Fethullahçıların hareket tarzı ile Katolik Opus Die ve Koreli Moon tarikatlarınınki arasında önemli benzerlikler var
Rusen Çakır
Fethullah Gülen 1970 başlarında Nurculuktan koptuğunda bu hareket derin bir kriz içindeydi: Said Nursi'nin eserlerini (Nur Risaleleri) okuyup okutmaktan ve koyu bir sağcılıktan ibaretti. Gülen, önce politikadan uzak durdu; ardından epey bir emek gerektiren risaleleri hatmetmeyi sadece en yakın talebelerine zorunlu kıldı. Onun yerine kendi vaaz ve yazıları cemaatin temel eğitim kaynakları oldu. Bu yüzden kimi Nurcular Gülen'i, kendisini Said Nursi'nin yerine koymak, hatta ondan da ileri göstermekle suçladılar.
Nurculukta kısmen var olan iç demokrasiyi rafa kaldırdı; katı bir hiyerarşi ve disiplini temel aldı ve merkeze de kendisini koydu. Öyle ki uzun bir süre gençlerin eğitimiyle bilfiil meşgul oldu; cemaat içinde ondan habersiz en ufak adım atılamadı.
Eğitim hamlesi
Gülen'in zaman içinde Türkiye'nin en önemli İslami cemaat lideri haline gelmesinin bir dizi nedeni var. Her şeyden önce Gülen, Said Nursi'nin "devir tarikat devri değil, imanın yeniden ihdası devridir" sözüne sahip çıktı. Yani diğer cemaatler gibi zaten dindar olan kişilere değil, dinden uzak olduğunu düşündüğü kişilere yöneldi. Onları kazanmak için de diğer cemaatlerle değil, "laik" kesimle rekabet içine girdi.
Bu rekabet esas olarak eğitim alanında yaşandı. Said Nursi'nin "İslam ile pozitif bilimleri bağdaştırma" prensibinden hareketle cemaate bağlı üniversiteye hazırlık dershaneleri ve özel liselerde Türkiye'nin eğitim sistemine uygun, "başarılı" öğrenciler yetiştirildi. Ancak bu başarıların nasıl ve ne pahasına kazanıldığı sorgulanmadı.
Opus Die
Gülen'in Türkiye'de yepyeni bir çığır açtığı tartışma götürmez. Ama dünya için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Örneğin onun öyküsü İspanyol Josemaria Escriva'nınkiyle (1902 - 1975) epey benzerlikler taşıyor. Katolik bir papaz olan Escriva, daha 26 yaşındayken, Tanrı'dan aldığını söylediği bir ilham sonucu bir avuç yol arkadaşıyla birlikte kendi cemaatini kurmuştu. Ona göre "aziz" olmak için illa din adamı olmak gerekmiyordu; insanlar gündelik hayatlarını, mesleklerini aksatmadan da bu mertebeye ulaşabilirlerdi. Yani önemli olan laiklerin dindarlaştırılmasıydı.
Escriva'nın "Opus Die" (Tanrı'nın Eseri) adlı tarikatı, Vatikan'ın da onayıyla esas olarak eğitim alanında faaliyet gösteriyor. Cemaat önce İspanya, ardından İspanyolca konuşulan Latin Amerika ülkelerinde ve nihayet tüm dünyada okullar açmış durumda.
Opus Die çok sıkı hiyerarşik ve disiplinli örgütlenmesiyle "Beyaz Masonluk", karmaşık ve şaibeli mali yatırımları nedeniyle "Aziz Mafya" gibi yaftalara maruz kalmış. Ama tarikata en yoğun eleştiri siyasetle ilişkisi nedeniyle geliyor. Örneğin İspanya'da faşist Franco'nun dokuzuncu hükümetinde 19 bakandan 12'si tarikat üyesiydi. Günümüzde Jose Maria Aznar hükümetinde de dört tarikatçı bakan olduğu söyleniyor.
Opus Die'nin etkisi İspanya'yla sınırlı değil. Latin Amerika'da diktatör danışmanları ve sağcı politikacılar arasında çok sayıda tarikatçı kadro mevcut. Aynı şekilde Fransa, Belçika gibi ülkelerde sağ hükümetlerde Opus Die kökenli bakanlar olduğu biliniyor.
Kim olursa olsun
Opus Die, başarısını üyeleri kadar "işbirlikçi"lerine de borçlu. Bunların Katolik, Hıristiyan, hatta inançlı olmaları gerekmiyor; örgütün başarısını istemeleri ve mali yardımda bulunmaları yeterli. Aynı tür kişiler Gülen cemaatinde de karşımıza çıkıyor. Birtakım politikacı, gazeteci, sanatçı, bilimadamı / kadını, işadamı / kadını, kamuoyunda bilindikleri kimliklerini aynen muhafaza ederek Gülen'i destekler oldular. Hatta içlerinden bazıları cemaatin sözcüsü gibi görünebildi.
Gülen cemaati 1995'ten itibaren "dışa açılma" iddiasında. Ancak bu süre boyunca, kamuoyu, Gülen dışında cemaatten pek kimseyi tanımadı, onların yerine destekçileriyle muhatap oldu. Aslında bu kişiler de, Gülen dışında cemaatten fazla kişi tanımadılar, zaten cemaatin işleyişini de sorgulamadılar, başkalarının sorgulanmasına da engel oldular.
Meşhurlarla meşruiyet
"Dışa açılma" stratejisi Gülen cemaatini Batı'daki "yeni dinsel hareketler"le de benzeştiriyor. Hemen tümü karizmatik bir lider etrafında şekillenen bu modern tarikatlar genellikle "beyin yıkama" yöntemlerine başvurdukları ve "sapkın" amaçlar taşıdıkları iddiasıyla eleştiriliyorlar. Sonuçta bu hareketlerin büyük kısmı, toplumda kendilerine meşru bir alan açmak için ya popüler konuları sahipleniyor ya da meşhurlardan yararlanıyorlar.
Örneğin Güney Kore kökenli Moon tarikatı uzun yıllar "anti - komünizm"in bayraktarlığını yaptı, dinler arasında diyalog tesis etmeye çalıştı; son yıllarda spora ve "dünya kardeşliğine" ağrılık veriyor.
Son yılların en gözde tarikatı "Scientology" ise John Travolta, Tom Cruise, Chick Corea gibi starları öne çıkartıyor. Hatta tarikat hakkında derin bir soruşturma yürüten Almanya hükümetinin Cruise'un bir filmini yasaklama girişimi, bu ülke ile ABD'nin arasını açmıştı.
Türkiye'de bu yaklaşımın ilk örneklerini Adnan Hoca (Oktar) grubu vermişti. Şık otellerde Atatürkçülük hakkında düzenlenen panel ve konferanslara, gazeteciler, bilimadamları, emekli diplomatlar vb. katılmış, bunların Oktar'la olan fotoğrafları grubun dergilerinde yayınlanmıştı.
Taşralı öğrencilere ‘ışık evleri’ tuzağı
Fethullah Gülen cemaati, büyük kentlere okumaya gelip, barınma sorunları ile karşılaşan taşralı öğrencileri "kazanmak" için, özel yurtların yanısıra "ışık evleri" adını verdiği tarikat evlerini kullanıyor. Bu evlerde gençler sistemli olarak "telkin" altında tutuluyorlar.
Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderdiği "gizli" raporda yer alan bilgilere göre, "ışık evleri"ni "ebedi bir nur" olarak tanımlayan Fethullah Gülen, "Işık evlerde idrak edilen aydınlık gün ve gecelerin içinde insan adeta bir saadet rüyası yaşar" yorumunu yapıyor. Bu mekanlardaki faaliyetlerin kutsallığını savunan Fethullah Gülen, ışık evleri için, "Mabede giden yolların kapatıldığı bir zaman diliminde, içinde kitapların okunduğu, hakkın müzakere edildiği müstesna mekanlar" tanımlamasını kullanıyor.
Öğrenimleri süresince tarikat yurtlarında ve "ışık evleri"nde kalan öğrenciler, mezun olduktan sonra da bağlantılarını koparmıyor. Tarikatla bağlantılarını daha aktif bir biçimde, maddi ve manevi olarak sürdüren öğrencilere bazen tarikat tarafından ev kiralanıyor ve öğrenciler çalışma hayatına atılsalar bile, tarikattan yardım almaya devam ediyor.
Kiralanan evlerin elektrik, su gibi faturaları da tarikat tarafından ödeniyor.
Gülen'in çeşitli vakıflar aracılığıyla açtırdığı yurtların sayısı 200'ü geçiyor. Yurtların en büyük özelliği karma olmaması. Gülen'in okullarının birçoğunda yurt bulunuyor. Okula kabul edilen öğrenci barınma sorununu da bu yurtlar sayesinde çözümlemiş oluyor.
Yurtta kalan ve ayrılan öğrencilerin verdiği bilgilere göre, yurtlarda
namaz kılma, belirli televizyon kanallarını izleme, verilen vaazlara katılma şart koşuluyor. Bazı yurtlarda türban zorunluluğu yok, ancak namaz kılmayan ve "sohbetlere" katılmayan öğrencilerle onlardan sorumlu olan "ağabey" ve "abla"lar arasında "tartışmalar" yaşanıyor.
İsim vermek istemeyen öğrencilerin anlattığına göre, sohbet toplantılarında Fethullah Gülen'in kasetleri dinletiliyor. Kasetlerde ise, Gülen'in vaazlarının yanısıra, Atatürk ve laik Cumhuriyet ile ilgili olumsuz görüşler yer alıyor.
Telkin ve güven
Emniyetin Fethullah Gülen hakkında hazırladığı rapora göre, "ışık evleri"nde kalan çocuk ve gençler "telkin" yoluyla tarikat gönüllüsü haline getiriliyor. Çocuklara her türlü sorununda yardım ediliyor ve güvenlerini kazanmaya çalışılıyor.
"Işık evleri"ne alınacak 12 - 18 yaş arası çocukları görmeden kabul etmeyen yetkililer, onları buraya titiz bir değerlendirmeyle kabul ediyor. Bu çocuklarla bire bir ilgilenen cemaatin ileri gelenleri, özellikle ortaokul öncesi çocukları kendi saflarına çekmek için uğraşıyorlar. Denetimin eksik olduğu
Kur'an kurslarına devam eden ve Devlet Parasız Yatılılık ve Bursluluk Sınavları'nı kazanarak ailelerinden uzakta bir yerde okumaya hak kazanan çocuklar, "ışık evleri"ne yerleştirilmek için önceliğe sahip.
"
Altın nesil" hedefini gerçekleştirmek isteyen Fethullah Gülen, medrese insanına olan hayranlığını sık sık dile getiriyor. Gülen'e göre, "ışık evleri"nde eğitim gören insanlar, "medrese insanını aratmayacak nitelikte".
Tevhid - i Tedrisat Kanunu'nu eleştiren ve bugünkü eğitim sisteminin dejenere olduğundan bahseden Gülen'e göre, "Medrese ne zaman yıkıldıysa millet o zaman yıkılmıştır". Laik devlet okullarında yetişen öğrencileri "anlamsız nesiller" olarak nitelendiren Gülen, bu kesimi "cehalet"ten kurtarmak için, öğrencileri, kendi okullarında eğitime davet ediyor. Dil devrimine karşı çıkan Fethullah Gülen, imam hatip liselerinin ve ilahiyat fakültelerinin açılmasını, "kendi kültür ve dinamiklerimize dönüş" olarak yorumluyor.
"Hocanın okulları"
Yaklaşık bir sene önce Fethullah Gülen'in yurdunda kalan ve ayrılan öğrenciler "Hocanın okulları" adında bir kitap hazırlamış ve olay gazetelere "Yurtların iç yüzü" manşetleriyle yansımıştı. Anılarını anlatan öğrenciler İsmail Özdemir ve Serhat Özkan, Gülen'i anlatırlarken, "Amacı, okulları sayesinde Türkiye'de ve çevre ülkelerde bir yönetici sınıfı oluşturmak" nitelemesini yapmışlar ve açıklamaları Gülen'in taraftarı olan kesim tarafından büyük tepki görmüştü.
O zaman bir basın toplantısı düzenleyen gençler, "Bizim durumumuzda olan pek çok genç var ve kötü durumdalar. Daha çok çocuğun yaşamı kararmasın diye birilerinin çıkıp bu gerçekleri anlatması gerekiyordu" açıklamasını yapmışlardı.
Onüç basamaklı örgüt piramidi
Fethullah Gülen cemaatinin hiyerarşik yapılanması Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün 21 Nisan 1999 tarih ve 2456/99 sayılı "gizli" ve "kişiye özel" raporunda ayrıntılı olarak ortaya konuluyor.
Yedi sayfalık "Işık Tarikatı/ Fethullahçılık" başlıklı rapor Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı'na hitaben kaleme alınmı. Raporun altında dönemin Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral'ın imzası bulunuyor. Rapora göre Fethullahçı örgütlenme hiyerarşik olarak 13 basamaklı bir yapıya sahip. Bu yapının en tepesinde "İstişare Grubu" yer alıyor. Yedi kişiden meydana gelen bu ekibin başkanı Fethullah Gülen.
Bu grubun hemen altındaki "Dünya imamı", İstişare Grubu içinden seçiliyor. "Dünya imamı", bölge ve ülke imamlarını atamaktan ve istişare sonucu alınan kararların hayata geçirilmesinden sorumlu.
Üçüncü basamakta yer alan "Coğrafi bölge İmamı", dünyanın herhangi bir bölgesinden sorumlu oluyor. Örneğin, Orta Asya imamı ve Doğu Pasifik imamı gibi...
"Ülke imamı", bir ülkenin tamamından sorumlu olan kişiye verilen sıfat. "İngiltere imamı", "Fransa imamı" ve "Türkiye imamı" ünvanlarına sahip olan kişi, bulunduğu ülkedeki Fethullahçı örgütlenmenin her aşamasından sorumlu oluyor.
"Ülke imamı"nın hemen altında "bölge imamı" bulunuyor. "Marmara bölge imamı", "Ege Bölgesi imamı" veya "Doğu Karadeniz imamı", sorumluluk alanına giren illerdeki faaliyetleri yönetiyor.
"İl imamı" ise bir ilin tamamından sorumlu olan Fethullahçı örgüt üyesi için kullanılıyor. Bulunduğu ilde Fethullah cemaatinin idari, mali, eğitim ve örgütlenme çalışmalarını kontrol ediyor. Yukarıdan gelen talimatları, alttaki elemanlara iletiyor, uygulanmasını denetliyor.
Fethullahçılar'ın il teşkilatları, bir nevi "büyükşehir yapılanması" şeklinde. "İl imamı"nın altında yer alan "İlçe imamı" ilçenin tamamından sorumlu bulunuyor. Bunun hemen altında ise "mahalle imamı" görev yapıyor. Bir alt basamakta yer alan "ev imamı" ev toplantılarını düzenliyor. Son üç basamak "serrehberler", "belletmenler" ve "Öğrenciler ve cemaat mensupları" şeklinde uzanarak yönetim zinciri tamamlanıyor.
Nasıl çalışıyorlar?
Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün raporuna göre Fethullahçı örgütlenmenin çalışma yöntemi şöyle gelişiyor:
Yeni ilişki kurulan öğrenciler ders çalışmak bahanesiyle evlere davet ediliyor. Öğrencilere ders konularında yardımcı olunuyor. Zamanla öğrencilere ses ve görüntülü kasetler dinletip izletiliyor. Fethullah Gülen'in kitapları okutuluyor. Cemaate kazanılanlara, kendilerinin Türkiye'yi kurtaracak cemaat olduğu anlatılıyor. Burada, birinci ilklerin "Peygamberimiz ve arkadaşları", ikinci ilklerin "cemaat mensupları" olduğu vurgulanıyor.
Fethullah usulü sigortacılık
Eylem TÜRKDost Sigorta'nın MÜSİAD üyesi beş kurucusunu Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne ihbar ettikleri iddiasıyla gündeme gelen ve Fethullah cemaatinin kurduğu iddia edilen Işık Sigorta, şimdi de acentalarıyla mahkemelik oldu. Işık Sigorta'nın İskenderun ve Konya acentaları "kendilerinden silah zoruyla" tahsilat yapıldığı gerekçesiyle şirketi mahkemeye verdi. Bu acentalar, "Işık Sigorta genel merkezinin kendilerinden teminat olarak aldığı açık çeklerin üzerine, borçlarının üzerinde rakam yazdığını ve bu rakamları da zorla tahsil etmek istediğini" iddia ettiler.
Işık Sigorta Yönetim Kurulu Başkanı İhsan Kalkavan da şirketin 400 acentası bulunduğunu, bunlar arasında sorun çıkabileceğini söyledi. Kalkavan, bazı acentaların "poliçeleri ödemek istemediğini" savunarak, bu acentaların hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi.
Işık Sigorta'nın eski Konya acentası Fatih Aylak, "karşılıksız bir çekin bedelini hakaret, tehdit ve sair hukuka aykırı yollarla tahsil etmek" iddiasıyla Işık Sigorta İzmir Bölge Müdürü Ahmet Talu, Işık Sİgorta Genel Müdürü Ahmet Başarı, Işık Sigorta Genel Müdür Yardımcıları Alaaddin Pekmezci, Ali İstanbullu ve Hüsamettin Doğramacı'yı mahkemeye verdi.
Işık Sigorta'nın İskenderun acentası Bestami Kılıç da şirketi mahkemeye verdiğini söyleyerek, "Manevi tazminat davası açtım. Hakkımızda ilan verdiler. Benim bu şirkete borcum varsa bunu ispat yoluna gitsinler" dedi.
Poliçe karşılıklarının ödenmediği için müşterilerine ödeme yapamadığını anlatan Kılıç, "Universal Sigorta ile anlaşma yaptım. Işık Sigorta yetkilileri manevi baskı yaptılar. Fethullah Cemaati'nden oldukları için bunu kullandılar. Işık Sigorta Genel Müdür Yardımcısı Alaaddin Pekmezci ticari hayatımı bitireceğini söyleyerek beni tehdit etti" diye konuştu.
İddialar arasında Işık Sigorta'nın Bandırma ve Gaziantep'te de mağdur bıraktığı acentalar bulunduğu, onların da cemaat baskısıyla susturulduğu bulunuyor.
'Suç duyurusunda bulunacağız'
Işık Sigorta Yönetim Kurulu Başkanı İhsan Kalkavan de şirketin 400 acentası bulunduğunu bunlar arasında sorun çıkabileceğini söyledi. Işık Sigorta'nın Türkiye genelinde 14. sırada yer aldığını belirten Kalkavan, merkezde 280 kişinin istihdam edildiğini kaydetti. Kalkavan, "Sigorta acentaları poliçelerin üzerine yatıp ödeme yapmıyorlar. Biz de onlar hakkında suç duyurusunda bulunacağız" dedi.