Vipassana benim için neydi peki? Nasıl geçerdi onca uzun saatler konuşmadan, okumadan, yazmadan, şarkı söyleyip dinlemeden?
Ben çok severim sessizliği. Kardeşimle insanları sinir edebilecek kadar sessiz kalabiliriz. Sessizlik oldu, aman konuşmam lazım, ortam gerildi, ne oldu sıkıldık mı, konuşacak bir şeyimiz kalmadı mı yoksa insanları hiç ama hiç değilizdir.
Kendi sessizliğimin üstüne herkesin sessiz olduğu, bir de meditasyonla süslendiği, vejetaryen mutfakla taçlandırıldığı bir organizasyon olunca ilgimi çekmemesi imkansız olurdu.
İlk 2013 Hindistan ziyaretim esnasında duymuştum Vipassana’yı (vipassana nedir için bkz bir önceki yazım; https://blog.milliyet.com.tr/10-gun-susabilir-misiniz--/Blog/?BlogNo=521442 )Kaldığım tapınakta her Perşembe Mauna yani sessizlik günüydü. Dersler hayat aynı şekilde devam ediyordu ama konuşulmuyordu. Sonrasında bunun Dhamma – Vipassana organizasyonuyla dünya çapında yapıldığını duydum, oradaki çoğu insan en az bir kez 10 günlük programa katılmışlardı. Orada zamanım kısıtlı olduğundan yapamadım. Türkiye’de Vipassana organizasyonuyla değil ama bir miniği tadında Artvin’de 3 günlük mauna kampına katılabildim sadece; çünkü Türkiye’de yoga derslerim çok yoğundu, hamile dersinden özel derslere, stüdyomdan kurumlara koşturuyordum, kendime ayırabilecek zamanı ne yazık ki bulamamıştım. Kaldı ki Türkiye’de sanırım bağış azlığından çok sık yapılamıyor bu 10 günlük kurs. Takiben, 2015 Ağustos’ta Tayland’a gidecektim, Temmuz ayından yani gitmeden araştırmaya başladım. Kasım sonuna kadar bütün şehirlerdeki vipassanalar doluydu, başvuruları kapatmışlardı. Yine gidemedim.
Malezya’ya geçecektim oradan, Tayland’ ulaşınca yani bir iki ay kala Malezya için başvuru yaptım. Yerlerinde uygunluk görülüyor. Önemli! Bir başka gezgin arkadaşım demişti ki, “Oraya hiç güvenme, Türkleri kabul etmiyorlar.” Nasıl? Neden? Cevap: “Müslümanız diye!”. İnanmadım, illa kendim görecektim, başvuru yaptım. Gerçekmiş :) hala inanamıyorum. Maile yanıt geldi; “Ülkemiz politikası gereği -diyesi çok tutucu Müslümanlar- Müslüman ülke vatandaşlarını kabul edemiyoruz.” Vipassana’nın doğasına tam ters bir cevap. Neyse zorladım iteledim, ‘Ülkenin geneli Müslüman, belki ben değilim arkadaşım, adamı hasta etmesenize’ tadında, yok, almadılar.
Yine takiben, kıta değiştireceğim bu sefer, ilk işim Güney Amerika’da İngilizce kurs var mı, nerelerde var, yer var mı ona bakmak oldu. (İngilizce önemli! Kıtanın İngilizce konuşma oranı %3- yes no diyebilen de bu orana dahil, oradan hesap edin ne kadar konuşulmadığını) Başvuru yaptım, aylarca bekledim, çünkü bekleme listesine girebilmiştim ancak. Zaman yaklaştıkça birileri ben gelemiyorum diyecek de ben onların yerini dolduracağım. Hep derim; hepimiz çok iyiyiz aslında, taa ki kötü olmamız gerekene kadar! İçimden geçenler; birileri gidemesin, nolur birileri gidemesin, kötü bir şey olmasın onlara da ama gidemesinler, ben gideyim :) Yeni yıla bir iki gün kala mail geldi, iptaller var hala gelmek istiyor musunuz, bunu bütün bekleme listesine atıyoruz, erken cevap veren yeri kapar tadında. Elimdeydi telefon, hemen cevap yazdım. Sonrası büyük sessizlik. Kursa ancak iki gün kala cevap geldi; ‘Biz seni kabul etmişiz ama mail atmayı unutmuşuz, gelecek misin?’ Yeni yıl arefesi, sıcak memleket, insanlar rahat, olur böyle şeyler, olur daaa otobüslerde yer bile yok, apar topar gittim. Öğlen 2 ile 5 arası burada olun diyordu sabah 9’da kapıdaydım. Sonradan duydum ki, başvurunun açıldığı gün başvurular dolmakla kalmamış aynı gün 300 kişi bekleme listesine geçmiş, toplamda 800 kişi bekleme listesi olunca kapatmışlar başvuru linkini. Şans, zaman, kısmet, gidebildim.
Nisan 2015’ten beri çoğunlukla ağladığımı, hayattaki beklenmedik olayların beni çok üzdüğünü yakınlarım bilir, siz de bilin :) Ağlama kapasiteme şaştım bu süreçte. Bazı şeyleri anlayıp, anlamlandıramadım. Vipassana bana ilaç gibi geldi, Goenka’nın dediği gibi 10 günde çözülemezdi sorunlarımız, bitemezdi bütün dertlerimiz ama bir yerden başlamanın huzuru, bir yerden açılmanın keyfi yetti bana. Sonuçta biz neyi arıyorsak o da bizi arıyordu, buluşmamız güzel olmuştu.
İyi ki dedim o kadar beklemişim de Kolombiya’da denk gelmişim, çünkü tam sessizlik oldu benim için. Neden derseniz, konuşulan zamanlarda da konuşamadım çünkü ben İspanyolca bilmiyorum, onlar da İngilizce. Konuşamadık, hiç! Pek güzel. Çünkü 9 gün susan onca insanın 10.gün konuşmasını hayal edebilirsiniz. Ben her seferinde şaşırıyorum gerçi, o kadar güzel bir şey, insan bitmesin istiyor, doğa güzelleşiyor, yemekler bir başka tatlı hale geliyor, ama insanların uyum kabiliyeti şaşırtıcı, sanki 9 gün susanlar biz değilmişiz gibi susmadan konuşmalar başlıyor, alabildiğine gürültü. (Ben odama çekildim aslında konuşmalar başlayınca, dediğim gibi anlamıyordum çünkü. Onlar da konuşmaya pek yeltenmediler çünkü ilk gün açıklamalar yapılırken, ‘İspanyolca bilmeyen var mı çeviri yapalım’ dediklerinde, 130 kişiden 1 kişi parmak kaldırdı, ben!)
3 kişilik bir odada kalıyordum. İlk gün sessizlik içinde odaya girildiği için kimlerle kalıyorsun hiç bilmiyorsun. 10. gün sonunda öğrendim; biri İsviçre’li Adeline diğeri yerel, Bogota-Kolombiya’lı Estefania. 3 ayrı ülkeden, hiç birbirini tanımayan 3 kadın, 10 gün boyunca, tek banyo tuvaletle, hiç konuşmadan sorunsuz yaşar mı? Yaşar! 10.gün nasıl sarılıp öpüşeceğini bilemeyecek kadar karşılıksız severek hem de.
Aynen meditasyon tekniği gibi, Goenka’nın dediği gibi, hayatı da, birbirini de gözlemleyerek sadece gözlemleyerek anlayabiliyorsun. İkinci günde anlıyorsun ki biri sabahın 4ünde, dağda-2700mt, sıcak su olmamasına rağmen, duş alıyor, öyle seviyor. Diğeri yatmadan önce. Ee ben de bu kadar soğuk suyla ancak güneş çıktığında duş alabilirim zaten diyip tek boşluğa, öğlen arasına halleniyorsun. Sıkıntısız akıyor hayat bu durumlarda.
130 kişiydik biz, kadın erkek toplam. Kapıyı en yavaş kim kapatırda herkesi en az rahatsız eder yarışması yaptık çoğunlukla. Hepimiz pijamalı, hepimiz şalvarlıydık. Şalvarlı adamlar siz ne güzelsiniz!
Herkesin ev halini gördüğün, yalın sevdiğin, yalın olduğun yerler ne güzeller!
Sonrasında sadece şunu dediler; gezginsin galiba, ben şurada yaşıyorum, uyumaya para verme, gel bende kal!
Genel olarak öğretilen, orijinal adıyla “anicca”, Türkçe açıklamasıyla; geçicilik. Her şey geçiyor. Hiçbir şey kalıcı değil. İyi, güzel ve bizi mutlu eden de, kötü, acılı ve bizi üzen de! Her şey geçici! Bu da geçecek. (başka neye, neyi duymaya, neyi öğrenmeye bilmeye ihtiyacım vardı ki sorarım size a dostlar!)
Benim için amacına ulaştı, dönüştürücüydü! İkincisine başvurumu yaptım bile, cevap bekliyorum.
Kendimle ilgili çıkardığım sonuçlardan biri ise şöyle: Herkes gider Mersin’e, ben giderim tersine! :)