Son yılların istatistiki verilerine bakıldığında Türkiye’de kadın olmak; Türkiye nüfusunun yarısını (%49,8) oluşturduğu halde erkeklerin istihdam oranının yarısından azına sahip olmaktır.
Kadının nüfusun yarısını temsil ettiği ülkemizde, TBMM’de milleti temsil etme sayısı 464 erkeğe karşılık sadece 75’tir.
Yine bildiğimiz gibi Türkiye’de kadın başbakan sayısı 1’i ve son 20-30 yıldır kurulan hükümetlere bakıldığında kadın bakan sayısı 3 ü geçmemiştir.
Kadının karar mekanizmalarındaki temsili bu şekildeyken bir de kadına şiddet rakamlarına göz atalım.
Son 1 yılda en az 409 kadın öldürülürken, yaklaşık 246 kadın cinsel şiddete uğramıştır. Bunun yanında 387 çocuk cinsel istismara uğramıştır.(Rakamlar yaklaşık rakamlardır. Farklı platformlarda rakamlar farklı olarak yansıtılmış olduğundan bir kesinlik içermemekle birlikte ortalama sayılardır.) Maalesef ki bu rakamlar her geçen yıl azalacağı halde gittikçe artmaktadır.
Ve son olarak Türkiye İstatistik Kurumu’nun yaptığı araştırmalara göre aile yapısını inceleyecek olursak; kadınlar yemek pişirme, bulaşık yıkama, çamaşır yıkama, ev temizliği ve ütü yapmak gibi sürekliliği olan ev işlerini yaparken, erkekler ise tamir, boya badana, fatura yatırma gibi süreklilik gerektirmeyen işleri yapmaktadırlar. Aynı zamanda Türkiye genelinde yemek yapma işini %91,2 oranında kadınlar yaparken, erkeklerin yemek yapma oranı %8,8 olmuştur.
Bu rakamlarla gerçeği biraz daha açık ve çarpıcı bir şekilde yüze vurmak ve hatırlatmak istedim. Bir şeyi ne kadar iyi bilir ve tanırsak değiştirme ihtimalimiz ve umudumuz daha da artar diye düşünüyorum. Bu rakamlar cinsiyet eşitsizliği ya da ataerkil toplum yapısının ve toplumsal cinsiyetin getirileri olarak yorumlanabilir. Bir insan olarak bu tabloya bakmakla bir psikolog olarak bu tabloya bakmak arasında bir fark yok aslında. O yüzden belki de kadın olmanın ıstırabını nasıl dile getireceğim konusunda uzun süre kendimle savaştım ancak sonra sayıların bu durumu anlatmadaki en doğru ve gerçekçi yol olduğunu düşündüm.
Rakamlara ek ve son olarak söylemek istediğim ise “kadın olmak” toplumun ona çizdiği rolleri benimsemek zorunda olmakla birlikte sadece insan olmanın gerektirdikleriyle; özgür olarak, ayakları üzerinde durarak, kendi maddi-manevi ihtiyaçlarını karşılayarak, kimseye muhtaç olmayarak, kendi kariyerine geleceğine karar vererek ve inşa ederek, kendini gerçekleştirerek var olmak demek. Kadın demek anne demek, eş demek, abla demek, sevgili demek… Kadın cennet demek…Şefkat demek…Ama siz kadın olmayı baştan çıkaran, cehenneme gönderen, teşvik eden, tahrik eden olarak görmeye devam etmek istiyorsanız bu rakamlar hiçbir zaman olumlu yönde değişmeyecek.
Kadın dediğin… Edepli olacak, okumayacak çalışmayacak evine bakacak, gelişmeyecek, eşinin babasının abisinin sözünün üstüne söz söylemeyecek… Kadın dediğin erkeğini elinde tutmasını bilecek, yemek yapacak, marifetli olacak, cilvesini de eksik etmeyecek… İşte kadının ıstırabı tam da bu ikircikli durumun ortasında sıkışıp kalmak. Ve kadına bu bakış değişmedikçe kadının ruhu sıkışmaya devam edecek.
Gelin biz kadınlar ve kadına değer veren, kadını; güç, zeka, beceri ve yetenek olarak erkek cinsiyetinden ayırmayan herkesle bu ıstıraba son verip, kadınların daha cesur olduğu, boyun eğmediği, sporda, sanatta, edebiyatta, bilimde her zamankinden daha çok yer aldığı bir gelecek hayal edelim ve yarın hemen işe koyulalım.
Milliyet Pembenar ailesine bize fikirlerimizi aktarabildiğimiz bu platformu oluşturduğu, bize değer ve yer verdiği için teşekkür ederiz. Kadınlar Günümüz Kutlu Olsun…
İnstagram: @psikologedamalkav
E-mail: edamalkav@gmail.com / bilgi@edamalkav.com