Alexander Dumas’ ın ‘Siyah lale’ adlı bir romanında kusursuz bir siyah lale yetiştirene büyük bir ödül vardır. Sonrasında bu lale için iki adam arasında kıyasıya bir kavga başlar… Siyah lale sonunda yetişmiştir yetişmesine ama oldukça büyük bedeller ödenmiştir. Kitap şu cümle ile biter: “Sadece çok büyük acılar çekenler mutluluğun anlamını bilirler.”
Bugün DÜNYA KADINLAR GÜNÜ, bu sebepten olacak ki bu hafta lale soğanlarım açarken her kadın ’siyah bir lale’ gibi diye düşündüm; eşsiz, zahmetli ve çok özel.
Kadınlar… Bin yılların acısıyla, hüznüyle mayalanmış, fırtınalar, poyrazlar, karayallerle savrulmuş, meltemlerle harmanlanmış, yeryüzündeki yağan, akan, duran sularla demlenmiş… Biriktirmiş, biriktirmiş, yürüdüğü yollar hep destansı öykülerle örülmüş.
Sadece ‘aşk’ da teslim olmuş, bu huyunu da pek bir sevmiş. Ama ne Goethe ve Freud’ un ‘kadının sadık olması hususunun dış görüntüsü ile alakalı olduğu, baştan çıkarıcı görünen kadının aşık erkeği şüpheye düşürdüğü ve uygun bir partner olmadığı” görüşlerine kulak asmış, ne de Shakespeare’ in Kral Lear eserindeki, kralın küçük kızı Cordelia babasının oyununa gelmiştir.
Selvi boylum al yazmalım filminde “sevgi emektir” diyen de bir kadındır. Kuşkusuz emeğin ne olduğunu en iyi ‘O’ bildiğinden, bunu kadının söylemesi de tesadüf değildir.
“Toplumlar derin dönüşümler geçirmekte, bununla birlikte erkek huzursuzluğu ve erkek şiddeti ne yazık ki daha da artmış görünmekte. Kadınların istekleri yeni endişeleri yaratmakla birlikte, her iki cins de bu olayın içerimleriyle hesaplaşmak durumunda” diyor sosyolog Giddens.” Giddens, doğrudan cinselliğin yanı sıra evlilik ve aileyle de ilişkili olan bu değişikliklerin sosyolojik açıdan oldukça manidar etki ve sonuçları olacağını ayrıntılı bir biçimde anlatıyor. “Kadınların artık eş olmak istemeyip, eş istediklerinin” bulgulandığını ileri sürüyor(Mahremiyetin Dönüşümü).
Evet, kadınlar iş yaşamı, sosyal yaşam, annelik, eş rolü, dostluk, güzelleşme ve daha birçok konuda eskisinden oldukça farklı ancak bu farklılaşmanın ona bazı mucadeleler vermesi gereken yeni cepheler yarattığı aşikar. Erkeksi alanlarda neredeyse erkeklerle kafa kafaya gelen kadınların diğer rollerine dair tanımları ve eylemleri değişim göstermekte, bu değişim erkeği de yeni bazı rolleri üstlenmek zorunda bırakmaktadır. Çoğu zaman kadındaki bu değişimin erkeği kaygılandırmasından dolayı, ikili ilişkilerin zorlandığı görülmektedir; hatta bana kalırsa kadını ve erkeği yalnızlaştıran önemli unsurlardan biri budur.
Kadın artık karşı cinsle; işte veya evde beraberken ötekinin kimliğinde erimemek adına kendi kimliğine sahip çıkmaktadır. Bu onun temel bir varolma biçiminin yeniden tezahürüdür. Bu uğurda akıtılan çok gözyaşı ve kan vardır. Asla kazanmak zorunda bırakıldığı ve büyük zorluklarla elde ettiği insan olma haklarından vazgeçmek niyetinde değildir. Ne yazık ki hala mucadele edilmesi gereken hemcinsleri vardır ve üzülerek söylüyorum ki bunların çoğu çocuktur!
Ama yukarıda da vurguladım ya “Sadece çok büyük acılar çekenler mutluluğun kıymetini bilirler.” Kadınlar mutluluğun kıymetini bildiklerinden, mutlu etmeyi de iyi bilirler. Bulundukları yeri cennete çevirirler. Yoktan var ederler. Bebeklerini dünyaya onlar hazırlar, bir yastık gerekirse başlara göğüslerini, dizlerini yastık ederler.
O göğüsler ki, bir o memeden bir bu memeden çevresinde kendinden bildiğini emzirmekten ölene kadar vazgeçmezler. İyi ki varsınız, varız.