13.10.2008 - 00:47 | Son Güncellenme:
Devrim Sevimay / SORU-CEVAP
Tarihteki en birinci gerçeğimiz bu toprakların bir büyüsünün olduğuydu. Dil, din, ırk bakmadan herkesi birbirine kardeş yapan, insandan insana geçen bir büyü... Ermenilerle, Rumlarla bozulduğu zaman içimizin nasıl da yandığı, aramızdan gittiği anda bizi nasıl da eksik bırakan, artık eskisi kadar sağlıklı ve güzel olamadığımız bir büyü...
Şimdi o büyü Malazgirt'ten bu yana birlikte yaşayan iki kardeşin arasında da sancılar çekmeye başladı. Elbette 937 yıldır hiç bozulmadı, ama kabul edelim ki bir süredir tepemizde sarı bir ikaz lambası yanıp sönüyor. Hepimizi ikaz ediyor: "Bu coğrafyanın, tarihin büyüsünü mahalle aralarında heba etmeyin" diyor.
Bunu Altınova'da diyor, Hadırlı'da diyor, Ordu'nun fındık bahçelerinde, Akyazı'da diyor, Bozüyük'te, Ödemiş'te, Milas'ta ve daha duyduğumuz, okuduğumuz, kulağımıza gelen tüm akılsız "Türk-Kürt gerginliği" hikâyelerinde diyor.
Zaten geçen hafta Prof. Dr. Erinç Yeldan da söyledi, "Ekonomide durgunluk, işsizlik arttıkça toplumda etnik ve inanç merkezli çatışmalar artar" diye... Bu hafta da iktisatçı Mustafa Sönmez'den öğreniyoruz ki, işin hiç üzerinde durmadığımız ama çok ciddi bir boyutu daha varmış. Hem de "Başka Aktütün'ler olmasın"ı konuşurken mutlaka "Başka Altınova'lar olmasın"ı da konuşturacak bir boyut...
Velhasıl, tüm leydilerin ve centilmenlerin, ağaların-beylerin, konu komşu, çoluk çocuk herkesin dikkatine:
Linç kültürü gelişiyor
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ geçen hafta kimi uzman ve bilim adamlarını çağırıp mealen "Kürt meselesiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?" diye sordu. Bu soruyu size de yöneltse bir Kürt, bölgeye sürekli gidip gelen bir araştırmacı ve de bir iktisatçı olarak ilk neye dikkat çekmek isterdiniz?
"Aşağıda inanılmaz ayrışmalar başlıyor, buna çok dikkat edin" derdim.
Ne tür ayrışmalar?
Türk-Kürt mahalleleri ayrışması. Böyle bir şeyle ilk kez karşılaşıyoruz.
Sizce niye oluyor bu?
Türkiye'de son örneklerini Altınova'da, Adana'da gördüğümüz feci bir linç kültürü gelişiyor. Bunun elbette türlü sebepleri olabilir, fakat tek bir sonucu var, o da çok ürkütücü.
Nedir o?
Kürtler artık Güneydoğu'ya kapanıyor.
Bunu neye dayanarak söylüyorsunuz?
İstatistiki verilere baktığınızda Güneydoğu'nun artık göç vermediğini görüyorsunuz.
Elinizdeki sayılar ne?
Türkiye İstatistik Kurumu'nun verilerine göre, 1990-2000 döneminde, Doğu ve Güneydoğu'daki 21 ilden 426 bin göç yaşanmış. Ama 2000 sonrası bu eğilimin değiştiğini gözlemliyoruz. 2007 Adrese Dayalı Nüfus Sayımı sonuçlarına göre 2000-2007 arasında bölge nüfusu, 21 il toplamında yüzde 1.4 oranında azalmış. Ancak, nüfusu artan ve azalan iller tasnif edildiğinde, genel karakteri göç vermek olan bölgede, Güneydoğu'nun nüfusunun azalmayıp arttığı dikkat çekiyor.
2000-2007 döneminde nüfusu en çok artan iller Şırnak, Van ve Siirt. Nüfusları 1.5 milyon bandında olan illerden Diyarbakır'da 7 yıldaki nüfus artışının yüzde 7.2, Şanlıurfa'da yüzde 5.5 olması, 1 milyona yaklaşan nüfusuyla Van'daki artışın yüzde 12'ye yaklaşması, keza 750 bine yaklaşan nüfusuyla Mardin'de yüzde 6'ya yakın nüfus artışı yaşanması önemli bulgulardır.
Sefalete rağmen göç durdu
Bölgedeki doğurganlık hızının yüksek olması bir sebep olamaz mı?
Bir sebeptir, fakat daha önce bu kadar göç hareketi olan bir bölge için tek açıklama doğurganlık hızı olamaz. Anlıyorsunuz ki nüfus göç etmiyor, hatta belki de geri dönüşler oluyor bölgeye.
Acaba bölgenin refah düzeyi arttı diyebilir miyiz?
Değil, göstergelere baktığınızda işsizlik artmış; tescilli yoksul insan sayısı artmış; kamu yatırımları azalmış; kişi başına eğitim harcamaları düşmüş; kişi başına sağlık harcamaları düşmüş. Hiçbir refah göstergesi yok. Ama açlık, sefalete rağmen insanlar göç etmiyorlar, kendi bölgelerine kapanıyorlar. En fazla köyünden çıkıp merkez ilçelere geliyor.
Tarım işçilerine bakın, eskiden köylerde yaşarlardı. Çukurova'ya veya fındığa köylerden giderlerdi. Şimdi bütün tarım işçileri Güneydoğu kentlerinin varoşlarında yaşıyor. Merkez ilçeler yoğun nüfus baskısı altında. Artık nüfusun yarısını bölgenin merkez ilçeleri barındırıyor. Göç hareketi bölgenin içinde devam ediyor ama dışarı çıkmıyor.
Bunun sebebi doğurganlık hızı değilse, refah düzeyinin artması değilse, o halde içe kapanma meselesi mi diyorsunuz?
Evet, Kürtler içe kapanmaya, güvenlik kaygısı yüzünden işin aşın bile peşinden gidemiyor, bölgede yoksulluğu ile kalıyor. Bu tercihlerinde de Batı illerimizde Kürt kimliğine karşı bazı kesimlerce gösterilen hoşgörüsüzlüğün, lince varan mütecaviz tavırların, "milliyetçi mahalle baskıları"nın etkisi çok büyük. Bunu bire bir gözlemlerle de anlıyorsunuz.
Güneydoğu'da konuştuğunuz zaman insanlar artık diyorlar ki, "Biz burada yoksuluz ama emniyetteyiz. Biz İstanbul'a ya da başka bir Batı iline gittiğimizde geriliyoruz. Eskiden Doğu'da yaşarken geriliyorduk ama artık kendimizi burada hiç olmazsa güvende hissediyoruz "diyorlar.
21 plakalılara saldırganlık var
Nasıl bir gerginlik mesela?
Mesela Türkiye'nin her yerinde ana dilini sokakta, vapurda, metroda rahat rahat konuşabilmek istiyor insanlar. Bunu konuşamayınca, kendisine kötü kötü bakıldığını hissedince ve hatta sataşılınca geriliyorlar. Ama artık değil yollarda Kürtçe konuşmak, İstanbul'da şu anda 21 plakalı otomobille dolaşmak bile sorun.
Gerçekten böyle mi?
Böyle tabii, 21 plakalılara inanılmaz bir saldırganlık var. Bunlar olacak şeyler değil, ama buralara kadar geldik. Hepsi medyaya yansımıyor, fakat bu havayı kokluyorsunuz, bu gerilimin artık her yerde yaşandığının farkındasınız. O zaman da ne oluyor? Kürtler ancak birbirleriyle iş yapmaya başlıyor, birbirlerinin yaşadıkları mahallelerde oturmayı tercih ediyor ve giderek tatsız, talihsiz bir gruplaşma doğuyor.
Hiç politik nedenlerle olmayan bir asayiş meselesinde bile bir Kürt ismi ortaya çıktığı anda hadise hemen bir Kürt-Türk, Kürt-Arap meselesine dönüştürülüp kışkırtılabiliyor.
Tabii bir de işin "ekmek kavgası" tarafı var?..
Tabii, hele de artık ekmek iyice aslanın ağzına girecek, çünkü tarihin en büyük dünya krizlerinden birini yaşamaya başladık. Bu, Türkiye'ye de yansıyacak ve yavaş yavaş şantiyeler kapanacak, kayıtlı işçilerin olduğu fabrika kesiminde daralmalar olacak. Eğer o vakit bir sağduyu hâkim olmazsa, özellikle sendikalar meselenin etnik değil, sınıfsal bir mesele olduğunu tabana doğru düzgün anlatamazlarsa, çok rahat, alttan alta bir kavga başlayabilir, mesele sınıfsal olmaktan etnik meseleye doğru eğrilebilir.
Almanya'da Türklerin başına gelenler gibi mi?
Aynen öyle. Bu tehlike şimdi Türkiye'nin kendi kardeşlerinin arasında var.
Biz komşulardan farklıyız
Yalnız belki şimdi bir kısım insan da "Ne güzel işte göç durmuş, onlar kendi kültürleriyle orada yaşasınlar, biz de burada" diyebilir?..
İşte bu olabilecek en sağlıksız yaklaşım olur. Kürtlerin de Türklerin de Türkiye'yi bir bütün olarak vatan kabul edip her yerini evi gibi görebilmesi gerekiyor. Eğer tam tersine "oradakiler-buradakiler" ayrışması başlarsa o zaman orası vatan olmaktan, oradakiler de vatandaş olmaktan çıkar. Oysa Türkiye'nin Suriye'den, Irak'tan, İran'dan farkı, Kürtlerinin bir coğrafyada bloklaşmamış olması, bütün Misak-ı Milli sınırları içinde yaşama şansı bulmuş olmasıdır.
Bu aslında Türkiye'nin en büyük şansı değil mi?
Elbette, zaten bu şans sayesinde Kürtler Türkiye'de belli kademelere kadar gelme imkanı bulmuşlar, kapitalist olmuşlar, siyasetçi olmuşlar, sermaye biriktirmişler ve bunu ülkenin her yerinde yapabilmişler. Ama şimdi süreç tersine işlemeye başlarsa, belli bir coğrafyaya itilirlerse, sıkıştırılırlarsa, onlar da ancak orayı kendilerine vatan bellerlerse işte asıl tehlike o zaman ortaya çıkar.
"Belki de belli bir coğrafyaya çekilmekten Kürtler de memnundur, siyasi gelecek açısından bunu bir ön adım olarak görüyorlardır"; böyle bir ihtimal olabilir mi?
Ben kesinlikle böyle bir memnuniyet de, böyle bir ihtimal de görmüyorum. Kürtler bütün Türkiye'yi vatan olarak yaşamayı istiyorlar. Ankara'yı da istiyorlar, İstanbul'u da istiyorlar, İzmir'i, Akdeniz'i, Karadeniz'i, her tarafta gidip yaşayabilmeyi istiyorlar.
"Burası bizim bölgemiz, bağımsız Kürdistan" gibi bir anlayış bir kere en başta kendi çıkarlarına uygun değil. Kaldı ki toplumsal dokuya da hiç uygun değil. Bizimki gibi bir Kürt-Türk kardeşliği boyutunda başka bir etnik kaynaşma örneği sanırım pek yoktur yeryüzünde.
Türkiyelileşmek yara alacak
Aslında hâlâ bu bağlar sağlam, duruyor. Hâlâ Kürtlerle Türkler evleniyor; hâlâ Diyarbakır havaalanından binlerce yolcu Batı illerine gidip geliyor. Siz de herhalde "Entegrasyon çözülmeye başladı, bu iş bitti" demiyorsunuzdur?
Elbette demiyorum ama bölgeye çekilme, içe kapanma gibi de bir eğilim var diyorum. Bu henüz bir eğilim ama çok önemli bir uyarı yapıyor bize. Olmayan bir şeyi ilk defa gösteriyor. Bu veri bize, "Eğer bu ayrışmalar devam ederse herkes kabuğuna çekilecek, Türkiyelileşmek yara alacak" diyor.
Yani sizce bu toplum bir 25 yıl daha bu şiddeti ve gerilimi kaldıramaz gibi mi duruyor?
Bence kaldıramaz, çünkü insanlar yorgun düşüyor. Bağlar gevşiyor, tahammüller azalmaya başlıyor, yabancılaşma, birbirini düşman gibi görme tohumları besleniyor ve bu iş kötü bir yere doğru gidiyor. Kaynak kaybı var, insan kaybı var ama her şeyden önce gerçekten bir kardeşlik geleneği, bir arada yaşama kültürü yok oluyor.
Tabii o en kötü senaryoyu ağzımıza bile almak istemiyoruz?
İstemiyoruz ama tarihten de ders çıkarmak lazım. Eskiden acaba Türkler, Kürtler ve Ermenilerin ilişkileri çok mu kopuktu? Hayır, orada da iç içe geçmişlik vardı. Ermenilerin farklı dinleri olsa da insanlar bir kardeşlik içersinde yüzyıllarca bir arada yaşadılar. Ama sonra öyle bir an geliyor ki işte o ummadığınız şey yaşanıyor.
Bunu kışkırtan çok farklı dinamikler olduğunu unutmamak lazım. Kendimizi kışkırtılmaya çok müsait bir ülke haline getirmememiz lazım. "Kürt=PKK" yargısı yerine herkes Kürdünü, özellikle Kürt emekçisini sevsin, korusun, güvensin. Göreceksiniz, her sorun daha çabuk çözüm bulacak, her fitne, fesat dönüp sahibini kahredecektir.
Dört Kürt enstitüsü kurulsa kıyamet kopmazdı
Kürt kimliğinin tanınmasından genel anlamda kastedilen ne; mesela Kürtlerin Anayasa'da kurucu unsur olarak geçmesi mi yoksa sadece kültürel haklarla ilgili istekler mi?
Bugüne kadar neredeyse bütün liderler "Biz bu kimliği tanıyoruz" diyor. Hatta kuvvet komutanları bile "Biz yanılmışız" dediler. Peki sonuç? Tanıdınız da ne yaptınız? Bir şeyler yapın. Mesela, hiç Anayasa'ya falan girmeden Kültür Bakanlığı'na bağlı İstanbul, Ankara, İzmir, Diyarbakır'da dört Kürt enstitüsü veya kültür merkezi kurulsaydı, orada isteyenler gidip dil öğrenseler, müziklerini icra etseler, isteyenler tiyatro yapsalar, isteyenler edebiyat grupları kursalar kıyamet mi kopardı? Bu çok olmaz bir şey mi?
Sadece dört kültür merkezi mi?
Bunun pazarlığı olmaz, önemli olan niyettir. Ama mesela birtakım okullarda Kürtçe, seçmeli ders olarak konabilirdi. RTÜK'e bağlı olarak Kürtler de televizyon kurabilirdi. İşte kültürel haksa kültürel hak; yani "Ben seni kimliğinle tanıyorum, kültürel gelişmene merkezi bütçemizden harcama yapıyorum." Bunlar denense ne kaybedilir? Bunlar ne referandum gerektirir ne anayasa değişikliği gerektirir; anlayış değişsin yeter.
Sizin Doğu ve Güneydoğu illerimize ilişkin "5K+3T" diye özetlediğiniz bir öneriniz var. Ne demek "5K+3T?"
K1: Kültürel Hakların Geliştirilmesi.
K2: Kadınlara Bütçeden Mutfak Desteği.
K3: Kamu Altyapı Yatırımları Desteği.
K4: Kentsel Yatırımlara Öncelik.
K5: Katılımcı Yerel Yönetimleri Güçlendirme.
T1: Ticaretin Geliştirilmesi.
T2: Turizmin Geliştirilmesi.
T3: Tarım ve Hayvancılıkta İyileştirme.
K2'nin formülü ne?
Şimdi bölgede çeşitli sektörlere bir yatırım hamlesi düşünülse bile bu yatırımların olgunlaşması ve gelir yaratıcı sonuca ulaşması uzun bir zaman alacaktır. Oysa bölgenin çok acil kaynak girişine ihtiyacı var. Bunun için merkezi bütçeden, bölgedeki 1 milyon yoksul aileye ama o da doğrudan annelere, her ay net asgari ücretin yarısı olan 200 YTL maaş bağlanmalıdır. Bu desteğin mali portesi 2.4 milyar YTL'dir. Yani 2007'de 203 milyar YTL'yi bulan Türkiye bütçe harcamalarının sadece yüzde 1' i dolayında. Bu da vergi ve harcamalarda yapılacak küçük düzenlemelerle kolaylıkla karşılanabilir.
İyi, ama batıdaki yoksul anneler "Hani bize" demeyecek mi?
Aslında 200 YTL'yi Türkiye'nin bütün yoksul annelerine tek tek vermek mümkün. Bu gerçekten sanıldığı gibi bütçede önemli bir kalem değil. Bütçenin yüzde 2 veya 3'ünü ancak buluyor. Bunu Brezilya'da Lula yaptı ve çok etkili sonuçlar aldı. Başka Güney Amerikalılar yaptı. Bunlar olmayacak şeyler değil.
Hele de Doğu ve Güneydoğu bölgelerine yapılacak artı kaynak girişi, talebi artırarak diğer ekonomik sektörlere de canlılık kazandıracaktır.
Daha önemlisi çok sıcak bir mesajı var. Diyecek ki oradaki Kürt annesi, "Bak, benim devletim bana kol kanat geriyor, benim mutfağımı dert ediyor." Çünkü bu onun için bir vatandaşlık hakkı olacak. Bunu AKP'nin sadakaları gibi değil, sosyal devletin özellikle bölgedeki Kürt kadınlarına kucaklayıcı bir kaynak transferi olarak düşünün.
Peki 5K+3T gerçekleşse sizce terör biter mi?
Hiç olmazsa tünelin ucunda bir ışık olduğu görünür. Bunu denemekle bir şey kaybetmezsiniz ve denemenin de çok ağır bir faturası yok. "Bunu denedik ama sonuç alamadık" diyebiliyorlar mı? Hayır, onun yerine hep denenmişte ısrar ediyorlar. Hep şiddete şiddetle karşılık vermek; hep evin, sınırlarımızın içini düzenlemek yerine sınır ötesiyle uğraşmak.
Zaten 25 yıldır sadece bunu yapıyorsunuz, bir kere de kendi insanınızı kucaklamayı bilin, sizin gözünüzün içine korkmadan bakmasını sağlayın, bakalım oluyor mu bunlar, bakalım ayartılabiliyorlar mı?
Mustafa Sönmez kimdir?
Özellikle Güneydoğu üzerine yaptığı araştırmalarıyla dikkat çeken iktisatçı Mustafa Sönmez, 1955 Van doğumlu. Son olarak Güneydoğu Anadolu Belediyeler Birliği için hazırladığı bölge raporunun yakında kamuoyuna açıklanması bekleniyor. Sönmez, ODTÜ İdari İlimler Fakültesi'nden 1978'de mezun oldu. Çeşitli araştırma kuruluşlarında, sendikalarda uzman; medyada editör, yazar, yorumcu olarak çalıştı. Türkiye ekonomisi üzerine yayımlanmış 20'nin üzerinde kitabı, ayrıca çok sayıda rapor ve makalesi bulunuyor. Bir araştırma şirketi bulunan Sönmez, GS Üniversitesi'nde medya endüstrisi üzerine lisansüstü programda ders veriyor.