Eminim çoğu kişi hep benzer insanlarla beraber olduğunu, benzer bir şekilde ilişkiye başladığını, benzer süreçlerden geçerek benzer sorunlar yaşadığını ve böylece ilişkilerinin hiç istemese de benzer şekilde sonlandığını hayatının bir döneminde aklından geçirmiştir.
Peki neden böyle oluyor?
Öncelikle doğumumuzla beraber getirdiğimiz, genel duygusal yapımızı oluşturan, olaylara nasıl tepki verdiğimizi belirleyen mizacımız tutumlarımızı etkilemektedir. Bunun dışında çevreden maruz kaldığımız, erken çocukluk dönemi yaşantılarının da bugün yaşadığımız ilişkiler üzerinde etkisi bulunmaktadır. Bu erken çocukluk dönemi yaşantılarının en önemlisini de aile deneyimlerimizden ediniriz.
Örneğin dayanıksızlık şeması olan bir bireyi düşünelim. Bu şema öncelikle aynı şemaya sahip bir ebeveyn tarafından çocuğa farketmeden öğretilmiştir. Hastalıklara karşı kaygı, güvenlik konusunda abartılmış bir tehdit algısı, kontrolü kaybetmekten korkmak gibi alanlarda ortaya çıkmış olabilir. Bu tür ebeveynler, dolayısı ile çocuklarına karşı aşırı koruyucu olma eğilimindelerdir. Aşırı koruyucu tavır ise çocuğa hayatın günlük, olağan akışı ile başedemeyecek kadar güçsüz ya da yeterli kaynaklara sahip olmadığı mesajını vermektedir. Sonuçta ne olur? Çocuk korunmak için aileye ihtiyacı olduğunu, yeterli beceriye sahip olmadığını düşünür ve bağımlı bir ilişki geliştirir.
Çocuk yetişkinliğinde de hayatın akışına karşı hep tetikte, algıları açık olarak beklemektedir. Yetişkinlik döneminde kurduğu ilişkilerde de kendisini tehlikelerden, hayatın beklenmedik sürprizlerinden korumak isteyen bireylerle olmaya eğilimli olacaktır. Aileden bu öğrenilmiştir – korunması gerektiği. Dolayısı ile partner, kişinin güçlü olarak değerlendirdiği biri olacaktır. Bu bazıları için para, bazıları için fiziksel güç, bazıları için cesaret, bazıları için psikolojik dayanıklılık, bazıları içinse bunların hepsidir. Bu partnerinizden sizin kaygılarınızı yatıştırmasını beklemeniz, güvence aramanız da oldukça beklendik olacaktır.
Döngü kırılabilir mi?
Bu döngüye mahkum muyuz peki? Elbette değiliz. Öncelikle bu noktada hangi şemaya sahip olduğumuzu belirlemek en önemli noktadır, ki ne ile çalışacağımızı bilelim. Belirledikten sonra bu şemanın çocukluk çağı yaşantılarıyla bağını anlamak ve ilişkilendirmek ikinci adımımız olacaktır. Davranış örüntülerine nasıl yansıdığını anladıktan sonra – şemanın geçerliliğini çürütmek adına – düşünce ve davranış kalıpları geliştirip, bunları bıkmadan denememiz olmazsa olmazımızdır. Her zaman yeni planı uygulayamayabiliriz. Bu bir yenilgi demek değildir, bu şemanızın halen varolmaya çalışmasıdır. Planınızın sürdürülebilir olması esasımızdır.
Bu zorlu süreçte mutlaka bir psikoterapistten yardım almanızda fayda var. Bibliyoterapi, yani psikoterapi kitaplarıyla bir sürece girmek destekleyici bir unsur olsa da her şema kişiye özgüdür. Dolayısıyla sadece bu alanda kitap okumak yeterli olmayacaktır. Pek çok danışanım, önerdiğim kitapları psikoterapi sürecinden önce de okumuş olduğunu ama bu süreçte tekrar okuduğunda aslında hiç anlamamış olduğunun farkında vardığını söylemişlerdir.
Uzman Psikolog Özlem Ataoğlu
Bilkent Üniversitesi Psikoloji Bölümü
Çankaya Üniversitesi Psikoloji Bölümü
Öğretim Görevlisi
Instagram: psikologozlemataoglu