Özyeterlilik, kendi davranışsal standartlarımıza ve hedeflerimize ne kadar ulaştığımız olarak tanımlanabilir. Kendi standartlarına ulaşan, yani kendisini yeterli hisseden bireyler kendi hayatları üzerinde etkili, yetkin, yeterli becerilere sahip olduğuna inanan bireylerdir.
Kendi hayatımız üzerinde kontrolümüz olduğu algımız ne kadar gelişmişse o kadar kendi isteklerimize, kontrol gücümüze ve irademize inanır, kendimizi güvende hissederiz. Güvende hissetmek aslında öngörülebilirlikle alakalıdır; kendi davranışlarımızın sonuçları etkileyeceğine inandığımız ölçüde bir sonraki adımın ne olacağını biliriz. Yani bilmek, güvende hissettirir. Böylece bir sonraki adıma daha adaptif bir şekilde hazır olabiliriz.
Peki bazı bireyler kendilerini çok daha yeterli hissederken neden bazıları çok daha düşük hissediyor özyeterliliğini? Bunu etkileyen dört faktör sıralayabiliriz:
Performans: Önceki başarılarınız bir konu üzerindeki yetkinliğinizi, becerilerinizi, güçlü ve zayıf yanlarınızı belirlemektedir. Aynı zamanda bir görev üzerinde çalışılırken dışarıdan (bu sizi değerledirecek bir öğretmen ya da sizin yetkin gördüğünüz biri olabilir) aldığınız pozitif geribildirimler de kendinizle ilgili yetkinlik ve beceri algınızı geliştirecektir. Bu elbette olmayan pembe bir dünya yaratmak anlamına gelmiyor fakat olumlu yanları ön plana çıkararak gerçekçi bir tablo çizmekte yarar vardır.
Gözlem: Çevrenizdeki insanların başarılı olduğunu görmek sizdeki motivasyonu da arttıracaktır. Bu sebeple özellikle ergenlik döneminde arkadaş grubunun önemi büyüktür. İçinde bulunduğu çevrenin gerektirdikleri ile ilgilenmeyen bireylerin başarıları daha düşük olacaktır. Çevresine uyum sağlayabilenlerin ise özyeterliliği gelişmiş olacaktır; bu bizim de kendimize olan inancımızı arttırır, sorunlarla başetme becerileri öğrenmemizi sağlar.
Sözel inançlar: Dışarıya ne yansıttığımızdan çok kendimize ne söylediğimiz de çok önemlidir. “Boşver, nasılsa yapamayacağım.”, “Yetişmez artık.”, “Geçen sefer de böyle olmuştu zaten.”, “Yaparım aslında ama boşver.” gibi içsel konuşmalar kendimize alt metin olarak yapamayacağımızı, başetme becerilerimizin yeterli olmadığını söylemektedir. Bu da dışarıdan aldığımız geribildirimler gibi gerçekçi olmalıdır elbette. Örneğin “Bir saatte 100 sayfa çalışabilirim!” diyen bir öğrenci bu hedefini gerçekleştiremediğinde bir dahaki sefere kendi içsel konuşmalarına olan inancını da azaltmış olacaktır. Dolayısı ile burada da gerçekçi bir çerçeve çizmek önemlidir.
Fizyolojik ve duygusal uyarılma: Karşımıza bir problem çıktığında vücudumuz gerginlik, nabızda yükselme, terleme, titreme, mide ağrısı gibi fiziksel belirtiler gösterebilir. Buna duygusal gerginlik, sinirlilik, kaygı, ağlama nöbetleri de eşlik edebilir. Sorunun üstesinden gelebilmek içinse bunları kontrol edebilmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Kontrol edebildiğimizi gördükçe de özyeterliliğimize olan inancımız artacaktır. Ortalama bir seviyede gerginlik bizi motive ederken yoğun belirtiler bizi harekete geçmekten alıkoymaktadır.
Yukarıda bahsedilen dört madde göz önüne alındığında özyeterliliğine olan inancı düşük olan bireyler kendilerini genellikle yetersiz, beceriksiz, çaresiz, kontrol becerisi gelişmemiş, faydasız bireyler olarak değerlendirirler. Problemlerle karşılaştıklarında özellikle önceden başarısız bir deneyimleri varsa çok da uğraşmadan vazgeçen ya da belki hiç denemeyen bireylerdir. Bunun sebebi kendi hayatları ve hayat sonuçları üzerinde kendilerini kontrolsüz görmeleridir. Tüm bunların sonucu olarak da motivasyonları ve istekleri düşer, bilişsel yetkinliklerini sorgular, hatta bu fiziksel sağlıklarına kadar etki edebilir.
Özyeterlilik inancı yüksek olan bireylerse problemlerle etkin bir şekilde başedebileceklerine inanır, böylece performanslarını yapabileceklerinin en üst seviyesinde gösterirler. Özgüvenleri daha yüksektir, kendilerinden şüphe ve bunu dile getirme eğilimler daha düşüktür. Yenilikleri bir çeşit meydan okuma olarak görür, başedebileceklerine inandıkları için de bu deneyimlerden çekinmezler. Bunun sonucunda başarısızlıktan korma/kaygı duyma ihtimalleri azalır, istekleri artar, her yeni görevde yeni bir problem çözme ve analitik düşünme becerisi kazanırlar.
Uzman Psikolog Özlem Ataoğlu
Bilkent Üniversitesi Psikoloji Bölümü
Öğretim Görevlisi
Instagram: psikologozlemataoglu