25 Kasım, Kadına yönelik şiddetle mücadele günü.
Yılda yaklaşık 2000 boşanma başvurusunun yapıldığı İstanbul' da başvuruların %85' inin nedeni şiddet.
Verilere göre, kadına yönelik cinsel saldırı suçlarında son beş yılda yüzde 30 artış meydana gelmiştir.
Resmi rakamlara göre, 2006’da 663; 2007’de 1011; 2008’de 806; 2009’un ilk altı ayında 950 kadın öldürüldü.
Sadece cinsel şiddete maruz kalanların oranı %15.
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün resmi kayıtlarına göre, Şubat 2010- Ağustos 2011 arasındaki 19 ayda 78 bin 488 aile içi şiddet vakası yaşandı. Bu da, kayıtlara geçen haliyle her 10 dakikada bir aile içi şiddet olayının yaşandığı anlamına geliyor.
Birleşmiş Milletler’in bildirdiği istatistiklere göre günümüzde dünya üzerinde her 3 kadından 1’i dayak yemiş, cinsel ilişkiye zorlanmış ve genellikle tanıdığı bir kişinin istismarına uğramıştır.
Evet, sadece rakamlar konuşsa geriye söyleyecek birşey kalmıyor aslında. Durumun ne kadar vahim olduğunu, rakamlar gözler önüne seriyor.
Dünya Ekonomik Forumu’nun Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporuna göre, 135 ülkenin incelendiği raporda Türkiye sondan 14. sırada yer alıyor.
Son birkaç yıldır, konu ile ilgili acilen önlem alınması gerektiği, çeşitli sivil toplum kuruluşlarının, kitle iletişim araçlarının, üniversitelerin ve sanatçıların da yaptığı çalışmalarla sürekli dikkat çekmeye çalışması vesilesi ile görülmektedir.
Devlet bazında ise, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü koordinasyonunda;
Ulusal Eylem Planı ile yasal düzenlemeler, farkındalık yaratma ve zihinsel dönüşüm, kadının güçlendirilmesi ve koruyucu hizmet sunumu, sağlık hizmetlerinin sunumu ve kurum/kuruluşlar arası işbirliği olmak üzere 5 temel alanda iyileştirmeler hedeflenmektedir.
Ulusal Eylem Planı, Kısa (2012–2013), Orta (2012–2014) ve Uzun vade (2012–2015 ve sonrası) olmak üzere üç uygulama dönemini kapsamaktadır.
Bütün bu mücadelelerin yanında dikkat çekilmesi gereken bir konu daha var. Konu ile ilgili bir basın duyurusu; 'Cinsiyete Dayalı Şiddet Mağduru Göçmenler için Çalışma Grubu' dan geldi. Basın açıklamasının önemli bir bölümünü yerimin yettiği ölçüde veriyorum:
"Başlı başına travma yaratabilecek bir durum olan göç, kişinin ülkesinde maruz kaldığı şiddet olayları, sığınma, ülkesinde karşılaşılan ekonomik sorunlar ve temel sağlık, güvenlik ve sosyal hizmetlere erişimde yaşanan güçlüklerle biraraya geldiğinde kişide psikolojik olarak kapanması zor yaralar açmaktadır.
Ülkemizde şiddet mağduru göçmen kadınların en önemli sorunlarından biri de karşılaştıkları toplumsal ayrımcılıktır. Bu kadınlar önyargılar ve ırkçı söylemlerin yanı sıra sıklıkla fiziksel, cinsel ve psikolojik istismara maruz kalmaktadır. Göçmen kadınlar herhangi bir şiddet gördüklerinde ya da şiddetle tehdit edildiklerinde güvenlik güçlerine ve koruyucu-önleyici hizmetlere erişimde aksaklıklar yaşamakta; kimi zaman duydukları korku ve sınır dışı edilme endişesiyle devlet korumasına başvurmaktan kaçınmaktadırlar.
Göçmen kadınlar birçok yasal düzenlemede de olduğu gibi 'Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun' da da unutulmuştur. Bu yasayla, vatandaş kadınların şiddeti raporlamasının önündeki engeller kaldırıldığı gibi göçmen kadınların da raporlamaya ilişkin engelleri kaldırılmalı, yasayla temin edilen haklardan ve hizmetlerden ayrım gözetmeden her kadının faydalanması için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
Kadına yönelik şiddetle mücadele ‘kağıtlı’, ‘kağıtsız’, ‘vatandaş’, ‘göçmen’, ‘sığınmacı’, ‘mülteci’ gibi ayrımları gözetmeden her kadını koruyacak şekilde yürütülmediği sürece, çalışmalar tüm kadınları değil, 'bir grup kadını' ya da ‘vatandaş’ kadınları koruma ve şiddeti ortadan kaldırma konusunda da eksik ve yetersiz çabalar olarak kalacaktır."
Yukarıda sıralanan korkunç tablonun, kadının ve yakınlarının ruh sağlığı üzerindeki etkileri ve sosyolojik yansımalarını yazmaya kitaplar yetmez.
SORUN HEPİMİZİN, SORUMLULUK HEPİMİZDE VE TAKİPÇİSİ OLMAK İNSANLIK GÖREVİMİZ.