Geçenlerde, akşam 8:00 sıraları sizin oralarda. Karşımda annemle babam, ev haliler işte bildiğiniz normal Türk ailesi, dizilerdeki gibi değil yani, yalı konak hizmetliler de yok, kavga gürültü saçma sapan bir aile ilişkisi de yok. Burada, Kolombiya’da ise saat öğlen bir, dersten çıkıp yemeğimi yemiştim hızlıca. Dedim “internetim çok iyi haydi skype yapalım, siz uyumadan (İstanbul, adamı 60 yaşına geldiğinde daha da çok yoruyor çünkü, erken uyuyor bizim ev halkı)” Yemek yenmiş çoktan çay faslına geçilmiş, özlenilen Türk çayı sesi. Kıştan sebep, hırkalar falan sarınıp oturmuşlar.
Ankaralıyız biz, annem tarafından daha çok. Benim bütün çocukluğum, üniversite yıllarım orada geçti, tam göbeğinde hem de; Bakanlıklar, Kızılay’da. ‘Patlama olmuş yine’ dedim, bu sefer kara kuvvetleri tarafında değil hani şu dükkanın orası var ya orada, diye başladılar anlatmaya. Film mi bu saniyeler dedim kendi kendime, bir savaş filminin içinde miyiz, dönem belgeselinden bir sahne miyiz; olabilir mi böyle bir şey. Bir tarafta olayın içindekiler bense dışındaki, kendini kurtaran kaçan ne derseniz, skype’ın diğer yanı yaşayanlar.
İnsanlar türlü sebeplerden sevdiklerinden, kendisini bu hayata doğuranlardan ayrı kalıyormuş, onu hayat öğretiyor da sağ olsun, eskilerde kaldığına inandığım bir savaş sahnesi görüntüsüne ve repliğine ne kadar ihtiyacım vardı hayatımda bilemiyorum. Evet evet savaş, yaşadıklarımızı, içinden geçtiğimiz günleri küçültmeye çalışmaya gerek yok, daha nasıl olacak ki zaten!
Yanlarında olmak istiyorsun ama dönmek istemiyorsun. Sevdiklerinse hem korku hem üzüntü içinde konuşuyorlar seninle. “İyi ki gittin!” diyorlar mesela bazen, bazen de “biz de geleceğiz bak bizi de düşünerek gez” diyorlar. Saçma bir soru veya gündem ortaya attığımda, ‘buraları bilmiyorsun kızım çok fena’ diyorlar. Bilmiyor muyum? O kadar oldu mu yaa; diye kalakalıyorsun 25 senedir Almanya’da yaşayan gurbetçi burukluğu ve anlamsızlığında. Sana sorduklarında ne diyebilirsin ki, iyiyim ben de işte! Sizin için ben de korkuyorum aslında… Güney Amerika tehlikeli diyorlarmış; vallahi değil, bombalar patlamıyor artık, Kolombiya şimdilik değil en azından; sokağın ortasında tecavüzler, insan kaçırmalar olmuyor artık, aman diyorum esas siz dikkat edin kendinize, kardeşime; benim haller yolculuk halleri işte, maksimumu çok yersen yemekten zehirlenme, yiyecek bir şey bulamazsan biraz zayıf düşme.
Ne uzunca yazasım ne de kendimi ağlatasım var bugün. Zaten benim bilgimi, algımı aşan olaylar yaşıyorsunuz. Sosyolojik psikolojik tespitler yapacak da değilim. Bize ne yapmaya çalıştıklarını da bilmiyorum ama istedikleri kapılar arkasında kalmamızsa, bizi hayata küstürmekse, korkutmaksa, umudumuzu kaybetmememiz gerektiğini gösteren bir yerden size yazıyorum. 5. ayım Kolombiya’da. Biz diyorlar mutlu olmayı seçtik. Çok kayıplar verdik. Yokmuş gibi olmamış gibi davranıyorlar çoğunlukla. Bana çok enteresan geliyor açıkçası. Son 3-5 senedir turistler gelmeye cesaret edebiliyorlar, artarak da geliyorlar, diyorlar. Evlerinde kaldığım bir aile; “Biz de 5 sene önce yurda dönüş yaptık, öncesinde yıllarca Avrupa’da yaşadık, çocuklarımızı ancak ülkeye getirebildik” dediler. Herkesin acısı yangısı kendine, bizim durumumuz, olayların ölçeği oralarla karşılaştırılmaz diyenler olabilir ama bir can bir candır. Diyesim o ki, her şey her zaman geçer, değişir. Umut ışığımızı karanlıklara vermeyelim. Bizler dünyaya iyi olarak gelenleriz az dayanalım, acımız kocaman kocaman olsa da. Acılar kocaman gidenler küçücük, gencecik olur mu! Bizim ülkemizde de artık oluyor demek ki.
Bu yazının esas sebebi “Kaç gündür senden haber alamadık müge, hiçbir yerde bir şey paylaşmıyorsun merak ettik seni, iyi misin?” diyen canım dostlara gelecek olursak…
Yolculuk halindeyken bazen şöyle oluyor, bazı fotoğraflar çekiyorsun ama paylaşmıyorsun, yazdığın ve kendine sakladığın yazılar gibi. Sonra ara ara önüne geliyorlar, hah diyorsun unutmuştum şöyle yazayım da paylaşayım, şöyle ülkemle eşleşsin böyle gezimi anlatsın, en önemlisi de anneye babaya eşe dosta ölmedik yaşıyoruz gündelik mesajı verilsin zira bazen herkesle ayrı ayrı yazışıp konuşmaya vakit, internet olmuyor.
Gel gelelim ülkemin gündemine yetişemiyorum bazen, yetişmeye de çalıştığım pek söylenemez gerçi, mümkün oldukça bir adım geride duruyorum ama ne yazık ki eskilerin dediği gibi toprak çekiyor, kalbin çok yönden bağlı oralara.
Önce Can Dündar ve Erdem Gül özgür kaldı mesela, dedim parmaklıkların arkasından çıktılar, sevindik, üç beş karalayayım, paylaşayım şu fotoğrafı artık, yetişemedim.
Eş zamanlı tecavüz haberleri geldi; dedim iki satır yazayım 'kadınlar ölsün mü', 'ölelim mi arkadaşım' ya da ‘ölüyoruz biz sürekli aslında’ konulu, yetişemedim.
Kadına şiddet günlük bir konu, sıradan bir haber oldu ülkemde, ocak ayı gaz zammı gibi olağan sıradan haberler altında diliyoruz. Şiddet gören, kapatılan, dövülen, sömürülen, sevilmeyen kadınlara adayayım iki satır yazayım dedim, gündemler yine yeniden değişti, yetişemedim.
Gündemin çok hızlı değişiyor ülkem, yetişemiyorum. Hele benim simit kokan memleketim normal sıkıcı grisinden çıkıp siyahlara bulanınca yetişmek de istemiyorum. Görmek okumak istemiyorum ama kalbimde hissediyorum. Ölenlerin listelerine bakarken, sevdiklerim acaba denildiği gibi orada olmayan şanslıların içinde mi, bir tanıdık görmesek bari diye diye bakıyorum. Ama içten içe 17 yaşındayken kaybettiğim sevgilimi, uzun soluklu çocukluk aşkımı, oyun arkadaşımı; onun dağılmış ailesini, mahalle arkadaşlarımız arasındaki acıyı ve çevremdeki bütün genç ölümleri hatırlıyorum. Genç ölüm ne üzücüdür bilemezsiniz! Bilmeyiniz de zaten! Yeterince bildik!
Uzakta olmak böyle bir şey işte… Bir şey paylaşamadım, ama merak etmeyin ben iyiyim, ben yaşıyorum.
Kolombiya’dan selamlar.
Mukta.