Bir süredir gazeteye yazı girmiyordum, belki de bir süredir ben de birşeyleri anlamaya çalışıyorum. Bugün bilgisayarımın başına geçtiğimde, 7 yıl öncesinde gazetede yazmaya başladığım dönem ile bugün arasında geçen zaman diliminde dünyada ve ülkede neler olmuştu?
Neyi asla öngörememiştik veya öngörmüştük de benim-bizim başıma-başımıza gelmez düşüncesine mi kapılıp gitmiştik?
Kişisel yaşamlarımızda köklü bir biçimde neler değişiyordu?
Yüzlerce ölümlere sebep olan toplumsal olaylar, yas tutma-tutamama durumları üzerimizde nasıl bir etki bıraktı?
Sosyal medya nasıl oluyor da yaşamlarımızın tam ortasında ve en torpilli yerinde oturuyor?
Yaşam biçimimizde, alışkanlıklarımızda, ilişkilerde, sevme tarzımızda, çocuklarımızda, iş seçimi ve iş yapma biçimlerimizde nasıl ve ne yönde bir farklılık var?
Ergen çocuklarımız ile ilişkilerde niye bu kadar zorlanmaktayız?
Yetişkin yalnız kadın ve erkek sayısı arttı mı?
Evli kalmak veya evliliği sürdürmek eskisine göre daha mı zor?
Tüketim alışkanlıklarımız, seyahat etme davranışlarımız, yeme içme merakımız nasıl da hızla moda sektörlerine dönüştü?
Peki, Tinder ve Happn gibi kadın ve erkeğin tanışma platformlarına ilgi ve rağbetin bu kadar yoğun olmasına ne diyorsunuz?
Niye bu kadar kaygılıyız?
Kendisini yalnız hisseden insan sayısı arttı mı?
Antidepresan kullanımı niye bu kadar fazla?
Bir terapist olarak yıllar içerisinde edindiğim izlenim; kendi geleceğimizi düşlerken, çocukluğumuzdan itibaren bize anlatılan ve içimizde yer etmiş öykülerden, nesilden nesile aktarılan aile örüntülerinden, mitlerden esinlenmemizin kaçınılmaz olduğudur. Mesela uyumadan önce hep aynı masalları dinlemek için yalvaran çocuklar gibi, o güven veren bildik sonların tekrarlanmasını arzu eder, bunları yeniden sahnelemek için can atarız. Hala pek çok kadının, prensinin gelip onu alıp güvenli bir yere götüreceğini ve orada sonsuza kadar mutlu olacağını beklemesi gibi. Halbuki o beyaz eve girdikten sonra varlığı sona erip, özne olmaktan çıkan çokça kadın hikayesi biliyoruz.
Her ne kadar efsaneler ve edebiyat tarafından şekillendiriliyor olsak da, günümüz insanını tanımlayan asıl şey ise popüler kültürdür. Artık herşeyin farkında olan modern kadın bu romantik senaryonun cazibesi ile tehlikesi arasında sıkışıp kalmıştır. Ya erkekler? Güç odaklı sistemin başarı destanlarını yazmaya çalışan kurbanlardır. Çünkü başarılı olmak, erkek cinsiyetinin iktidar üzerinden yapılanmasıyla doğrudan örtüşmektedir ve toplumsal bir gösteren olarak erkeklik bu başarı alanını korumakla neredeyse eşdeğerdir.
Bugün kabul edelim ya da etmeyelim, kadın ve erkekler artık eskisi gibi mahallede pencereden birbirlerini görüp aşık olmuyorlar. Çoğunluk iş kuleleri ve rezidans tarzı evlere sıkışmış durumdalar. Tinder gibi internet üzerinden eşleşilen uygulamalarla yaşanan çokça hikaye olduğunu bunu kullananlar biliyorlardır, bizler de anlatılanlardan ve çevremizden duyduklarımızdan biliyoruz. Yurtdışında bu uygulamaların sayısı az olmayacak kadar romantik ilişki arayışı odaklı olduğunu ve insanların bu uygulamalarla tanışıp ilişkilerini ilerletebildiklerini orada yaşayan bir arkadaşımdan birkaç yıl evvel duymuştum. Artık burada da bu platformlar üzerinden tanışıp ilişki yürüten veya evlilik sürecine doğru giden ilişkiler olduğunu gözlemlemekteyim. Bu uygulamaların başında saatlerce zaman harcayan kişiler olduğunu biliyorum.
Bütün bu yukarıda sıraladığım sorular kadın erkek ilişkilerini, tek başına bireyleri, ergenleri, çocukları kısacası yaşamı kurgulamayı derinden etkilemektedir. İnsan üzerine kafa yoran tüm sosyal bilimciler _buna maddi kazanç odaklı, bireyi daha yalnızlaştırmaya yönelik ürünler ve imajlar geliştirip süslü sloganlarla bunları sunan kar odaklı araştırmacıları katmıyorum_ , biz terapistler bunları göz önüne alarak çalışmalarımızı yapmak durumundayız.
Ve tüm bu olan bitene tu kaka deyip, söylenip, eleştirip, ahlanıp-vahlanmak yerine artık birer olgu olarak ele almak ve anlamaya çalışmak durumundayız.
Haz ekonomisinin hedonist çocuklarına kızıyoruz belki ancak bu anhedonik bir beklenti de oluşturmamalı. Aklımda kaldığı kadarıyla Bertrand Russell mutlulukla ilgili şöyle birşey söylemiştir:
"Mutluluk bazılarının yaptığı gibi sürekli haz peşinde koşmak ya da tam tersi acıya yaslanarak bundan beslenmenin mutluluk getireceğini savunmak değildir. Yaşamdan keyif almalı, hazlara izin verilmeli, zevk alınacak şeylere yönelmeli. Hatta insan bunu öğrenirse böyle zevkleri talep de eder ve bunları tekrarlamak ister ancak bir 'ölçülülük' olmalı, tek ve temel gayenin haz almak olmadığını bilmeli."
Ben bu yukarıdaki sorulara daha başka sorular ekler, yazdıkça yazarım... Ayrıca aşağı yukarı bu soruları birçok insan zaman zaman soruyordur da! Bir televizyon kanalının tartışma programında neredeyse her akşam 'insan' masaya yatırılıyor: "İnsan ilişkileri, yaşamın anlamı, insanın nasıl mutlu olacağı gibi konularda uzman olarak davet edilen kişiler saatlerce konuşuyor; öyle yapmak lazım, böyle yapmak lazım diyorlar ya da insanı fizyolojik ve psikolojik olarak tarifliyorlar. Bu bilgiler dinleyenlerin işine ne yönde yarıyor bilmiyorum. Bildiğim şey, insanın ihtiyaçlarının ve yaşamla kurduğu ilişkinin parmak izi gibi eşsiz ve biricik olduğu yani yaşamın genel geçer bir tanımının olmadığı.