19.10.2014 - 23:50 | Son Güncellenme:
AA
Dolmabahçe Başbakanlık Çalışma Ofisi'ndeki toplantı, Başbakan Davutoğlu'nun konuşmasıyla başladı. Çözüm süreci kapsamında önemli rol oynayan Akil İnsanlar Heyeti üyelerinin süreçte gelinen noktayı değerlendirdiği toplantı, 10 saat 15 dakika sürdü. Toplantıya, Başbakan Yardımcıları Yalçın Akdoğan ve Bülent Arınç, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İçişleri Bakanı Efkan Ala, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Ak Parti Genel Başkan Yardımcıları Beşir Atalay, Öznur Çalık ve Mahir Ünal ile Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Muhammed Dervişoğlu katıldı.
Akil İnsanlar Heyeti'nden ise Rifat Hisarcıklıoğlu, Kadir İnanır, Tarık Çelenk, Nihal Bengisu Karaca, Şükrü Karatepe, Muhsin Kızılkaya, Öztürk Türkdoğan, Hüseyin Yayman, Nafiz Can Paker, Sibel Eraslan, Ayhan Oğan, Mahmut Arslan, Abdurrahman Dilipak, İzzettin Doğan, Abdurrahman Kurt, Zübeyde Teker, Mehmet Uçum, Tarhan Erdem, Avni Özgürel, Fadime Özkan, Fuat Keyman, Hasan Karakaya, Fehmi Koru, Yılmaz Ensaroğlu, Kezban Hatemi, Mehmet Emin Ekmen, Fazıl Hüsnü Erdem, Etyen Mahçupyan, Ahmet Faruk Ünsal, Lami Özgen, Ahmet Taşgetiren, Beril Dedeoğlu, Celalettin Can, Vahap Coşkun, Doğu Ergil, Erol Göka, Mustafa Kumlu, Hilal Kaplan, Yusuf Şevki Hakyemez, Vedat Bilgin, Fatma Benli, Bendevi Palandöken, Oral Çalışlar, Ahmet Gündoğdu, Yıldıray Oğur, Deniz Ülke Arıboğan, Mithat Sancar, Levent Korkut, Mustafa Armağan, Ali Bayramoğlu, Hayrettin Karaman ve Hülya Koçyiğit toplantıda yer aldı.
TOPLANTIDAN ÖNEMLİ BAŞLIKLAR
Başbakan Davutoğlu, Dolmabahçe'deki Başbakanlık Çalışma Ofisi'nde Akil İnsanlar Heyeti ve ilgili bakanların katılımıyla düzenlenen toplantıda yaptığı konuşmada, toplumların karşılaştıkları zorlukları aşma iradelerini oluşturmalarını sağlayan en temel olgunun "ortak vicdan" olduğunu, "ortak aklı" harekete geçiren "ortak vicdan" olmadığında ortaya çıkanın yalnızca "salt müzakereye dayalı karşılıklı tartışma" olabileceğini ifade etti.
Akil İnsanlar Heyeti ile onlarca yıldır devam eden "önemli meselenin" yanı sıra toplumsal ve tarihi dönüşüme cevap teşkil edecek çözümler üretmek adına ortak vicdanı harekete geçirmeyi hedeflediklerini dile getiren Davutoğlu, şöyle konuştu:
"Sayın Cumhurbaşkanımız ilk toplantıyı 4 Nisan'da 2013'te o zaman başbakan olarak sizlerle yaptığında o vurguda bulunmuştu. Çok yoğun çabalar gösterdiniz. Size minnettarız. 26 Haziran'a kadar olan, geçen bölümde 12 bin kilometrelik mesafe kat edildi. Sayısız uçak yolculukları yapıldı. 60 bin vatandaşımızla yüz yüze görüşmeler yaptınız. Çok farklı siyasi görüşler, çok farklı geçmişte belki ideolojilere sahip ama ortak bir vicdanı harekete geçirmek konusunda tereddütsüz aynı zemine sahip bir heyet olarak gerçekten size bütün ülkemiz adına, hatta sadece Türkiye olarak değil, sizlerin bu çabalarınız sonrasında çevre ülkelerde yaşanan kırılmaların derinleşmesi göz önünde alındığında bütün çevre coğrafyalar ve insanlık adına teşekkür borçlu olduğumuzu düşünüyorum. Çözüm süreci, bizim içim bu toprakların en önemli projesidir. En başından itibaren söyledik. Sadece bu ülkenin projesi değil, burada başarılı olduğunda çevre ülkeler için de ilham kaynağı olacak önemli bir tarihi yol ve yöntem tespit etme meselesidir."
Dışişleri bakanı olduğu dönemde ve başbakan olduğunda da hafızasını tazelemek için Akil İnsanlar Heyeti'nin çözüm sürecine ilişkin hazırladığı raporu okuduğunu dile getiren Davutoğlu, "Siyasi pratik içinde, ayrıca ondan öncesinde de akademisyen olarak sizlerden biri olarak, bir aydın olarak, ulaştığım sonuçların ne kadar güzel formüllerle sizin tarafınızdan dile getirilmiş olduğunu görmekten de büyük mutluluk duydum" dedi.
"Son gelişmeler olmasaydı da..."
Başbakanlık görevini devraldıktan sonra da bu konuda çalışma yaptığını, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile bu konuda yoğun istişarelerde bulunduklarını aktaran Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Aslında son gelişmeler olmamış olsaydı da zaten bu toplantı olacaktı, kesinlikle bir araya gelişimiz konjonktürel bir gelişmenin sonucunda değildir. Bunu özellikle vurgulamak isterim. Ortak bir sorumluluk taşıyoruz. Ortak vicdanı harekete geçirebilmek için, bu ortak sorumluluğu toplumun bütün kesimlerine yayma çabasında omuz omuza vermek durumundayız. Hasbelkader bu siyasi süreç içinde yer alıp bugün başbakan olarak huzurlarınızda bulunmamış olsaydım ve akademisyenliğim devam ediyor olsaydı, sizlerden biri olarak yine bu meselelere zihnimi yoruyor, gönlümü bu meselelere yoğunlaştırıyor olacaktım ve belki de sizinle birlikte oturuyor olacaktım. Siyasi otoriteye, toplumsal sorumluluk bilinciyle bir şekilde hitap etmek zorunda olan bir aydın olarak zihnim yine bunlarla meşgul olacaktı.
Bu giriş konuşmasından, hitabından ve benim meseleye nasıl yaklaştığımla ilgili temel hususları vurguladıktan sonra inşallah baş başa oturduğumuzda belki saatlerce sürecek oturumda sizlerden biri olarak istişare etmek istiyorum. Bu toprakların bir çocuğu, bu ülkenin geleceğiyle ilgili ümitler, idealler besleyen bir insan, bir birey, bir aydın ve bütün insanlık için, bölge için sorumluluk taşıyan, beşerler olarak oturup birlikte konuşacağız. Şunu bilinmesini en başından isterim, Akil İnsanlar Heyeti'nin yaptığı temaslar, karşılıksız kalmamıştır. Bunlar sadece sizlerin bölgelere yaptığı ziyaretlerle, o ziyaretleri sonucunda ortaya çıkan yazılı raporlarla, raflara kaldırılmamıştır."
"Çözüm süreci Türk hukuk sisteminin bir parçası"
Akil İnsanlar Heyeti'nin raporlarında yer alan pek çok hususun geçen yıl "demokratikleşme paketiyle" hayata geçtiğini ifade eden Davutoğlu, "Hazine yardımının yüzde 7'den yüzde 3'e inme şartı, harf yasağının kaldırılması, yer isimlerinin gözden geçirilmesi, siyasi propaganda da yerel dilin, anadilin kullanılması dahil olmak üzere birçok sizin teklif ettiğiniz, şimdi raporlarınıza dönüp baktığınızda, 'Evet biz teklif etmiştik' dediğiniz birçok husus, geçen seneki demokratikleşme paketinde yer aldı ama devrim mahiyetinde atılan bence en önemli adım, sizlerin hemen her bölgedeki raporlarda benim gördüğüm ve talebiniz olan ve bu çözüm sürecinin aktörü olan taraflarca da sürekli dile getirilen, yasal çerçevenin çözüm sürecine sağlanmış olmasıdır. Haziran ayında yaptığımız yasal düzenlemeyle artık çözüm süreci, Türk hukuk sisteminin bir parçası ve yasama kudretiyle bakanlar kurulunu da bağlayan bir temel esas halini almıştır" diye konuştu.
Genel başkanlık görevine geldiği AK Parti'nin olağanüstü genel kurulundaki konuşmasına "Selam olsun, insana, zamana ve mekana" dediğini hatırlatan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Siyasetin ve her türlü sosyal faaliyetin temel hedefi, insanın varoluşsal alanı olan mekana, tabiata, o varoluşsal çevreye, insanın zaman içinde akışını temsil eden tarihi kontekste hitap etme ve insana saygı esasına dayalı olmak zorundadır. İnsanı selamlamayan, o insanın tarihi akışı içinde hakkıyla kavramayan, insanın varoluş alanına ki bu inananlar için bir nimet olarak Allah'ın lütfettiği, felsefeciler için tabiat, ne derseniz deyin o alana saygı duymayan bir yaklaşımın siyasal alanda kalıcı, ahlaki bir temel bulması mümkün değildir. O zaman nasıl bir saygı bu? Bunun çözüm süreciyle irtibatı nerede? Her şeyden önce şunu ifade etmemiz lazım. Küçük kısır alanlara bir mesele hapsolunduğunda, son gelişmelerde olduğu gibi, o kısır alanda şiddet ağırlıklı bir dil ve eylem geliştirildiğinde büyük resmi kaybetmek gibi bir sonuçla karşı karşıya kalabiliriz. Bizim büyük resimde gördüğümüz şudur; İnsanlığın büyük tarihsel dönüşümünde en temel evreler, kadim, modernite, küreselleşme evrelerinden geçen evrelerdir. Kadim topluluklar, çoğulcu şehir yapılarına, mahalle yapılarına, sokak yapılarına sahip olan ve harmanlanarak bugüne kadar gelmiş, çok köklü tecrübelerin birbirleriyle etkileşimleri üzerine doğmuş bir birikim. Modernite, bu birikim üzerinde daha çok, daha homojen, ulusçu anlayışlarla tek tipe daha yatkın ama vatandaşlık hukukuyla tahkim edilen bir hukuk düzenini öngördü. Küreselleşme ise bireylerin bütün sınırları hukuki kayıtları da rahatlıkla aşabilecekleri öyle büyük, geniş teknolojik araçlar ortaya çıkardı."
"Herkes silahlansın, şurayı bassın' şeklinde tweet'ler atıldı"
Son olaylarda, küreselleşme ile ortaya çıkan iletişim araçlarının kötüye kullanıldığını aktaran Davutoğlu, "Silahlanıyoruz", "Herkes silahlansın, şurayı bassın" şeklinde tweet'ler atıldığını, "Türkiye IŞİD'e yardım ediyor" gibi gerçek dışı bilgilerin aktarıldığını belirten Davutoğlu, "Ortak kadim geçmiş ne olursa olsun, küreselleşmenin getirdiği o basit görünen ama çok etkileyici araçlar, bir anda bizim barışçıl projelerimizi demokrasi çabalarımızı, dumura uğratacak sonuçlar doğurabiliyor" dedi.
Türkiye'nin bir Latin Amerika, Kuzey Afrika, Batı Avrupa ülkesi olmadığını dile getiren Davutoğlu, "Bu topraklar, bu toprakların şehirleri, sokakları, devletleri, siyasi yapıları, sosyo kültürel bağları, en yakın zamana gittiğinde, 2-3 bin yıllık geçmişe dayanır. Bizde, bir bin yılı devirmemiş şehir neredeyse yoktur. Zaten şehirlerin şehir olması, bin yıllık bir sınavdan geçmesiyle irtibatlandırılır. Dolayısıyla bu topraklarda herhangi bir şehir, tek bir mezheple, tek bir dinle, tek bir etnik grupla adlandıralamayacak kadar farklı tarihi tecrübeler yaşamıştır. 'Şu şehirler Kürt şehridir, bu şehirler Arap şehridir, bu şehirler Türk şehridir' dediğinizde, tanımladığınızda geriye doğru 100 sene öncesine baktığınızda o şehirlerin çok daha heterojen, çok daha birbiriyle bütünleşik bir şekilde yaşamış şehirler olduğunu görürsünüz, şu anda da bu özellikleri taşıdığını görürsünüz" diye konuştu.
Olumlu sonuçlar doğuracak
Can Paker, Muhsin Kızılkaya, Oral Çalışlar, Etyen Mahçupyan, Nihal Bengisu Karaca, Hülya Koçyiğit ve Kadir İnanır ofise ilk gelen isimler arasında yer aldı.
Ofis girişinde geniş güvenlik önlemi alındığı ve heyetteki isimlerin, görevli polisler tarafından isim kontrolü yapıldıktan sonra içeriye alındığı gözlendi. Bu arada ofis önünde çok sayıda basın mensubu görev alıyor.
Toplantıya katılmak üzere Dolmabahçe Başbakanlık Çalışma Ofisi'ne gelen Akil İnsanlar Heyeti Karadeniz Bölgesi üyesi olarak görev alan gazeteci Çalışlar, basın mensuplarına yaptığı açıklamada, Kobani (Ayn el Arap) için yapılan eylemlerin herkesi endişeye sevk ettiğini belirterek, herkesin çözüm sürecine kararlı olarak sarılmasının olumlu sonuçlar doğuracağını ifade etti.
Soru üzerine, Akil İnsanlar Heyeti'nde yer alan 24 kişi ile yaptıkları "Çözüm Sürecine Sivil Katkı" başlıklı toplantıda dile getirilen, "Abdullah Öcalan'ın görüşlerini kamuoyuna doğrudan açıklamasına imkanı tanınması" konusunun da bugün yapacakları toplantıda Başbakan Davutoğlu'na iletileceğini aktaran Çalışlar, "Abdullah Öcalan dışında sürecin bütün aktörleri aracısız konuşuyorlar. Tek aracıyla konuşan Abdullah Öcalan. Abdullah Öcalan'ın görüşlerini aracısız bir şekilde açıklamasıyla ilgili bir imkan yaratılmasını isteyeceğiz" dedi.
Hükümetten kendilerine gelecek tekliflerden henüz haberi olmadığını da dile getiren Çalışlar, "Öcalan önerisi kabul görmezse, izleyeceğiniz yol ne olacak?" şeklindeki soruya, "Ne yapacağız? Yapacağımız bir şey yok? Biz talep etmeye devam edeceğiz" yanıtını verdi.
Akil İnsanlar Heyeti'nde yer aldığı halde bazı kişilere davetiye gitmediği yönündeki iddiaların sorulması üzerine ise Çalışlar, "Çağrıcılardan birisi olarak ben, ilk inisiyatifte, çözüm sürecini destekleyen bütün arkadaşlar burada olmalıdır' diye düşünüyoruz. Zaten anladığım kadarıyla Başbakanlıkta bütün 63 kişinin, 63'ü de çağrılmış. Bazı arkadaşlar katılmayabilirler. Bu da onların tercihi" diye konuştu.
Çağrılan tüm isimlerin toplantıya katılmasını umduğunu ifade eden Çalışlar, "Biz bir örgüt değiliz ki ayrılık olsun, fraksiyon olsun. Sonuçta hepimiz çağrıyı yaparken de bütün arkadaşlarla birlikte çağrı yaptık. Bundan sonra da böyle devam edecek. Zaten biz, 63 kişinin genişlemesini istiyoruz, 63 kişiyle kalmak yerine. 600 kişi olsun 6 milyon kişi olsun, hep birlikte barış sürecini, çözüm sürecini zorlayalım" dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın çözüm süreci konusundaki son açıklamalarının sorulması üzerine ise "Herkes diline daha çok dikkat etsin. Yani dil, zaman zaman maalesef... Çok olumlu, çok önemli adımlar atıldı ama zaman zaman kullanılan dikkatsiz dil toplumda gerilim yaratıyor. Ben siyasilerden taraflardan atılan olumlu adımlara uygun bir yumuşak dil kullanmalarını öneririm" ifadelerini kullandı.
"Türkiye Sykes Picot'un bekçisi değildir"
Davutoğlu, konuşmasında çözüm sürecinin hemen öncesinde iki sene önce bir röportajda, "Türkiye Sykes Picot'un bekçisi değildir" dediğini anımsatarak, "Kastettiğim şey bu topraklardaki kadim birlikteliğin ve bugünkü siyasal birlikteliğin ancak ve ancak bize biçilmiş deli gömleklerini aştığımız zaman, tabularını yıktığım zaman gerçekleşeceğine dair olan inancımdır" diye konuştu.
Çevrenin, jeopolitik ortamın zeminine de değinen Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Bunu, uzun dönemli tarihi serüvenin hepimiz üzerinde durduğumuzda göreceğimiz şey, arızi bir parantez içinde yaşıyoruz hala. Son olaylar gösterdi ki Tel Abyad'ı Akçakale'den, Suruç'u Kobani'den Nusaybin'i Kamışlı'dan, Yayladağ'ı Bayırbucak'tan ayırmak mümkün değil. Yapamıyorsunuz. Dış politikayla ilgili ilk anda zikrettiğimde birçok kişi yanlış anladı. Sanki yayılmacı bir yaklaşımın izleri gibi. Hayır. Kastettiğimiz tek şey, bu Balkanlar için de geçerli, Kafkaslar için de ya bu sınırlar barışçıl yöntemlerle anlamsızlaştırılacak ve bütün o akraba topraklar birbiriyle kaynaştırılacaklar ya da çatışmacı acılar yaşanacak. Biz bunu gördüğümüz için şimdi geriye dönüp herkesin muhasebe etmesini istiyorum."
Davutoğlu, Arap Baharı'ndan çok önce ortak hükümet toplantılarıyla, Suriye ve Irak'la barışçıl yollarla bunu nasıl yaparız diye büyük bir çaba içine girdiklerini ifade ederek, vizeleri kaldırdıklarını ve Türkiye, Suriye, Ürdün, Lübnan havzasında ortak ticaret havzası kurduklarını dile getirdi.
"Eğer bu gerçekleşmiş olsaydı bugün yine Tel Abyad'la Akçakale arasındaki Sünni Araplarla, Türkiye'deki Araplar, Suriye'deki Araplarla Türkiye'deki Araplar, Türkiye'deki Türkmenlerle Suriye'deki Türkmenler, Türkiye'deki Kürtlerle Suriye'deki Kürtler o şehirler üzerinden vizesiz her türlü alışverişi yapıyor hale geleceklerdi" diyen Başbakan Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Mülteci göçleri halinde değil de ticaret göçleri halinde, insani ilişkilerin getirdiği göçler halinde seyrüsefer halinde olacaklardı. Bizim vizyonumuz buydu ve gelecekte de ya bu vizyon egemen olacak ya Sykes Picot'tan daha kötü, daha beter parçalanmalar yaşayacağız. Siyasi iradeyi elinde tutanların imtihanı burada. Biz YDSK konseyleriyle, kültürel anlaşmalarla, üst düzey siyasi diyaloglarla aslında yapmak istediğimiz şey IŞİD'in bugün yıktığı, yıkma iddiasında bulunduğu o Sykes Picot düzenini ya da rejiminin bombalarla korumaya çalıştığı Sykes Picot düzenine karşı biz aslında barışçıl, ekonomik, siyasal, kültürel ağırlıklı bir bütünleşme stratejisi getirdik. Bizim savunduğumuz tek siyaset bu oldu."
Davutoğlu, o dönem Esed'le de Maliki ile de konuştuklarını belirterek, sonra ihtilaf ettikleri şeyin onların takip ettiği yöntemin çatışmaya yöneldiği anda başladığını söyledi.
Çatışmaya yönelip de Halep'i havadan bombaladığında, Humus'u açlık hapishanesi haline getirip, insanları zulme teşvik ettiğinde, Maliki'nin Sünni ve diğer kesimleri dışladığında demokrasiyi teşvik ederek, aynı anlayışı korumaya çalıştıklarını dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Ancak olmadı, bugünkü çatışmacı ortam doğdu. Yine önümüzde iki alternatif var. Ya barışçıl, karşılıklı saygıya dayalı esaslarla birleştirici bir yol seçeceğiz, ki bizim tercihimiz hep budur, ya da yayılmacı, sekter ve modern görünümlü ama aslında gayet arkaik, aşiretçi, baas ideolojisiyle veya benzeri ideolojilerle, marksizmle bezenmiş görüntü itibariyle ama gerçekte arkaik ideolojilerle çoğulcu yapılara karşı savaş ilan eden ya da bazen dini görünümlü, İslami görünümlü arkaik yapılarla çoğulcu yapılara savaş ilan eden terör ve radikal grupların tesiri altında kalacağız."
Akil İnsanlar Heyeti'nin özel önemi
İşte tam da Akil İnsanlar Heyetinin misyonunun burada özel bir önem taşıdığını dile getiren Davutoğlu, "Bizim açımızdan bu sivil inisiyatif, Türkiye'de eğer bu çizgiyi gerçekleştirebilirsek, aslında çözüm sürecinin başarısı bütün bu sosyokültürel, sosyopolitik ve etraftaki jeopolitik çatışmaları engelleyecek yegane yoldur" diye konuştu.
Çözüm sürecinin üç karakterine dikkat çekmek istediğine işaret eden Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Birincisi çözüm süreci millidir, yerlidir, özgündür. 12 yıl içinde biz, ister buna Kürt sorunu deyin, ister terör sorunu deyin, hangi siyasi yaklaşımı benimserseniz benimseyin, bu meseleyi çözüme kavuşturabilmek için her yöntemi denedik. Sayın Cumhurbaşkanımızın 2005'te Diyarbakır'da yaptığı devrimci konuşmayı herkes hatırlar. O andan itiaren bir taraftan toplumu demokratikleştirerek, herkese ayrımsız ve eşit vatandaşlık hakkını tanımak, başörtü özgürlüğünden Alevi vatandaşlarımızın haklarına kadar her kesime yayarak bunu insan haklarına dayalı demokratikleşme, sivilleşme süreçlerini hayata geçirmek çabası içinde olduk. Diğer taraftan da en doğru yöntem nedir diye sürekli zihin yorduk."
Bakan arkadaşlarının her birinin bu süreçlerin değişik kademelerinde görevler aldıklarını dile getiren Davutoğlu, şöyle konuştu:
"Oslo sürecini denedik, acaba Avrupa'da, Türkiye'de o zaman çatışma şartları olduğu için onun dışında bir yerde daha soğukkanlı görüşmeler yapabilir miyiz diye. Bir komployla bütün o süreç dumura uğratıldı. Hatırlayacaksınız 2009 yılında Habur'dan girişleri sağlayacak noktaya geldik. Yine son derece gereksiz bazı adımlarla o süreç de akamete uğratıldı. Bütün o tecrübelerden sonra şu sonuca ulaştık. Ne olacaksa bu topraklarda, bu toprakların insanları arasında olacak. Oturacağız, konuşacağız. Konuşulacak, müzakere, istişare edilecek ve hep beraber yerli, milli ve tamamiyle bu toprakların kaderine sahip çıkma hakkına sahip insanlar ve aydınlar, siyasiler arasında olacak."
"Bütün siyasi riskler alındı"
Davutoğlu, 5 sene önce imkansız görülen süreçleri bütün siyasi riskleri alarak devreye soktuklarının altını çizerek, "İmralı'yla görüşmelerden tutun da HDP heyetlerini yaptığı görüşmelere kadar şimdi herkes bir vicdani olarak sorsun. Hep dönüp, hükümetten ve devletten bir şeyler bekleyenler hangi tabuları nasıl yıktığımızı ve nasıl her türlü şeyi tartışarak demokratik ortamda bir netice elde etmeye çalıştığımızı görsünler" diye konuştu.
Akil İnsanlar Heyeti'nin kompozisyonun dahi çözüm sürecinin milli, yerli, belli bir tek tipçi anlayışla değil, özgün Türkiye'ye ait olduğunun işareti olduğunu vurgulayan Davutoğlu, "Beraber yaşıyoruz bu süreçleri, şimdi beraber zorluklarla karşılaşıyoruz. Kimse bu süreçte topu karşı taraflara bir yerlere atmaya kalkmamalı, sizleri kastetmiyorum zinhar. Bu yol, bu topraklarda hakkı bulunan, bu toprakların çocuklarının elele yürüyeceği bir yoldur" dedi.
Başbakan Davutoğlu, "tarihdaşlık bilincini kaybetmiş" ve "kadim geçmişten bağını koparmış" ulusalcı ideolojilerin, bir müddet sonra dışlayıcı bir kültüre dönüştüklerini kaydetti.
Modernite görünümü içinde üzeri süslü ve çarpıcı kelimelerle örtülse de, her gün barış ve demokrasi dese de bir ideolojinin, tek bir ırka, tek bir mezhebe, siyasi yaklaşıma hitap etmeye başlamışsa ve devleti sadece şu veya bu mezhebin, şu veya bu etnik grubun malı gibi görmeye başlamışsa bir müddet sonra tıkanıp, donuklaşıp anlamını kaybedeceğini dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Zaten çevre ülkelerde yaşanan krizlere baktığınızda ister Suriye, ister Irak, ister Ukrayna ister diğer bölgelerde, tarihi kültürel fay hatlarının, bugün modernite görünümü altındaki ulusalcı ideolojilerle karşıtlık ilişkisine dayalı olarak bölündüklerini görüyorsunuz. Ben Irak'a ilk seyahatimi yaptığımda hem Bağdat'a hem Musul'a hem Basra'ya hem Erbil'e gitmiştim. Orada bunu yakından fark ettim. Bir toplumun şehirleri, 'şu şehir etnik gruba, şu şehir şu etnik gruba aittir' denmeye başlamışsa o toplumu bir arada tutmak güçleşiyor. Peki bu nereden çıkıyor? Modernitenin kimlik algısının yanlış yorumlanmasından. Belki, başka ülkelerde olumsuz sonuç doğurmayacak bir ayrım, kadimi yoğun yaşamış bizim gibi toplumlarda etle tırnağın kopması gibi ülkeleri, toplumları birbirinden kopardı. Biz bunu çok derinlemesine yaşadık tarihi tecrübemizde. Balkan Muhaceretini biliyoruz. Mübadele dediğimiz, şimdi baktığımızda veri olarak görünen nüfus değiş tokuşunun nasıl insani trajedilere yol açtığını biliyoruz. Hala Anadolu'dan göç etmiş, Yunanistan'daki Rumlarla, Yunanistan'dan, Balkanlar'dan göç etmiş Türklerin nasıl hüzünle o geçmiş çok kültürlü ortamı özlediklerini hepimiz biliyoruz.
Bu yaşanması gereken tecrübeydi belki, belli aşamalarda, zorunluluk içinde savaşların getirdiği bir tecrübeydi ama şimdi artık 1. Dünya Savaşı'nın 100. yılını idrak eden insanlar olarak hepimiz bir kere şunu keşfetmek zorundayız. Tekçi yapılar, kadim kültürlerin olduğu yerlerde hangi etnik ve mezhebi grup adına olursa olsun acı getiriyor, hüzün getiriyor. Bu sadece bizde değil. Pakistan-Hindistan bölünmesinden de yaşanan acıları hatırlayınız."
"Kadim" kavramına "geri kalmış", "feodal bir kimlik" gibi değil, "bize kadar intikal eden bir kültürel çoğulculuğu barındıran, korunması gereken bir tarihdaşlık" olarak bakmak gerektiğini anlatan Davutoğlu, hiçbir İskandinav ya da Latin Amerika ülkesinin bu kadar yoğun bir harmanlamanın içinden geçip gelmediğine işaret etti.
Kadimi muhafaza edip, o tarihdaşlığı güçlü evrensel hukuka ve insan haklarına özgürlüklere dayalı bir vatandaşlık kimliğini kurabilen toplumların yükseleceğine inandığını ifade eden Davutoğlu, şöyle konuştu:
"Vatandaşlık kimliği, o tarihdaşlık kimliği ile desteklenmek durumunda. Bu, şu demektir; hiçbir toplum, hiçbir vatandaşı konuştuğu anadil, sahip olduğu kültürel geçmiş, aidiyet hissettiği herhangi bir şekilde aidiyet hissettiği kültürel bilinç anlamında tahkir edilemez, dışlanamaz; hiç kimse kendisine doğuştan verilmiş olan ve kendi iradesi dışında olan dil, kültür özellikleri dolayısıyla herhangi bir baskı altında tutulamaz. İşte, kadimle modernitenin en doğru sentezi burada. Bunu yapamayan toplumlar, Suriye'de olduğu gibi, Irak'ta olduğu gibi tek bir ideoloji, Baas ideolojiyle tek bir toplum çıkarayım dediklerinde o kadimin birikimini yok ediyorlar, evrensel hukuka, insan haklarına dayalı bir toplum da inşa edemiyorlar.
Biz AK Parti iktidarları döneminde bütün çabamız, bir taraftan reformcu ve devrimci niteliğimizle bütün bu baskı ve tekçi ideolojilere karşı reformu harekete geçirirken diğer taraftan reformcu, devrimci, evrenselci bir dille hareket ederken diğer taraftan da bize kadim kültürümüzden gelen unsurları da pekiştiren bir dil kullanmaya özen gösterdik. Bu tarihi zemin üzerinde Türkiye'nin farkı şudur. Çözüm sürecinin dayandığı, sosyokültürel zemin de budur. Biz yerleşik, bütünleşik ve iç içe geçmiş, her şeye rağmen iç içe geçmiş, sosyo kültürel yapılar içinde bulunuyoruz. "
Davutoğlu, "Irak'ın birliğini en fazla kim tehdit etmiştir" denildiğinde, buna Saddam zulmü, sömürgeci geçmiş gibi birçok şey söylenebileceğini ama kendisine sorduklarında, "Irak'ın birliğine bugün değen tehditi yapanlar Basra'yı bir Şii bir şehir, Musul'u bir Sünni şehir, Erbil'i bir Kürt şehri diye tanımlayanlardır." cevabını vereceğini belirtti.
O andan itibaren artık sosyokültürel bütünleşik yapının doğmayacağını dile getiren Davutoğlu, "Şehir devletten önce gelir. Şehirden önce gelen de insanlık bilincidir. Eğer bölgeler siyasi pratiklik açısından değil de etnik ve mezhebi kimlikler açısından dağıtılmışsa, o andan itibaren o sosyokültürel bütünlüğü sağlamak çok zor. Bizim farkımız ne burada? Oradan farklı olarak veya diğer ülkelerden, biz Kürt, ve Türk diğer unsurlar olarak her yerde iç içe ve birlikte yaşıyoruz. Balkanlar'ın her milleti, Kafkas ve Orta Asya'nın her milleti, Mezopotamya ve Ortadoğu'nun her kimliği Anadolu'da var. Hele hele İstanbul'da artık sokaklarda, aynı apartmanda var. Bir Arnavut ile bir Azeri'nin, bir Kürt ile bir Boşnak'ın aynı apartmanda olduğu tek yer İstanbul'dur" dile konuştu.
"Kürtlerin devleti Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir"
Tek parti döneminde yaşananlara en açık dille eleştiri getirenlerin kendileri olduğunu söyleyen Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Bizim yapmamız gereken bu sosyokültürel zemini tahkim etmek, güçlendirmek. Sosyopolitik bir zemin var. Geçen bir soru üzerine uluslararası bir kanalda da zikrettiğim bir husus var. 'Kürtlerin devleti yok, Kürtlerin bir devlet arayışı var.' O zaman söyleyeyim; Kürtlerin devleti Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir. Neden? Değişik vesilelerle zikrettiğim şey, sadece bir devlete devleti ululama sakın görülmemelidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti nevzuhur bir devlet değildir. Bizim şehirlerimiz nevzuhur kimlikler üzerine doğmadı. Yani Sykes Picot'nun ya da 2. Dünya Savaşı sonrası sömürgeci yapıların dağılması sonrasında ortaya çıkan ulus devletler arasında değildir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, İstiklal Harbi'ni omuz omuza, bütün o Mezopotamya, Kafkas ve Balkan kavimlerinin çocukları omuz omuza, bir arada verdiler. O bir arada vermiş olan Çanakkale Savaşı da dahil olmak üzere ortak çabanın ürünü olarak doğdu ve sosyo politik süreklilik hep devam etti bu topraklarda. İstanbul Meclisi, Ankara Meclisi... Ankara Meclisi'nin kompozisyonuna bakın. Dün Amasya'daydım, Amasya Tamimi'ne bakın, oradaki millet kavramına bakın, 1. Meclis'teki konuşmalara bakın, bu hepimizin devleti ama Suriye, diğer devletler kesinlikle hafife almak kastıyla söylemiyorum, diğer devletlere baktığınızda sosyo politik süreklilik bir öncesini redde dayalı olduğu için neredeyse yok. Kendilerini meşrulaştırmak için ta eski çağlara kadar gitmek zorundalar. O zaman bizim bu zemini mutlaka muhafaza etme durumumuz var."
"Şehit ailesi intikam hissi uyandıran bir tek cümle kullanmadı"
Başbakan Davutoğlu, dün Amasya'da olduğunu ve Bingöl'de şehit edilen Hüseyin Hatipoğlu'nun evini ziyaret ettiğini hatırlatarak "Emin olun o kadar vakur ve bir anlamda o ortak vicdanı harekete... Bir tek öfke, intikam hissi uyandıran bir tek cümle kullanmadı eşi Sibel Hanım, babası İlyas Bey. Çözüm süreci dursun falan da demediler. Ya da 16 yaşında 3. kattan atılan, bu sefer Kürt bir gencin Yasin Börü'nün ailesine gidin bakın. Bu yerlilik ve bu bize aitliktir çözüm sürecini şeye ulaştıracak olan" diye konuştu.
Amasyalı Hüseyin ve Diyarbakırlı Yasin'in ve diğerlerinin şu anda manevi halleriyle dahi ortak kaderi yansıttıklarını anlatan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Eğer şiddet hakim olursa, eğer vandalizm hakim olursa Türk-Kürt demeden kimlerin ne şekilde katledildiğini gösteren tablolar bunlar. 90'lı yıllarda bunların daha azını görmedik. 80'li yıllarda 12 Eylül şartlarında neler yaşandığını herkes biliyor. Hepimiz bu toprakların çocukları olarak bu yerliliği koruyan bir çözüm sürecine sahip çıkmak durumundayız diye düşünüyorum. İkincisi kuşatıcılık, kapsayıcılık... Bu özellik de önemli. Çünkü öyle bir noktaya getirilmek isteniyor ki 'çözüm süreci denilen şey bir örgütle devlet arasındaki müzakerelerden ibarettir.' Bu şeyi yaptığınızda bütün bu tarihi, deminki o geniş konteksli geniş tarihi onun için zikrettim, bir örgüt gider başka örgüt gelebilir. Aynen Suriye'de IŞİD'in getirdiği tehdidin, o tasfiye edilirse eğer şartlar düzelmezse başkasının doğmasına sebep olacağı gibi."
"Çözüm sürecinin muhatabı milletin ta kendisidir"
Çözüm sürecinin muhatabının milletin ta kendisi olduğunu vurgulayan Başbakan Davutoğlu, "70 belediye başkanımızı Ankara'da ağırladım bu şeylerden büyük zarar gören önemli bir kısmı Kürt, Arap da var Urfa'dan gelenler arasında, Türkmen de var. Hepsi şunu söylediler; 'çözüm süreci alanda öyle kullanıldı ki sanki bütün Kürtler'i tek bir parti, tek bir eğilim temsil ediyor gibi'" dedi.
Böyle bir şeyin olmaması için Akil İnsanlar Heyeti'nin bütün Türkiye topraklarını dolaşmasını arzu ettiklerini ve tüm akil insanların çaba gösterdiklerini ifade eden Davutoğlu, "Çözüm süreci sadece bir tarafı ikna etmeye dayalı bir süreç değildi. Böyle bir ikna borcumuz da yok onu da ifade etmek isterim" diye konuştu.
Milleti ikna borçlarının bulunduğunu dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Ama nihayetinde bu sürecin getirdiği ortamdan istifade ederek, 'şurada bir tek ben hakimim burada siyaset yapacak olanlar benden izin alacaklar' dendiğinde hem tarihi, kadim ilişki tehdit edilmiş olur hem modern vatandaşlık ve insan hakları yerle bir olur. O tek tipçiliğin 30'lu yıllarda Dersim'i bombalayan tek tipçilikten farkı da kalmaz. 'Buralar bana aittir, benim dışımda kimse konuşamaz', 'benim dışımda kurban dağıtırsa atarım 3. kattan', 'Benim dışımda siyaset yaparsa partisini bombalarım', 'benim dışımda iş yapıyorsa çeker haraç ederim o işadamını kaçırırım' dediğiniz anda işte en kötü ideolojik zemine dayalı bir başka tek tipçi anlayışa çözüm süreci feda etmiş olunur, buna izin verilemez."
Kuşatıcılık ve kapsayıcılığın Okmeydanı'nda yan yana yaşayan Sünni ve Alevilerde ya da İstanbul'un, İzmir'in değişik yerlerinde, Konya'da aynı mahallede Türk-Kürt kardeşlerini de kapsadığı zaman çözüm sürecinin başarıya ulaşacağını anlatan Davutoğlu, "O bakımdan biz bu meseleyi tek bir eksene indirgenmesi değil zaman alsa da metanet gerektirse de toplumun her kesimini muhatap alan bir mesele olarak görüyoruz ve Akil İnsanlar Heyeti'nin de gerek kompozisyon gerek yaptığı çalışmalar itibarıyla bunu en iyi şekilde temsil ettiğini düşünüyoruz" diye konuştu.
"Süreç dış etkilere karşı korunmak zorunda"
Davutoğlu, sürecin dış etkilere karşı korunmak zorunda olduğunu belirterek, şöyle devam etti:
"Dış etkiler şu veya bu yönden gelen dış etki olabilir. Uluslararası sistemin şu veya bu aktörlerinin bölge, Türkiye, etrafla ilgili planlamaları da dış etkidir, Suriye ve Irak'ta yaşananların çözüm sürecini etkilemesi de dış etkidir. Bunu söylediğimizde yanlış anlaşıldı veya bilinçli olarak yanlış aksettirildi. Biz 'Kobani ile çözüm süreci arasında irtibat kurulmasın' derken, 'Kobani önemsizdir' demek istemedik, hiçbir zaman da demedik. Suriye'deki hiçbir insanın canını, malını, onurunu diğerinden üstün tutmadık, hiçbirine kayıtsız kalmadık. Ama Türkiye'deki çözüm süreci Suriye'deki Kobani meselesi yokken de vardı. Ondan önce başladı. O mesele çözülse de çözülmese de devam edecek. Eğer pozitif yönde bir etki yapacaksak Türkiye'deki çözüm süreci başarıya ulaştığında bütün çevre faktörleri pozitif yönde dönüştürür."
Türkiye'deki çözüm sürecinin doğru istikamette yürümesi durumunda etraftaki bütün çatışmalara da şifa ilacı haline geleceğini dile getiren Davutoğlu, geçen sene kasım ayında Mesut Barzani Diyarbakır'a geldiğinde orada Kürt vatandaşlarla Kürtçe konuştuğunda ve o zaman başbakan olan Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bu konuları ele almasına ve eski Türkiye'deki ulusalcı tepkilere bakıldığında bunun felaket gibi görülebileceğini ifade etti.
"Şivan Perver'in Diyarbakır'da türkü okuması 'milleti böler' denebilirdi" diyen Davutoğlu, konuşmasına şöyle devam etti:
"Kimse hayal edemezdi. Bakın eylül ayında sizlere sorsaydık. Mesut Barzani gün gelecek ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanıyla Diyarbakır'da halka hitap edecek denseydi kimse bunu düşünmezdi. Devrimci bir adamdı. Onun kararını verdiğimiz günü bugün gibi hatırlıyorum. Orada vermek istediğimiz mesaj şuydu; 'Evet, yurt dışında kalan Türkmenler, Araplar gibi Kürtler de bizim akrabamızdır, kardeşimizdir, canımızdır, ciğerimizdir, kaderleri kaderlerimiz, özgürlükleri özgürlüğümüz, acıları acımızdır' dedik. Eleştirildik kıyasıya birileri tarafından, ısrarla devam ettik. Eğer çözüm süreci sağlıklı bir şekilde bugüne gelmiş olsaydı ve birileri vermiş olduğu sözü tutmuş olsalardı sizler bunu çok iyi biliyorsunuz."
Davutoğlu, 4 Nisan 2013'te toplandıklarını ve mayıs ayında bütün silahlı unsurların Türkiye'yi terk edeceklerinin ifade edildiğini anımsatarak, şunları kaydetti:
"Sizler de o aşk ve şevkle Anadolu'nun her bir yerine gittiniz 'merak etmeyin Türkiye'de yakında silahlı hiçbir unsur olmayacak' dediniz. Ne oldu? Haziranda raporu sunduğunuzda dahi çok az unsurun sembolik çekildiğini biz biliyorduk ama hiçbir zaman topluma deklare etmedik ki çözüm süreci zaafa uğramasın diye sonra deklare etmek zorunda kaldık."
"Eleştirilerin kabul edilebilir bir yanı yok"
Başbakan Davutoğlu, daha önce planlandığı gibi PKK'nın silahlı unsurlarının ülke dışına çıkması gerçekleşseydi farklı bir ortam olacağını belirterek, "Bizim Kobani'ye, PYD'ye tutumumuz ve bakışımız farklı olurdu" diye konuştu.
Davutoğlu, Suriye'de rejimle işbirliği yapan bir grubun desteklenmemesi durumunda Türkiye'nin eleştirildiğini hatırlatarak, bu eleştirinin kabul edilebilir bir yanı olmadığını kaydetti. Dışişleri bakanlığı döneminde Salih Müslim'le görüşülmesi konusunda bizzat talimat verdiğini anlatan Davutoğlu, Suriye'deki gruplarla da demokratik bir diyalog sürecinin başlaması için bu yönde bir harekette bulunduklarını söyledi.
"Türkiye'ye verilen sözler tutulmadı"
Davutoğlu, Müslim'in ilk defa muhatap olarak alındığını, temel ve ilkesel isteklerde bulunulduğunu belirterek, "Suriye'deki demokratik muhalefetle işbirliği yapın, Suriye rejiminin suçlarına iştirak etmeyin ve Türkiye'yle de iyi ilişkiler içerisinde olun' dedik. O dönemde bize verilen sözler tutuldu mu ki birileri 'Türkiye sözünü tuttu mu?' diyebilsin. Aksini yaptılar, gittiler Suriye rejiminin suçlarına ortaklık ettiler. IŞİD'le bir yıl yan yana yaşadılar bütün uyarılarımıza rağmen. Ses çıkarmadık. Bu dönemde Tel Abyad IŞİD'in eline düşerken Sünni Araplar katledilirken HDP benimle ilgili verilen gensoruya destek verici konuşmalar yaptı. Bayırbucak'ta ve Çobanbey'de Türkmenler katledilirken IŞİD tarafından, rejim katliamını zaten mazur görüyorlar da, IŞİD tarafından katledilirken sessiz kalındı. Biz Kobani'ye de sessiz kalmadık. Tarih, Türkiye'nin Kobani'ye neler yaptıklarını yazacak" değerlendirmelerinde bulundu.
Yeni çıkan konjonktürler nedeniyle Türkiye'nin 100 yıllık projesinin yok edilemeyeceğini dile getiren Davutoğlu, çözüm sürecinin kısa sürede başarıya ulaşması neticesinde sınırlar ötesinde yaşayan diğer halklara da bunun olumlu yansımaları olacağını söyledi.
"Her şeye rağmen irademizi ortaya koyduk"
Davutoğlu, yeni hükümetin de bu konuya ilişkin görüşlerini paylaştığını vurguladığı konuşmasına şöyle devam etti:
"Kongre konuşmamızı herkes hatırlayacaktır. Kongrenin odak unsurlarından birisi de çözüm süreciydi. Sayın Cumhurbaşkanımız görevi bana devrettiği sırada 'Bu benim bütün siyasi mevcudiyetimi ortaya koyduğum bir projedir' dedi. Yeni AK Parti genel başkan adayı olarak yaptığım konuşmada 'Çözüm süreci bizim için tarihi bir projedir. Bölgenin tek başarı hikayesidir. Bir emanettir ve bu emaneti başarıya götürmek için her türlü çalışmayı yapmaya kararlıyız' dedim. Bu bir irade beyanıdır. Bu irade beyanında en önemli şey samimiyettir. Hiçbir ikili dil kullanmadık. Yeni hükümet görevi devraldıktan sonra 29 Ağustos'ta hükümeti kurduk, 30 Ağustos törenleri falan, hükümet programını açıkladık. 1 Eylül'de hükümet programını açıkladık. Programın içinde çözüm sürecine bakışımızı ortaya koyduk. Bize verilen sözlerin hiçbiri yapılmadığı halde, bunu açık bir şekilde ortaya koyduk."
Daha güvenoyu almadan çözüm süreciyle ilgili hükümet içinde bir mekanizma kurulduğunu aktaran Davutoğlu, mekanizmaya bizzat kendisinin başkanlık edeceğini söylediğini hatırlattı.
Başbakan Davutoğlu, bütün bakanlıkların konuyla ilgili öncelikli görevli oldukları yönünde talimatlar verdiğine işaret ederek, çözüm sürecini başbakan başkanlığında yürüyen bir mekanizmaya oturttuklarını dile getirdi. Tezkerelerin birleştirilmesi esnasında da mesajlarının gayet açık olduğunu anımsatan Davutoğlu, o gün yapılan bakanlar kurulu toplantısında kurulun çözüm süreci yasasını uygulama esaslarını ilan ettiklerini vurguladı.
"O gece ne tür mesajlar attıklarını biliyoruz"
Davutoğlu, 1 Ekim'de Selahattin Demirtaş'ı kabul ettiğini hatırlatarak, şöyle devam etti:
"Takip edilecek yol haritası konusunda her türlü müzakere ve görüşme yapıldı. Bunların detaylarına girmem mümkün değil. Kapalı oturumda bu sorular geldiğinde Akil İnsanlar Heyeti'nin bütün bunları bilmesi gerektiği için onları paylaşırız. Çünkü sizleri bu sürecin asli unsurları olarak görüyoruz. Bütün bunlar paylaşıldı ve belli mutabakatlar sağlandı. Burada bu mutabakatlar sayesinde yeni ve olumlu bir ortama giriyoruz. Artık çözüm süreci yasal zeminiyle, bakanlar kurulu esasıyla, varılan mutabakatlarla büyük bir ivme kazanacak beklentisi içindeyken Kurban Bayramı'nın üçüncü günü 6-7 Ekim'de, 6-7 Eylül Olayları gibi talanın, baskının, yağmanın, şiddetin, gasbın ve cinayetin her türlüsü yaşandı. O zaman herkes samimiyet testinden geçiyor. Hükümet olarak önümüzde bütçe hazırlıkları varken, toplumsal olaylar söz konusuyken, yeni bir hükümetken her işi ikinci kılıp çözüm sürecine odaklanıp üstümüze düşen her şeyi yapmışken gördüğümüz mukabele bu oldu. Kimse 'Efendim biz şiddet çağrısı yapmadık, sokağa çıkın dedik' demesin. Sizinle irtibatlı olanların o gece ne tür mesajlar attıklarını biliyoruz. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanımız o gece Diyarbakır'dan beni aradı. 'Şu sokaklarda şu silahlanmayı yapıyoruz herkes silahlı ayaklanmaya kalkışsın' diye tweet atanlar kiminle irtibatlı? Buna destek veren ana muhalefet partisi genel başkan yardımcısının 'Ben ona değil şuna destek verdim' demesi çok zor."
Yaşanan olumsuzluklardan hayır murad eden bir kültürden geldiklerini söyleyen Davutoğlu, herkesin oturup iyi bir muhasebe yapması gerektiğini vurguladı. Davutoğlu, öz eleştiriden kaçınıldığını da anlatarak, faili meçhullerin şu anda da devam ettiğini kaydetti.
"Hedefleri çözüm süreci"
"Yasin Börü'yü kimin öldürdüğünü" soran Davutoğlu, bu soruyu sormanın herkesin görevi olduğunu dile getirdi. "Ambulans yakmanın hangi barışçı yönü olabilir? diyen Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Kütüphaneleri, müzeleri, 214 okulu yakmanın hangi barışçı yönü olabilir? Burada hepimizin hedefi görmesi lazım. Hedef sadece Türkiye Cumhuriyeti devleti değil, özellikle de sizlerle paylaşmak istiyorum hedef çözüm sürecinin bizzat kendisidir. Biz 2005'teki ilk çağrılarda neler olduğunu, Oslo Sürecinden sonra 7 Şubat komplosuyla neler yapılmak istendiğini biliyoruz.
Çözüm sürecinde ne zaman mesafe alsak, şu veya bu unsur devreye giriyor bir anda ortalık toz duman içinde kalıyor, tekrar çatışma ortamı doğuyor. Birileri puslu havayı seviyor. Bizim çözüm sürecindeki her bir aktöre çağrımız şudur; 'Gelin, günlük güneşlik bir havada konuşalım. Kimse puslu havalarda taktik mücadele içine girmesin. Geçen yıl siz Anadolu topraklarını gezerken mayıs ayında İstanbul sokaklarının ne hale geldiğini gördük."
"Herkese düşen puslu havayı dağıtmaktır"
Başbakan Davutoğlu, yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen herkese düşenin puslu havayı dağıtmak olduğunu aktararak, bu konuda Akil İnsanlar Heyeti'nin desteğine ihtiyaçları olduğunu söyledi.
Güllük güneşlik havada geleceğe yürüme çağrısı yapan Davutoğlu, "Demokratikleşme ve çözüm süreci her halükarda devam edecek. Çözüm sürecini birilerini tatmin veya memnun etmek için yapmadık. Memnun etme gibi bir zorunluluğumuz yok. Memnun edeceğimiz tek şey kitlelerdir, doğusuyla, batısıyla, kuzeyiyle, güneyiyle bütün Türkiye'dir. Çözüm süreci konusundaki siyasi kararlılığımızda en ufak bir aksama yoktur. Aslında toplumun geniş kesimlerinde bu olaylar sürerken Malatya'ya gittim. Dün de Amasya'daydım, Samsun'a gittim. Her kesim 'Çözüm süreci devam etsin' diyor. Marjinal bazı gruplar hariç" diye konuştu.
"Bütün valilerimize talimatlar verildi, kamu düzeni sağlanacak"
Davutoğlu, çözüm sürecinin ulusalcı marjinal gruplar haricinde toplumun geneli tarafından kabul gördüğünü anlatarak, şöyle devam etti:
"Çözüm süreci kesinlikle kamu düzeninin alternatifi değildir. Bunu doğru anlaşılsın diye sürekli söylüyoruz. Bir süreç başarılı olacaksa kamu ve hukuk düzeni içerisinde başarılı olur. 'Kamu ve hukuk düzenini yok edelim, sonra oturup müzakere edelim' denirse orada iyi niyet aranmaz. Birileri 'Devlet operasyon yapmasın, devlet herhangi bir şekilde görünür olmasın. Ama biz şehrin kenarlarında çadır kurup insanları tek tek hesaba çekelim. Şantaj yapalım, sokakları kontrol altına alalım. Haraç toplayalım, baskı uygulayalım, hukuk düzeni dışında her şeyi yapalım ve yavaş yavaş var olan hukuk düzenini aşındırarak kendi kafamızdaki düzene gidelim' derse o zaman niyet, çözüm süreci değildir. Bütün valilerimize talimatlar verildi, kamu düzeni sağlanacak."
Herkesin aynı yöntemi benimsemesi durumunda Türkiye'nin Suriye'den beter olacağına dikkati çeken Davutoğlu, kamu düzeninin kalmadığı yerde neler olabileceğini Suriye'de gördüklerini söyledi.
Davutoğlu, kamu düzeninin kalmadığı yerde siyaset yapılamayacağını dile getirerek, böyle ortamlarda farklı kanaatlerin de dillendirilemeyeceğini aktardı. 90'lı yıllarda korku nedeniyle fikirlerin beyan edilemediğini anımsatan Davutoğlu, gerçek anlamda çözüm süreci işletilecekse devletin kamu düzenini sürdürme iradesinin tartışılamayacağını ifade etti.
"Çözüm sürecini sürdürmek zorunluluktur"
Başbakan Davutoğlu, çözüm sürecinin konjonktürel bir mesele olmadığına değinerek, şunları söyledi:
"Bizim için çözüm süreci, tarihi ve stratejik bir projedir. Bunu başardığımızda Türkiye'nin ayağındaki prangaların nasıl boşalacağını biliyoruz. Bunu başardığımızda Türkiye üzerine oyun yapanların oyunlarının bir daha nasıl hayata geçirilemeyeceğini biliyoruz. Bunu yaptığımızda oluşturacağımız güzel modelle tarihdaşlıkla sosyo-kültürel yapıyı pekiştirmek, eşit vatandaşlık haklarıyla evrensel modern bir devlet niteliği kazanmak ve küreselleşmeyi bu şekilde göğüslemek hepimiz için doğurgan ve yepyeni bir ortam ortaya çıkaracağını biliyoruz. Onun için de stratejik bir projedir. Bu projeyi sürdürmek hepimiz için bir zorunluluktur. Bu yeni aşamada sizlerle istişaremde sizler ne kadar isterseniz ben buradayım. 24 saat derseniz dururum, 'Uykusuz kalalım' derseniz kalalım. Sizlerin kanaatleri bizim için önemli. Öncelikle kanaatlerinizi almak, tecrübelerinizden istifade etmek istiyorum."
Akil İnsanlar Heyeti'nin önemli bir görevi olduğunu belirten Davutoğlu, ortak vicdan olgusuna dikkati çekti. Davutoğlu, doğru aklın kötü dizayn edilmiş akıl tarafından tehdit edilebileceğini belirterek, bu tehlikenin ancak ortak vicdanla ortadan kaldırılabileceğini ifade etti.
Pratik adımlar konusunda da heyetten önerileri dinlemek istediğini dile getiren Davutoğlu, katılımları için teşekkür etti.