Yazarlar
13.08.2016 21:00
| Son Güncelleme:
Anneler babalar günü geçti mi yahu, içimden bu sıralar anneme babama sarılasım, onları haddim olmasa da bir kutlayasım geliyor.
Aile danışmanı, ilişki danışmanı falan hiç değilim ama ailemle, annemin babamın bizi yetiştirmesiyle, günün sonunda ortaya çıkardıkları ürünlerle ki bu ben ve canım kardeşim oluyoruz, çok gurur duyarım.
Yazman gereken yüzlerce yazı varken kel alakasıyla sonuçlanmalı bir gün daha bugün, yogayla, gezi notlarıyla, yeni birsehirbiryoga projesiyle ilgili bir ses bir soluk bekleyenlerin müsadesiyle bir aile konusuna değinmek zorundayım bu günlerde.
Benim aile hikayelerimden biri bu, yolculukta en çok düşünüp, ona buna en çok konuştuklarımdan biri sanırım. Konu benim ailem olunca, onlar pek özel konularıma girmemi sevmiyorlar ama sağ olsunlar bir şey de demiyorlar.
Hayatımda ilk defa Kolombiya’nın Bogota şehrinde Vipassana, yani 10 gün sessizlik meditasyonuna katıldım. Bunun ne olduğuyla ilgili eski yazılara geçmiş yazılardan, şuradan ulaşabilirsiniz. (…..)
İlk gün doldurulan bir form var burada da. Klasik kişisel bilgileriniz, sağlık notlarınız, özel durumlarınızın olup olmadığı, organizasyonu nereden duyduğunuz gibi sorular soruluyor. Arada şöyle bir soru varmıştı : “Ailenizle ilişkiniz nasıl?” vallahi bu kadar, başı sonu yok. Az bir ispanyolcamla doğru mu anladım diye tekrar tekrar okudum, sonunda da sadece “muy bueno” yani ‘çok iyi’ diyebildim, peşine de İngilizce bir not yapıştırdım: “benim ispanyolcam kötü, doğru anladığımdan emin değilim bu soruyu, haberiniz olsun.”
Benim için aksi pek mümkün olmadığı için soru da anlamsızdı tabi. Ve fakat gelip geçtikçe, gezdikçe tekrar anladım ki soruyu sormakta haksız değillerdi, çünkü ailesinden ya da bu kadar özele indirmeyelim “sosyal çevreden” diyelim, kaçarak bu yolculuklara çıkan sayısı da fark edilebilir boyutlarda. Benim için çok normal olan ailesel sorular, bazıları için sinir bozucu bile olabiliyormuş, öğrendim. Bilmeyenler için tekrar yazmakta fayda var, benim yolculuğum böyle motivasyonlarla başlamadı, ailemden, sevdiklerimden, türkiye insanlarından, İstanbul’dan kaçmadım, istifa falan etmedim, işimden gücümden kaçmadım. Hepsini hep çok iyi anarak, içimdeki gezme ateşine kulak verdim sadece, hayalimin peşine düştüm. Hatta şöyle dedim, ne türkmüşüm de haberim yokmuş, nasıl da derinlerimdeymiş göçebelik… Göçebe atalarımıza, göçebeliklerine bin bereket!
Ailem de bana dur gitme falan demedi; “korkma, biz yanındayız” dediler. Sonrasında da herkes birbirinin ne kadar yanında olabilirse, (zira yalnız varlıklarız şu hayatta) o kadar yanımda oldular, haklarını hiç ödeyemem.
Hikayem şöyle:
Sene 90lar, Ankara’da çocuğuz. Efsane yıllar, o senelerin müziklerini tekrar tekrar dinlemeye hala doyamazsın misal.?
Kardeşimle, ilk okul sıralarındaydık. Harçlık diye birşey vardı, biliyorsunuz. Bizim hiç olmadı. Sonsuz paramız olup, bize herşeyi sunduklarından değil. Bize hiç birşey vermediklerinden hiç değil. Normal orta seviye bir Türk ailesiydik biz. Bize önce bunu anlattılar sanırım, nasıl yaptılarsa tamamen annemle babamın başarısı. Sonra, evde duran para nerede duruyorsa onu gösterdiler. Dediler ki, ben babayım, çalışırım, ahanda bunlar da para, ihtiyacınız olacak, olabilir, olduğunda sormadan “ihtiyacınız kadarını alabilirsiniz buradan”.
Şimdi diyebilirsin ki, çocuksun neye ihtiyacın olacak, yapışmış tek kaşarlı kantin tostu yiyorsun tenefüs aranda zaten falan. Biz okullarımızı bitirinceye ve işe girinceye kadar bu özellikleri değişmedi. Parayı önümüze koydular ve biz hiçbir zaman ihtiyacımızdan fazlasını almadık! Almadık! İhtiyacımızı bile almadık sanırım çoğunlukla.. Önüne koyulunca insan korkuyor muydu, bilmiyorum, olabildiğince tutumlu ve tatminkar bir çocukluk geçirdik; markalı hiçbirşeyimiz olmadı ama canımız da çekmedi, “istesek alırız dedik ama gerek yok” dedik hep. Ergenlikte söylemesi zor cümleler bunlar, şimdi bakınca dahi şaşıyorum. Böyle şeyler konuşulduğunda babamın meşhur cevabıdır; “eeee kızım, biz sizin mayanıza dürüstlükten, iyilikten başka birşey koymadık. İsteseniz de olamazdınız, yapamazdınız.” Çocuklara söylenen cümleler ne önemliydi, şimdi geriye bakınca anlayabiliyorum. Belki babam için öylesine bir cümleydi, benimse derinlerime, zihnime, bilinçaltıma kazınmış, yer etmişinden, “biz dürüsttük, iyiydik!”
Çocukluk yaşlarında bize verilen bu “nefs” terbiyesi için annemle babama teşekkür etmek istedim ulu orta yerde. Bize ‘gereklilik’, ‘ihtiyaç’ kelimelerini öğrettikleri için onlarla gurur duyuyorum. Kimsenin, ama hiç kimsenin, hiçbirşeyin, kardeşimi ve beni parayla, maddiyatla etkileyemeceğini derinlerimde hissediyorum, biliyorum. Gerekli diye bir kısmı vardı bu meretin, gerisi ihtiyaç fazlasıydı. İhtiyaç fazlası için çabalamak, heveslenmek başka birşeydi, o da bizde yoktu. :)
Dahası, oto kontroldü öğrendiğimiz! Ama babam ne de olsa hesabını yapıyordur diye korktuğumuzdan ama çok söz dinleyen çocuklar olduğumuzdan bilemiyorum, belki de ikisi birden. Günün sonunda hesabımızı bilmeyi, arkamızda sessizce durduklarını, belli düzeydeki bir otoriteyle hep ama hep hissettirdiler, herşeyi önümüze sermelerinin yanı sıra.
Hep derim, ben aile hayatı konusunda çok şanslı olan biriyim. Hiç büyük dramamız olmadı, kontrol edebildiğimiz kısmına biz izin vermedik, edemediğimiz kısımlarda da hayat bize iyi davrandı. Eksiklerimiz yok muydu, elbet hepimizin vardı. Birbirimizi zaman zaman çok üzdük mü, eminim ki üzdük, kırdık. Ama alt toplamda ‘aile’ olduğunu bilmek zaman içinde herşeyi alıp götürüyor.
Ailemi çok seviyorum. Varlıklarına duacıyım. Yine seçme şansım olsa, onlarla tam olarak böyle bir hayat geçirmek isterdim. Aile derken, annem babam kardeşim bir yana tabiki, ama maailemi kastediyorum. Baba tarafından 11 kardeşli, annem tarafından 6 kardeşli, en son saymayı bıraktığımda 58 kuzenimin bulunduğu, maailemi kastediyorum. Azıcık kalabalık olduğumuz da doğrudur, evet :)
Aile günüdür, pazardır, pazar kahvaltısıdır, sohbettir, muhabbettir, sevgilere sarılıp sarmalanmaktır bugün.
İyi pazarlar.
Sevdiklerimize sevdiğimizi gösterebildiğimiz nice günlere olsun hepimize, en çok da çocuklarınıza!