Avrupa Müze Forumu (EMF) tarafından EMYA (European Museum of The Year Award) SILLETTO büyük ödülünü kazanarak ülkemize büyük gurur yaşatan Kenan Yavuz Etnografya Müzesi'ni yerinde ziyaret ederek hikayesini ve müze anılarımı "Köklere Dönüş" ve "Kenan Yavuz Etnografya Müzesi" başlıklı yazılarımla sizlerle paylamıştım. Bu kez Bayburt'u ve müze otel Loruhan'ı keşfe çıkıyoruz.
Aslında müzeye temmuz ayı ortasında değil de haziran ayı içerisinde gitmeyi planlamıştım. Kenan Bey, müzenin hemen yanında yer alan konaklama tesisi "Loru Han"ın temmuz başında hizmet vermeye başlayacağını iletince bu deneyimi bizzat yerinde yaşamak istedim.
Loru Han'ın ilk misafirlerinden biri olarak size yaşadığım şekilde bu deneyimimi aktarıyorum. Loru Han ismini müzenin bulunduğu Beşpınar köyünden alıyor. Köyün eski ismi "Yukarı Loru" olunca müzenin otelinin ismi Loru Han oluyor.
Taşların dili olsa da konuşsa...
Loru Han'ın kapısından adım attığınız anda sizi görkemli bir bina karşılıyor. Selçuklu Mimarisi'ne uygun bir şekilde inşa edilen bu harika yer "Taşların konuştuğu mekan", "Köklere dönüş" "Bize gelen bizi yaşar" sloganlarıyla sizi konaklamaya davet ediyor. Müze kadar otelde etnografik. Yapım aşamasında köylerden -yıkıntı evlerden- toplanan 5000 ton taş ve ahşap ile inşa edilmiş.
Karakteristik yapısıyla dikkat çeken Loru Han'ın kapısından içeriye adım attığınızda sizi çinili avlu karşılıyor. Kapı dediysem sıradan bir kapı beklemiyorsunuz herhalde. O da müzenin konseptine yakışır 200 yıllık :)
Çinili Avlu'da kendinizi kapılara hazırlayın. Her kapı yöresel değerleri barındırdığı gibi renkleriyle, kimlikleriyle sizi farklı bir yolculuğa çıkarıyor. Tam kapıların şokunu üzerinizden atmaya çalışırken odalar sizi otantik bir dünyaya götürüyor.
Loru Han'da kendinizi bir film setinin içinde hissedebilirsiniz. 10 odanın kapısı kadar içerisi de ayrı bir dünya...Tüm odaların ismi Dede Korkut Hikayeleri'nden alınmış. Gelin benim kaldığım oda "Han Bayındır"ın kısa bir kesiti sizlerle paylaşayım.
"Bir gün, Kam Han oğlu Han Bayındır yerinden kalkmıştı. Şam işi otağını yerin yüzüne kurdurmuştu. Yaptırdığı gölgeliği gökyüzünü tutmuştu. yerin her köşesine bin çeşit halı serilmişti. Hanlar Hanı Han Bayındır, vakti belli günlerde ulu Oğuz kişilerini bir araya toplar, konuk eyler, muhteşem ziyafetler verirdi"
Yaşanmış hikayeler, hayaller...
Müzeyle bütünleşen, ahşap ve taşın mükemmel uyumuyla "Muhteşem Sadelik" bakış açısıyla dekore edilen odalar geçmişten günümüze uyarlanmış. Ahşap selamlık, içe doğru genişleyen pencereler, kirişli ahşap tavanlar, sedirler... Bir otelde olması gereken kusursuz konfor ama tamamen özgün kültürle iç içe... Düşünün ki aniden yağan yağmurlar için odanızda şemsiyeniz dahi düşünülmüş.
Kültürel Lezzetler, Doyumsuz Sohbetler
Çinili Avlu'nun bir kapısı da eski bir evden çıkarılan kapıyla birlikte restorana açılıyor. Restoran demeye bin şahit ister ya o da ayrı konu. Akşamları yanan çıtır çıtır şöminesi, upuzun masalar, masalarda buluşan konuklar. Ayrı dünyaların ayrı hikayelerine sahip insanların aynı sofrada buluşması. Hafızalara kazınan anılar.
Bayburt'un yöresel lezzetleri kendine özgü mutfağı Loruhan'da ev sıcaklığında karşınıza çıkıyor. Bunda Serpil Hanım'ın (Kenan Yavuz'u eşi) katkısı büyük. Eli her yere değiyor, detayları hiç atlamıyor. Tüm alanlarda bu enerjiyi hissediyorsunuz.
Büyük keyifle çalışan bir ekip sevgisiyle sizi kucaklıyor. Gülümseme ve yardımseverlik hepsinde ortak özellik. Sonradan öğreniyorum ki Bayburt Üniversitesi ile iş birliği yapmışlar. Hepsi özel eğitim almış. Sanat tarihinden, gastronomiye herkes çok renkli. Kültür turizminde özgün bir ekiple neler yapılmaz ki!
Loru Han, ödüllü müzesiyle birlikte kültür ve deneyim turizminin öncüsü olacak çok net.
Ah o pencereler... Ah o çinili avlu... Ah Selçuklu Mimarisi...Ah o Bayburt Lezzetleri... Ah taş fırın, ah arkabahçe, ah gölet, ah ağaçlar... Sizi öyle özledim ki...
Ben de Bayburtluyum!
Loru Han'da kaldığımız süreç boyunca yakın çevreyi de görme şansı bulduk. Her sabah çok farklı kişilerle sabah yürüyüşlerine çıktığımız gibi her an etnografik yaşamı deneyimledik. Gidemediğim yerler olsa da yeniden gitmek için bir sonraki ziyaretim için heyecanla bekliyorum.
Püşke Çeşmesi: 18. yüzyıldan kalma çeşme müze ve otelin bulunduğu köye çok yakın bir olan Akyaya'da bulunuyor. Köy Bayburt-Erzincan arasında kervan yolları arasında kurulmuş. Köyün eski ismi Püşke olunca çeşme bu isimle anılıyor.
Çeşmenin buz gibi suyundan içip hemen ilerisinde yer alan ama henüz gün ışığına çıkmamış "Mahzen"i ziyaret ettik. Şu an inek damı ve samanlık olan bu yerde rivayete göre eskiden kiliseye giden gizli de bir geçit varmış. Çeşme aslına uygun olarak 2015 yılında Kenan Yavuz tarafından restore edilmiş. Eski eserlerin korunması ve yeniden hayata kazandırılması ne kadar değerli..
Yakup Abdal Tabiat Parkı: Büyük bir heyecanla bu güzel tabiat parkını görmek için yola çıktık. Akşam trafiğinde ineklerin, keçilerin, koyunların eve dönüş saatine denk geldiğimiz için yakın olan bu köyü zaman zaman durarak gidebildik. Yolda bu hissi yaşamak ayrı bir güzellik. İnsan kaç kez eşek üzerinde çoban görebilir?
Yakup Abdal Tabiat Parkı yıllar önce sulama için yapılan bir göletken doğaseverlerin ve halkın kullanımına açılmış. Maalesef doğayı kirletme burada da kendini göstermiş. Umarım bir daha gittiğimde etrafta ne pet şişe ne de çöp görürüm.
Rüzgar ve yağmur sebebiyle uçarak ayrıldığımız tabiat parkı kesinlikle görülmeyi hak ediyor.
Demirözü Barajı: Müzeye giderken Demirözü barajı sizi ilk karşılayan doğa harikalarından. Dağların göle yansıyan görüntüsü, bulutların rengi sizi alıp götürüyor. Yakup Abdal Tabiat Parkı dönüşü baraja uğradık. Başta çay içmeye niyetlensek de çocuklar dondurma yemeyi tercih etti. Açıkçası Yakup Abdal Tabiat Parkı'nda öyle rüzgar ve yağmuru yaşayınca baraj kenarında çok kalamadık. Bayburt'un iklimi sebebiyle seyahat etmeniz halinizde yanınıza mutlaka kalın giysiler almanızı öneririm.
Demirözü Barajı sulama amaçlı hayata geçirilmiş olsa da bugün turizm açısından çok hareketli. Barajın yüksek tepelerinde konaklama için yerler bile yapılmış. Zaman olmadığı için tekne gezisi yapamadım ama sıklıkla tekne gezisi tercih ediliyor. Piknik alanlarıyla da çok kişinin tercihi olan baraja manzarası için bile gidilir.
Otlukbeli Barajı (Kızılsu): 15.yüzyılın en büyük savaşlarından biri kabul edilen Otlukbeli Savaşı'nın geçtiği yerlerde olmak tarihi yeniden yaşamak gibiydi. Kayalıklar içinden çıkan kaynak suları sebebiyle oluşan kızıl travertenler dünyanın tek traverten set gölü olarak anılıyor. Kaynak suyu demir ve kükürt içerdiği için kırmızı tortular bırakıyor. Haliyle de halk arasında Kızılsu olarak anılıyor.
Yağmur sebebiyle kalabalık bir ekiple gitmiş olmamıza rağmen bu harika yerde sadece dört kişiydik. Serpil Hanım ve Loru Han'ın Şefi Levent Bey'in dağ eriği suyunu içerken sonsuzluğa bir anı daha bıraktık.
Loru Han'dan ayrılmadan önce Bayburt Valisi Cüneyt Epcim ve Demirözü Kaymakamı Engin Tok, İl Emniyet Müdürü Ayhan Bodur, İl Jandarma Komutanı Albay Ramazan Yiğit, Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürü Kemal Gümrükçü ve eşleriyle tanıştık. Kısa sohbetimizde Bayburt'a, bu güzel yere, güzel insanlarla yeniden beraber olmak için mutlaka döneceğim sözünü verdim.
Rüya gibi dört günün ardından Bayburt'tan gözü yaşlı ayrıldım. Kenan Bey, Serpil Hanım, sevgili Furkan Yavuz sizinle çok değerliydi geçirdiğim zaman. Gülay, Gizem, Mertcan, Alime Babaanne, Songül Teyze, Hacı Mehmet Yavuz, Kemal Yavuz, Levent, Can, Duygu, Aleyna, Semanur, Yunus, Cengizhan, Buket, Eda, Sema, Yusuf ve isimlerini yazamadığım güzel insanlar, tüm çalışanlar. İyi ki varsınız...
Müzeden Erzurum Havalimanı'na giderken yol güzergahında yer alan Bayburt Kalesi, Soğanlı geçidi, Kop Şehitliği'ni Kemal Yavuz'un anlatımıyla dinledim. Her zaman en güzel bilgi yaşayan kişilerden alınıyor. Çevreye, tarihe, insana, doğaya saygılı bu yerde yaşama bakışınız çok daha anlam kazanıyor.
Ülkemizin her şehri benzersiz güzellikleriyle hepimize kucak açarken bu güzellikleri bizim de paylaşmamız kültürel sorumluluğumuz diye düşünüyorum. Seni sevirem Loru Han, seni sevirem Bayburt!
Yeşim Mutlu