Bob Dylan' ın bir şarkısı vardır: "The times they are a-changin" isimli. "Zaman akıyor" diye çağrıda bulunur yazarlara, politikacılara, annelere, babalara. "Eger zamaniniz sizce biraz degerli ise, yüzmeye başlasiniz iyi olur, yoksa bir taş gibi dibe cokeceksiniz, çünkü zaman degişiyor". diye seslenmektedir.
Zaman, en kıymetli şey desem, kaç kişi karşı çıkar? Zaman geri getirilebilir, telafi edilebilir birşey midir? Zaman ekmek, su gibi harcadıklarımızdan mıdır, harcamadıklarımızdan mıdır?
Ya "O" 10 dakikanın neredeyse 10 yıla bedel olduğu eşsiz anlar var mıdır hayatınızda?
Ya da aslında tam da kıymetini bilmeniz gereken o anları, hay huy içinde kaçırdınız mı?
Bir daha yaşanması mümkün olamayacak deneyimlere kendinizi kapattığınız veya korkup kaçtığınız oldu mu? Geri getirebilir misiniz onları? Şimdi olsa öyle davranır mıydınız?
Anı yaşamak nasıl bir duygudur? Herkes anı yaşamaktan sözeder de, iş kendini ana bırakmaya geldiğinde, bunu ne kadar gerçekleştirebilir?
Anı yaşamak üst düzey bir varoluş biçimidir. Otantik yani sahici, olduğu gibi yaşanan deneyimler ana kendini bırakma durumudur. "Carpe diem"; "anı yaşa" anlamı nedeniyle dillere pelesenk olmuş, pek çok mekana da isim olarak konmuştur.
Uzun yıllar kanserli hasta ve yakınları ile çalıştım. Kanser tanısı alan kişilerin, bu tanıyı aldıktan sonra hayatı algılama ve yaşama biçimlerinin tamamen değiştiğine tanıklık ettim. Bir kere ölümcül bir hastalıkla yüzleşmenin, hayatın ne büyük bir mucize olduğunu anlamayı da beraberinde getirdiğini gördüm. Birçok şey, daha önce hiç olmadığı kadar anlam kazanmaktaydı.
Bir bardak portakal suyu veya kahve içmenin, ne kadar keyif verdiğini daha iyi farkediyorlardı. Deniz kenarında yürürken rüzgarı teninde hissedebilmek ve bunun rahatlığına ulaşmak ne çok şeydi. Niye diş macununu kocası veya oğlu ortadan sıkılıyor diye sinirlenmişti ki? Bunların ne önemi vardı? Bir iyileşse de evinde tekrar aile yemeği verse ve tüm sevdikleri biraraya gelse, ne kadar mutlu olacaktı... Bu yazdıklarım, tamamen hastaların tedavi sürecinde söyledikleri düşünce ve duygular.
Kaza, boğulma gibi ölümcül durumlara yaklaşan kişilerle yapılan araştırmalarda, bu kişilerin çoğunluğunun daha sonra hayatın kısalığı ve değerli olduğuna dair güçlü bir duyguya, o anı yaşama ve geçen her anın tadını çıkarma yeteneğine, hayattan tat alma isteğine ve hayatın daha fazla farkında olma duygusuna kavuştukları rapor edilmiştir.
Özgürlük duygusu daha fazla oluşur, hayat eskisinden canlıdır. Gerçek anlamda içsel değişim başlar ve kişisel bir değişimdir bu. Hayatın öncelikleri değişir, gereksiz yere kuruntu yapılan şeyler önemsizleşir. Boşuna zaman kaybettiren yapay acılardan vazgeçilir.
Anların kıymetini anlamak, keşke ölümcül olan deneyimlerle olmasa! Ölüme yazgılı olduğumuzu bilmek, hayatın ne kadar değerli olduğunu anlamak için elbette hatırımıza gelmesi gereken, yüzleşmemiz gereken bir olgu. Ancak o zaman hayatımızın anlam kaynaklarına sahip çıkabiliriz. O zaman sevdiklerimizle geçirdiğimiz anları, tüm bize sunduklarıyla ve coşkuyla yaşayabiliriz.
Her anın tek ve biricik olduğunu ve "Bir nehirde iki kere yıkanılamayacağını" anlarız. Önemsiz kaygılardan, oyalanmalardan kurtuluruz. Yaşamak istediklerimizi ertelemekten vazgeçeriz. İstemediğimiz birşeyi yapmaktan vazgeçeriz. Daha fazla risk alırız, reddedilmekten korkmayız ve başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüğüne önem vermekten kurtuluruz.
Hayat ve ölüm birbirine bağlıdır, ölümle yüzleşmek kötü birşey değildir, bize acı verse de aynı zamanda kaliteli bir yaşam için aşılması gereken, önemli bir varoluş basamağıdır.
Peki siz şu anda bu yazıyı okurken "Şimdi ve burada" mısınız? Bulunduğunuz yerin kokusu, ısısı, gürültüsü nasıl? Aklınızdan ne geçiyor? Vücüdunuzun neresi gergin; sırtınız mı? Karnınız mı? Nerenizi kasıyorsunuz? Duygunuz ne? Canınız sıkkın mı? Kaygılı mısınız? Yoksa sinirli mi? Aklınız evde mi? Sevgilide mi? Çocukta mı? Gerçekten şimdi ve burada mısınız? Anı ne kadar yaşıyorsunuz? Ne kadar doruk yaşantılara geçebiliyorsunuz?
Anlarınızın hakkını vermeniz dileklerimle...