Troya Müzesi, Müze Müdürü Rıdvan Gölcük ile geçmişten geleceğe Troya söyleşimizin ikinci bölümündeyiz. Müzede kuş sesleri arasında geçirdiğim saatleri ve müzeyi sizlerle aktarmaya günler yetmez :)
Rıdvan Bey; Troya Müzesi tarihi kimliğimize sahip çıkmamız için muazzam bir köprü olabilir. Sizce kendi tarihimizi yazmakta geç mi kaldık?
Troya Müzesi'nde vitrinlerimizin birisinde kubbeli fırın vardır. Troya-4'den çıktığını Blegen söylüyor; o da 2000 küsur yıllık hikayedir. Koffman da ilk kez Troya-3 katmanında rastlandığını söylüyor. Kubbeli fırın; şimdi zaman zaman ziyaretçilerimize rehberlik yaparken diyorlar ki "Troya anlatırken niye bunu koydunuz?" Neden bunu soruyorlar biliyor musunuz? Köyde de aynı fırın var. Diyor ki; köyde ki fırını neden buraya koydunuz? :) O fırının Troya 3-4 katmanından gelmiş olabileceğini düşünmüyor. O kazıdan çıkan bir fırının modeli evet ama fırından çıkan ekmeği, pideyi yemek için Tevfikiye ve Çıplak Köyü'ne gideceksiniz. O fırın hala var. Bizde o akış harika. Troya Müzesi, bizim kimliğimizin içerisinde. İnsanın kendisini doğru anlatabilmesi için kimliğini bilmesi lazım.
Yurt dışında büyükelçiliklerimiz var, katiplerimiz var, Yunus Emre Enstitüsü, Diyanet vb. birçok görevlimiz var. Bunların temel amacı ülkemizi doğru anlatmak. Kültürel diplomasi ülkenin kültürünü tanıtmayı hedefliyor. Görevlilerimiz Türkiye'yi tanıtmak istiyorlar. Ülkemizi tanıtabilmemiz için kendi kimliğimizi bilmemiz gerekiyor. Bu sebeple Troya'nın Türkiye kimliğinde yer almadığını düşünüyorsanız eksik düşünürsünüz.
İstanbul'da doğdum, büyüdüm. Mahalleden çocukken geçiyorum, kadınlar birbirine "Şu geçen Hilmiye'nin oğlu değil mi?" diye sorarlardı. Heredot'u açın Likya'da çocuklar annelerinin adıyla anılır. Güncelde kadın konusunda yaşadığımız sorunlar var. Ama bu toprakların böyle sorunu yoktu. Çocuklar annelerinin adıyla anılırdı. Eğer kimliğimizin içinde bu unsurları iyi tanımazsak kendimizi iyi anlatamayız.
Müzede ziyaretçilere rehberlik yaparken Troya Savaşı, Çanakkale Savaşı gibiydi. Troya Savaşı çok önce olmasına rağmen tersten benzetme yapıyorum diyorum. Rahmetli Turgut Özal'ın "Tarih ve Miras" adında bir kitabı vardır. Rahmetli Turgut Özal kitabında şöyle der: "Çanakkale Savaşı'da tıpkı Troya Savaşı gibi bir kahramanlık destanıydı. Bu toprakların savunmasıydı. Biz Troya'yı Yunan kenti Yunan kültürü sandık, sanmakta da haksız değildik. Batı bakış açısı böyle bir tarih yazımı sağladı. Bizse gerçeği / tarihi yazmakta eksik kaldık.
Toprağı senin göremezsen toprağa iyi davranamazsın.
Troya tarihini yazarken sizce nelere dikkat etmeliyiz?
Seneca'nın "Troya'lı Kadınlar Sonatı" diye bir kitabı vardır. Kitabın ilk sayfasında Troya'nın düşüşü ile ilgili olarak "Asya'nın direği çöktü" der. Karşıdaki Yunan kahramanları konuştururlar. Yunan Kahramanları Troya'lılar için: "Pis barbarlar, pis Asyalılar, pis Anadolular" der. Kendi kimliğine ait hiçbir zaman görmez.
Troya'da bambaşka bir kültür vardır. Troya gerçekten Asya'nın direği Anadolu'nun direğidir. Çanakkale Savaşı'nda Fransızların ilk çıkarma yaptığı yer Kumkale. Niçin Kumkale? Troya Savaşı'nın geçtiği yer. Neden çıkartma oraya yapılıyor. Diyor ki yine geldik. Tarihsel gönderme yapıyor. Geçmişte nasıl Troya'yı yıktıysak yine geldik diyor.
Boğaza giren gemilerden birinin adı "Agamemnon" Yunan komutanının adı. Mondros Mütarekesini imzalatmak zorunda kaldıkları geminin adı o.
Batı bizim hikayemizi hiçbir zaman Troya'nın hikayesi dışında görmüyor. Ortaçağda birçok belge var. İtalyanlar bir Türk denizciyi esir almışlar. Belgelerde denizci için Troyalı (Türk) yazıyor. Ortaçağda özellikle Troyalların köklerinin Türklerden geldiğine inanılıyor. Troya düştüğünde Kafkaslar'a kaçan bir kahraman var adı Turcos. Etimolojik benzerlikler sebebiyle Troya'nın kökenlerinin Türk olduğuna inanıyorlar.
Fatih Sultan Mehmet'in 1462'de (Midilli'nin Fethi) Midilli Adasına yürürken buraya gelip söylediği hiç tesadüfi hikaye değildir. "Allah bunca yıl sonra bana bu kentin öcünü almayı nasip etti." Yine İtalya'da Papa ordusunu Osmanlı'ya karşı topluyor. Fatih Sultan Mehmet'in Papa'ya yazdığı mektup Montaigne'nin denemelerinde geçer. "Sen de Troyalısın ben de Troyalıyım neden bana karşı ordu topluyorsun? İkimiz de aynı köklerden geliyoruz."
Biz Anadolu köklerimize ne kadar sahip çıkar ve gerçek kimliğimizi ne kadar ortaya koyarsak Anadolu köklerimize o kadar bağlanırız. Toprağı senin görmezsen toprağa iyi davranamazsın. Temel problem bu. O medeniyeti başkasının sanıyorsan olmaz. İslam olmak, Türk olmak içimizde var ama anne sütü İslam'dan çok önce bir kavramdır.
Troya Müzesi 2020 Avrupa yılın Müzesi Özel ödülü'nü ülkemize kazandırdı. Bu ödülü pandemi sürecinde almanızda çok değerli. Sizin ve müze çalışanlarının duyguları nasıl?
Troya Müzesi olarak Avrupa'dan aldığımız ödülü şöyle kıymetli görüyorum, özel bir anlamı var. Batı hep kendi Troya hikayesini yazdı. Destan köklerine bakalım. Troya'dan Aeneas kaçıyor. Roma İmparatorluğu'nun kurucusu. İtalyanların kurucusu Troyalı. Troyalı Aeneas'ın torunu Brutus adaya (İngilitere'ye) yürüyor. Brutus'un askerlerine briton adı veriliyor. Biritanya adı Troyalı Brurus'tan geliyor. Brutus adadaki ilk kenti kuruyor Nova Troya (Yeni Troya) ismini veriyor. Bugünkü Londra.
İngilizler kurucu köklerini Troya'dan, İtalyanlar kurucu köklerini Troya'dan, Ortaçağda Venedik Şehir Devleti, Germenler, Frenkler hepsi birbirini Troya'ya bağlamak konusunda yarışıyor. Hiçbir gerçek bağları yok. Sonradan yazılmış tarih yazımı böyle bir şey. Tarihte atalarını seçiyorlar. Bu ata gösterişli olmalı, bu ata iyi medeniyet kurmuş olmalı vb.
Biz gerçekte bu toprakta aynı medeniyetlerden beslenenler olarak orada tarih yazımında gerçeği kaçırıyoruz. Biz tarih yazımında uzak kalmışız. İşin içinde okunacak çok hikaye var. Ödül bu sebeple çok önemlidir. Batı hep kendi Troya'sını kutsadı. Kendi Troya filmini çekti, kendi Troya müzikalini besteledi, kendi Troya operasını yaptı. Hepsi kendi Troya'sını anlayabildiği kadar anlattı. İlk kez TROYA ödül aldı. O Troya Anadolu Troya'sıydı, o Troya Türklerin Troya'sıydı. Batı ilk kez kendi Troya'sı dışında bir Troya'ya ödül verdi. Bu sebeple bu ödül çok önemliydi.
"2020 Avrupa Yılın Müzesi Özel Ödülü" Troya'nın oldu. Tabii ödülü önemli kılan bir diğer şey de 2020 yılının ödülü olması. 2020 yılı yüz binlerce insanın öldüğü, insanların evlerine kapandığı, müzelerin kapılarına kilit vurduğu, bazı müzeler -özellikle batıda- tamamen kapandı. Hatta battılar, bazıları da koleksiyonlarını satmaya başladı. Böyle bir dönemde böyle kaotik dönemde Troya markası, Troya kimliği o kadar öne çıktı ki, bu karanlık dönem içinde müzemiz bizim için bir parlayan yıldız oldu. Bu sebeple de aldığı ödülün çok önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Ödül karanlık günlerde geldi, bizim için ayrı anlamı var.
Çalınan kültürel mirasımız gibi çalınan kimliğinizde önemli.
Rıdvan Bey, çok haklısınız. Kendimizi iyi tanımazsak iyi anlatamayız. Bu ödül bizim kimliğimizi ortaya koymak konusunda çok önemli. Ahmet Bey'in müzede göğüs metaforunu yorumlaması da ayrı bir değerdir. Müze olarak siz yerele gerçek hikayeyi anlatmaya başlıyorsunuz. Sizce Homeros'un İlyada'sını nasıl yorumlamalıyız?
Tarih yazımının bir kısmını müze olarak biz yazmaya çalışıyoruz ama bu bizim boyumuzu aşan bir durum. Ahmet Bey tarih yazdı işte. Ahmet Bey makale yazmadı, tez yazmadı karşısında yazılmış onlarca makale varken dedi ki; hayır bu böyle değil, böyle. Onun için çok kolay çünkü o kültürün içinden geliyor.
Sohbetimiz sırasında Ayazma'da gerçekleşen güzellik yarışması dediniz ya; Netflix'de Troya var. Paris öyle kötü anlatılıyor ki... Paris, neredeyse yarı sapık bir adam. Neredeyse hayvanlar gibi çayırda koşturan bir adam. Bulunduğumuz topraklar sebebiyle güzellik yarışmasını yorumlamaya çalışalım. "Paris'in kaderi" denilen şey Troya'nın yıkılmasının başlangıç hikayesi bu.
Akhilleus'un annesi Thetis ve babası Peleus evlenecekler. Zeus diyor ki; nifak tanrıçası Eris'i çağırmayalım ki ortalığı karıştırmasın. Eris durumu sonradan öğreniyor ben size gösteririm diyor. Altından bir elma ve "en güzeline" yazıyor. En güzelini seçelim meselesi oluyor. Zeus seçim yükünün altına girmiyor. Karısı Hera orada. Karısının en güzel olduğunu düşünmüyor ki elma senin deyip olayı çözebilir. Hera, Afrodit, Athena arasında seçim yapılması gerekiyor. Paris'i buluyorlar. Paris güzellik Tanrıçası Afrodit'i seçiyor. Paris aslında o seçtikten sonra en güzelini seçmiş olmuyor. Afrodit zaten güzellik tanrıçası. Tabii bu süreçte rüşvetler birbiri ardına sıralanıyor. Athena ben sana savaşlarda yenilmezlik veririm diyor. O çağ erkeği için müthiş bir teklif. Hera diyor ki; ben sana Asya krallığını veririm. Tüm toprakların kralı olursun. Afrodit diyor ki; ben sana güzel bir kadın, evlilik vaat edebilirim. Batı okuması Paris'in durumunu kadına çok düşkün vb. olarak ifade ediyor. Paris en güzelini seçti. Zaten güzellik tanrıçası olanı seçti yani liyakatli bir seçim yaptı. Liyakatli seçimin cezasını da Hera ve Athena tüm Troya Savaşı boyunca Akhalara yardım ederek veriyor. Bu liyakatli seçim sebebiyle Truva düştü.
Tarihi böyle okumaya başlasak! Paris'in kadın düşkünü vb. olmasını bir kenara bıraksak seçimini doğru yaptı desek. Acaba Anadolu başka yaptığı hangi liyakatli seçimler sebebiyle hep cezalandırılmaya çalışıldı mı? Bu toprakların kaderinde bu var mı? Hikayeye böyle bakarsınız Anadolu insanının yaptığı seçimler sonucunda cezalandırıldığını birçok olaylar karşısında görürsünüz.
"Troya'yı hep birlikte baştan yazabiliriz" diyebilir miyiz? Çanakkale'nin gerçek tarihini gerçek hikayesini yaratabilir miyiz? Farklı gerçek anlatılabilir mi? Gerçek Troya sizce mümkün mü?
Kalemi eline kim alıyorsa bundan sorumludur. Bir süre sonrada gerçek doğru olmaya başlıyor. Alev Alatlı'nın çok sert bir tespiti vardır. Doğru olduğuna yüzde yüz katılıyorum. Batı tarih yazımında herkes kendini Troya'ya bağlamaya çalışıyor, kendine tarih yazıyor. Alev Alatlı diyor ki; "Atanı seçeceksin. Doğru olmasına gerek yok. Senin için gerekli olması önemli ve seçtiğin atana küfür etmeyeceksin" Batının yaptığı tarih yazımı tam da bu. Arkeolojiye başlıyor diyor ki biz harikayız, çok iyiyiz. Peki ne yapacağız? Kim bizim atamız olsun? Yunan topraklarında iyi bir gelişmişlik düzeyimiz var, tamam bu bizim atamız olsun. Batı Anadolu'ya geçiyor. Kent planı önce Batı Anadolu'da gerçekleşiyor. Yunan filozof falan deriz. Hiçbir Yunan filozofu bilinmezken bunlar Miletten İyonya'dan çıktı, doğa filozofları buradan çıktı.
Ama batı ne yapıyor? Ben kendimi Anadolu'ya bağlayayım diyemeyeceği için buraya "Yeni Yunanistan, Doğu Yunanistan" diyelim diyor. Sanki Anadolu'da hiçbir akış yokmuş gibi çok az bilim adamı bunun tersini söyledi. Söyleyenlerden Kara Athena'nın yazarı Martin Bernal'dır. Kara Athena Yunan kültürünün içinde Kuzey Afrika öğelerine kadar olduğunu söyler. Girit'te kazılar yapılıyor. Ne kadar Kuzey Afrika etkisi varsa takip ediyorlar. (Arkeolog Evans yapıyor) Yunan alfabesinden bahsediyoruz. Alfabe Fenike alfabesinden geliyor, içine sesli harfler ekleniyor. İşte batı tarih yazımında kendi atasını böyle seçiyor.
Çalınan kültürel mirasımız gibi çalınan kimliğinizde önemli. Ahmet Bey "Troya'ya Yunan kent değil mi?" dediğinde kimliğimizi çaldırmışız demek. Kimlik çalındığında da şu oluyor, kimliğinizi çalan o benim atam diyor. Kültürel bir üstünlük duygusu yaratılıyor. O kültürel üstünlük duygusu yaratıcılığı teşvik ediyor, kendini iyi hissediyorsun. Karşı tarafta kimliğini mirasını çaldıran da yetersiz hissediyor. O yetersizlikte sana bana çocuklarımıza sirayet ediyor. Çünkü sana tarih yazımında birşey bırakmamışlar. Diyorsun ki; biz göçebe insanlarız. Çok hatalı, eksik bir tarih yazımı. Bu sebeple kendine güven duymuyorsun. Harika müthiş gençler yetiştiriyorsunuz. Üniversiteye adım atıyorlar, entelektüel anlamda donanımlı ama eksik olan şey kendini iyi hissetmiyor. Kendini iyi hissetmemesinin sebebi de bu.
Ne arkeoloji sadece arkeoloji, ne müzecilik sadece müzecilik. Bizim için harika fırsatlar tanıyor. Biraz geç kaldık ama çalışmak için yola devam etmek için asla geç değil.
... Devam edecek...
Üçüncü ve son bölümde Troya Müzesi'nin açılıştan günümüze ve geleceğe hayallerini bulacaksınız.
Yeşim Mutlu