulur, yoksulluğu azaltmaya çalışır. Keza unutulmaması gerekir ki dünyaya açılmanın, uluslararası işbirliğini geliştirmenin en önemli araçlarından birisi yine devlettir. Uluslararası işbirliği amaçlayan kuruluşlara katılım öncelikle devletin işi olmaya devam ediyor. Ve sosyal demokrasi için belki de en önemlisi yalnızca devlet değil, ama genel olarak kamu eşitlikçiliği geliştirmenin başlıca unsurlarından birisidir. Yani sosyal politikaları yönlendirme… Eğitim, sağlık ve sosyal politikalar ne ölçüde farklı kurumlar tarafından yürütülürse yürütülsün öncelikle yine kamunun işidir.


7-. Sosyal demokratların çıkışı yoksulluk üzerinden olacak, ya peki altın formülü?

Sosyal demokrasi aslında ekonomik dinamizmi artıran ve toplumun zenginliğini hem işçilerin hem de işverenlerin yararlanacağı şekilde geliştiren bir sistemdir.

Uzlaşmanın temel dayanağı ise herkesin ekonomik büyümeden kazançlı çıkacağı inancıdır. Bizim siyasi kültürümüzde böyle olmasa de sosyal demokrasi özünde bir üzüm yeme işidir, bağcı dövme değil. Küresel piyasa koşullarında, özellikle gelişmekte olan ülkelerde böyle bir uzlaşma mümkün mü? Ben bu konu üzerinde bazı çalışmalar yapıyorum. Belki ileride bunları paylaşma fırsatı olur. Bu uzlaşma sürecinde iş ve çalışma koşullarının iyileşmesi ve eğitim, sağlık ve sosyal güvence hizmetlerinin sağlam bir zemine oturtulması çalışanların beklentisidir.


8- Ekonomi ve piyasayla nasıl bir ilişki kurulmalı?

Solun ekonomiyi yönetme iddiasında ciddi bir gerileme var. Ben elbette “Cumhuriyet solcu idi” demiyorum, ama savaş yıllarına kadar Türkiye’nin en parlak ekonomik büyüme dönemlerinden birisini gerçekleştirdi. Birçok temel ekonomik kurum bu dönemde oluşturuldu. İkincisi, hem sosyal demokrat hem de Marksist sol, 1960 ve 1970’lerde tamamen ekonomistik bir bakış açısından hareket ediyordu. Onların tasarladığı büyük ekonomik dönüşüm projesi devlet veya hiç değilse Ecevit için kooperatifler aracılığıylaydı. Ne zamanki devletin dönüştürücü rolü kısıtlandı, sol ekonomiden çekildi. Şimdi ekonomi yönetimi tamamen girişim dünyası ve piyasa merkezli hale geldi. Sosyal demokrasi işte bu ilişkide bocalıyor. Bir yandan emeğe yakın olmamız lazım deniyor, ama arada büyük bir kopukluk var. Böyle bir ilişki olmadığı için de “sermaye partisi olarak görünürüm” diye girişimciden uzak duruyor. Piyasanın iyi ve kötü, yeterli ve yetersiz olduğu yönler vardır. Ama güçlü ve sağlıklı işleyen bir piyasa büyümenin başlıca kaynağıdır. Teknolojik ilerlemeyi körükler, üretimi artırır. İstihdam da sosyal adalet için kaynak olacak vergiler de böyle artar. Sosyal demokrasi ülkenin girişim ve innovasyonu kapasitesini artırma konusunda en iddialı siyasi hareketi olabilir. Bu hedefe ulaşmanın en başta gelen araçları bilim, teknoloji ve sanayi politikalarının güçlendirilmesidir. Bu özünde bilgi ekonomisine geçiş tartışmasıdır. Bunun için sosyal demokrasinin kamuoyuna verimlilik, üretim ve innovasyon artışını temsil eden siyasi hareket olarak sunulması ve sosyal demokrat siyasetin buna göre yönlendirilmesi gerekir.


9- Sosyal demokrasi, kalkınma meselesine hangi temelden yaklaşmalı?

Günümüzde sosyal demokrasi için ana hedef ekonomik zenginliği artırırken sosyal adaleti geliştirmektir. Adil bir toplum düzenini ekonomiyi büyüterek yaratmaktır. Sola girişimciliğin dinamizmini, girişimciliğe de refah devletini ve sosyal adaleti katmak işte politikanın öncelikli hedefi olmalıdır. Bunlar zaten sosyal demokrasiye özgün kalkınma anlayışının temel taşlarıdır. Gelişmekte olan bir ülkede sosyal demokrasi aynı zamanda kalkınmacı-büyümeci olmalıdır.


10- Etnik ve dini eksendeki gerginliğe ilişkin sosyal demokratlar topluma ne önermelidir?

Türkiye’nin en önemli çatışma ve gerilim eksenleri din, mezhep, laiklik, ve etnik sorunlarla ilgili. Hepsi kendi içinde önemli, ama aslında bu sorunlar arasında sıkı bağlantılar da var. Örneğin din ve etnisite veya mezhep ve laiklik gibi. Madem sosyal demokrat bakış açısı ve politikalar üzerinde konuşuyoruz tümüne ilişkin birkaç genel değerlendirme yapabiliriz. Türkiye’de siyaset çoğu zaman dar bir alana hapsediliyor. Toplumsal ve ekonomik bağlamdan kopartılmış bir demokratikleşme veya laiklik tartışmalarına sıkıştırılıyor. Siyasi alanın sıkışmasının önemli nedenlerinden birisi de sosyal demokrasinin güçlü bir program ve harekete dönüşememesi. Kendi özerk siyasi söylem ve gündemini oluşturamaması. Oysa amaç etnik ve dini çatışmaları barışçı yöntemlerle yumuşatmak olmalıdır. Bunda da ben sosyal politikaları en güçlü araç olarak görüyorum. Yani etnik ve dini uçurumları yumuşatmak, çatışma eksenlerini müzakere alanlarına dönüştürmek ancak güçlü sosyo-ekonomik reformlarla, sosyal politikalarla, yani yoksulluğu ve eşitsizliği azaltacak ve sosyal adaleti geliştirecek politikalarla mümkün olur. Etnik ve kültürel gerilimler ve çatışmalar ancak büyüyen, ama paylaşan bir toplumda yumuşatılabilir. Elbette sosyal adalet insanların dini kimliklerini, etnik kimliklerini ortadan kaldırır demiyorum. Tabii ki kültür, ekonomi gibi önemli bir güçtür. Ayrıca bir etnik sorun, örneğin Kürt sorunu, ekonomik olduğu kadar kültürel, yerel olduğu kadar uluslararasıdır da… Ama Türkiye bu tür çatışmaları makul limitlere çekmekte önemli rol oynayacak sosyo-ekonomik tedbirlerden yararlanmakta çok hem de çok geri kalmıştır. Aynı şekilde laik rejimin sağlam bir toplumsal ve siyasi temel üzerine oturtulabilmesi de ortalama yurttaşın güçlendirilmesine ve onun özerk birey haline gelerek düşünce ve davranışlarını baskı altında tutan toplumsal ortamlardan kurtulmasına bağlıdır.