Çağan Irmak' ın "Prensesin Uykusu" filmini izlediniz mi? İzlemediyseniz gidin ve izleyin derim. Sürekli gülümseyen adam "Aziz" in komşusu küçük kızla olan masalsı ilişkisini anlatan filmde, biz de küçüklüğümüzün mucizeler yaratan masal kahramanlarıyla tekrar buluşuyor ve o büyülü dünyaya geçici de olsa giriveriyoruz.. Filmde kafasına yediği darbeyle uzun bir uykuya dalan küçük kızın iyileşeceğine inancını hiç kaybetmeyen "Aziz" in kızın günlüğüne yazdığı dileklerini bıkmadan, vazgeçmeden gerçekleştirmesi konu ediliyor.
Çok genç olanlar için değil belki ama çoğumuzun bilinçdışında iyilerin kazandığı, mutlu sonla biten "Yeşilçam" filmlerinin izleri vardır. "Prensesin Uykusu" da benzer bir tat bırakıyor insanda. Bu nedenle filmden hoş duygularla ayrılmama şaşırmamam gerek.
Hepimiz hayatımıza dair mucizevi birşeylerin olabileceğini ve görünür bir gelecekte arzu ettiğimiz bir şeyin karşımıza çıkıvereceğini gizliden veya açıktan dileriz ya da umut ederiz. Bunu önceden kestirebilmek veya olmasını gerçekleştirmeyi sağlamak adına hepimizin bazı mistik eğilimleri vardır; kahve falı baktırmak, havuza, göle para atıp dilek tutmak, gittiğimiz şehir veya ülkeye bir daha gelmek için kutsal kabul edilen yerlere elimizi sürmek veya dua etmek gibi.
Bunlar bizim için hayatın ağırlığını hafifletme, geçici bir iyilik hali sağlama, umut etme ve kendimizi yeniden yeniden motive etme yollarıdır. Sihirler, kahramanlar, ritüeller, mucizeler durgun akan bir suyu köpürtüp coşturarak yaşanası bir oyuna sürüklerler bizi. Aslında tüm bunlar, büyümenin bir bedeli olan vazgeçtiğimiz kendiliğimize yeniden kavuşma özlemidir; oyunlarımıza, hayallerimize, umutlarımıza, çocuksu aşklarımıza, arkadaşlarımıza, lunaparklarımıza, oyuncaklarımıza, masallarımıza..
Bazı aileler çocuklarının sürekli konuştuğu ve arkadaş olduğu gizli kahramanları olduğunu gözlemlerler. Ya da terapi seanslarında küçükken hayali gizli arkadaşları olduğunu anlatan yetişkinlerle çalışırız. Çocuk büyüdükçe biricikliğini, yaratıcılığını ve masalsı kahramanlarını büyükleriyle uzlaşmak adına yitirir. Çünkü ancak o zaman onların dünyasında kabul görür ve onaylanır, çocuk için büyümek kendinden vazgeçmektir.
Belki de bu yüzden tatil köylerinin oyun ve fanteziye yönelik kurgusunu severiz ya da yetişkinliğimizde çocuk yanlarımız ortaya çıktığında mutlu oluruz. Hatta "Ben biraz çocuğum ve bu yanımı kaybetmek istemiyorum"söylemlerini birçok kez duyarız.
Film "Redd" grubunun söylediği "Prensesin Uykusu" şarkısından esinlenerek yapılmış. Muhtemelen bu şarkının esin kaynağı da "Yuz Yıl Uyuyan Prenses" masalı olsa gerek. Benim küçükken biraz içimi sıkan bir masaldı bu. Prensesin O kadar uzun süre uykuda kalmasından hoşlanmamıştım. Kendimi bildim bileli uzun süreli uykuları sevmediğim için belki de. "Murathan Mungan" a da esin kaynağı olmuş bu masal ve "Masal" isimli yazısında "Yüz Yıl Uyuyan Prenses" masalını farklı bir şekilde kurgulamış.
"Mungan" ın yazdığı "Masal" da, "Prens" "Prenses" i öpmekte tereddüt eder çünkü; "Paylaşmaya, tartışmaya, özveriye, anlayışa gereksinen iki kişilik ilişkiyi göğüsleyebilir, götürebilir miydi?" ve "Aradan yüzyıl geçtikten sonra hiçbir uyanış mutlu olamazdı" "Sonra kararını verdi: Aradan yüzyıl geçse de uyandırmayacaktı onu".
Oysa filmdeki küçük kızı uyandıracak "Prens" ise bunun tersine davranır; "Aziz" karakteri inanıyor sevginin gücüne ve farkında sorumluluk gerektirdiğinin. Bize mucizeleri veya mutlu sonları sadece masallarda değil istersek kendi yaşamlarımızda da oldurabileceğimizi, gerçekten bunun içimizde güç olarak bulunduğunu ama mutlaka yola çıkmak ve kesinlikle emek harcamak gerektiğini gösteriyor ve bu duygu yönetmenin maharetiyle perdeden size geçiveriyor.
Öte yandan filmde, insanın en temel kaygılarından biri olan "ölüme" meydan okuma temasını da gözardı etmemek gerek. Yönetmenin kendi bilinçdışından perdeye yansıyan ölüm kaygısı, yüzleşmemiz gereken en önemli varoluş basamaklarından biridir ve bunu yapmadan hayatın anlamını kavramak, bulunduğun ana kendini bırakmak, üretken bir hayatı yaşamak mümkün değildir.
Filmde rejisör karakterindeki "Kahraman Bey" in hem ölümü kararlılıkla isteyip hem de "Ama yalnız ölmek çok zor, hani birisi olunca yanında daha kolay olur" sözleri, "Aziz" in hayalet kadınla dalga geçmesi ve ölümü isteyen "Kahraman Bey" in tam da ilaçdan zehirlenip ölüme yaklaştığında dehşete kapılması ve filmin sonunda ölümün altedilmesi yüzeyin hemen altında uğuldayan acıyı aşma çabası gibi görünmektedir.
Bu filmde "ölüm" sadece kötüler içindir, tıpkı masallardaki gibi ve "Aziz" in filmin bir yerinde ölümden korkmadığına dair ettiği sözler, ünlü aktör ve yönetmen "Woody Allen" in söylediği cümleyi getirir insanın aklına; "Ölümden korkmuyorum, sadece geldiği zaman orada olmak istemiyorum"...