Vizyonda bir film var: "Fifty Shades Of Grey-Grinin Elli Tonu". Film, kitaptan uyarlandı biliyorsunuz...
Kendi çalışma pratiğimde, bundan daha birkaç yıl öncesine kadar kadın danışanlarımın büyük çoğunluğu ile pornografi üzerine konuşmakta bir hayli zorlanıyorduk. Eşlerinin pornografi izlediğini anlayan veya yakalayan danışanlarım müthiş bir öfke ile bunu seansa getiriyorlardı.
Ya da eşleri, birlikte porno film izleme teklifinde bulunduğunda buna şiddetle karşı çıkıyorlardı. İğrenç buluyor, bakamadıklarını söylüyor, utanıyor, konuşmaya bile tahammül gösteremiyorlardı.
Son birkaç yılda ne değişti de, terapi seanslarında çiftler birlikte pornografik filmler izleme konusunda daha yumuşak tepkiler vermeye, yurtdışı gezilerinde seks dükkanlarından fantezi oyuncakları aldıklarını daha kolay söylemeye başladılar.
Derken, son zamanlarda erotik kitap furyasının tüm dünyada dikkati çekecek şekilde ilgi gördüğünü, satış rekorları kırdığını ve ülkemizde de benzer bir durumun yaşandığını izler olduk. Kitaplardaki ana temalar arzu, aşk ve ağırlıklı olarak seks.
Ancak bir tanesi var ki çıktığı günden beri daha önce benzer içerikte yayımlanan kitaplara açık ara fark atıp, dünyadaki kadın popülasyonunu peşinden sürükledi; devam serileri de aynı ilgiyi gördü: “Grinin Elli Tonu”.
Forumlardan okuduğum kadarıyla, kitapta anlatılan birçok seks içeriği ve fantezisini okuyuculardan bir grup özellikle erkekler “sapıkça” bulurken, kadınların hemen hepsi “normal ve erotik” olduğunu söylüyorlar. “BDSM (bondage, discipline, domination, submission, sadism, masochism)” kavramlarını okuyucu gündemine soktuğu açıkça görülen bu forumlarda, kitaptaki sado-mazoşistik öğeler çok mu dozunda verilmişti de, okuyucu bunu erotik bir kült olarak benimsedi?
Kitabı okurken kurgusunda, erkek kahraman Grey’in efendi ve kadın kahraman Anastasia’nın bir itaatkâr çerçeve içine oturtulduğunu görüyorsunuz ama sadistik beklenti ve uygulamaların şiddetinde de hep bir ölçüyü farkediyorsunuz. Hemen burada Psikanalist Rollo May’in bu konu ile ilgili bir görüşüne yer vermek isterim: “Seksi kadınsı bir biçimde kibarlaştırmamız bizi o kadar keyfi ve ayrık yapar ki, cinsel eylemin basit gücü buharlaşır ve kadın alıp götürülmenin, kendinden geçmenin hayati, temel keyfini yitirir. Genellikle orgazm anında olan ama tüm sevişmeye eşlik edebilen o düşmanlık ve saldırganlık anının erkek için ne kadar anlamlıysa, kadın için de o kadar, hatta daha fazla zevkli olan yapıcı bir psikofiziksel işlevi vardır. Buradaki tehlike, saldırganlığın kendisini çok fazla ortaya koymasıdır.”
Cinsellik için biraz agresyona ihtiyaç var mı? Ya da cinsellik kendi içinde agresyonu barındırır mı?
Yukarıda Rollo May, “Seksi kadınsı bir biçimde kibarlaştırmamız bizi ayrık yapar ve alınması gereken keyfi kaçırır” diyor. Yani kadın-erkek diyalektiğinde cinsel arzunun; erkeğin çekip alma, hükmetme, yönlendirme ekseninde karşılıklı alışveriş ve bırakılma ile beslendiğini ima ediyor.
Aslında biz terapistler de biliriz ki, olumsuz olan çıkmadıkça iyi olanın çıkmayacağını, evlilik terapisinde çiftler birbirine kızıp, hakaret ederken -alttan sevgiye dair duyguların çıkacağını bildiğimiz için- önce olumsuzun konuşulmasına izin verilmesi gerektiğini biliriz. Eşini sürekli suçlayan ve mutsuzluğunu dile getiren kadın sonra, “ama onu seviyorum” der, öfke çıkmış sevgi ifade edilebilir hale gelmiştir.
BU ROLLER NEDEN BENİMSENİYOR?
Bu üçlemede, okuyucu acaba ne ile özdeşleşti: Seks? Sado-mazoşizm? Aşk? Sahiplenilme? Lüks yaşam?
Henüz 30’una bile gelmemiş, son derece yakışıklı, başarılı, zengin, güçlü, kudretli bir adam Christian Grey’in, kadınların mükemmel erkek mitine oturduğu kesin. Yazar, Christian Grey’i efendi statüsüne koyup, Anastasia’yı ise itaatkâr olarak konumluyor. Erkeğin sadist, kadının mazoşistik özelliklerine vurgu yapan kitapta, kadının erkeğin hükmetme ve belirleyici olma özelliklerine doğru eğilimi ile ilişkide tencere-kapak örneğine uygun bir durum ortaya çıkıyor.
Psikanalist Paul Verhaeghe’ye göre, çiftler biraraya geldiklerinde göründüğü kadarıyla esas olarak birbirini tamamlayan iki fantezinin karşılaşması vardır; iletişim nadiren fevkalededir. Birisi öteki için fantezidir.
Peki öyleyse fantezilere niye sahibiz?
Freud; normal ya da nevrotik herkesin yaşamında sapık eğilimlerin veya geçici sapık eylemlerin ya da hiç değilse fantezilerin ortaya çıktığını, sapkınlıkların kökenini çocukluk fantezisinden aldığını ileri sürer.
Bunun ya gelişimdeki bir duraklamaya ya da regresyona bağlı olabileceğini de psikiyatri literatürü söyler. Buradan yola çıkarsak okuyucuda sado-mazoşist öğelerin karşılığı ne?
Okuyucuda uyanan merakı gidermek adına, kitapta Grey’in sadistik cinsel ilişki kurma tarzını anlamaya çalışırsak; sadistik öğeler içeren cinsel zevkin temelinde yatan duygu, kişinin kendisini güçlü olduğuna inandırması gerekliliğidir.
Kendi kastrasyon korkusuyla başaçıkabilmenin yolu eşini korkutmaktır. Eşin güçsüzlüğünden zevk alırlar çünkü bu güçsüzlüğün belirttiği “ondan korkacak birşeyim yok” fikri korkuyla bloke olacak zevkini yaşamaya olanak sağlamaktadır.
Kurbanına kendisini zorla sevdirmeye çalışan sadistin aradığı aşk, 'narsisistik bir destek' anlamı olan ilkel bir sevgidir. Yani aslında sadistin yönelimi korkusuna karşı güvenlik elde etmektir, bunu da korkutarak yapar.
Romanın erkek kahramanının karşısında itaatkâr olan kadın figürü Anastasia Steel’e gelince; daha baştan kırmızı odanın büyüsüne kapılan, seks oyunlarının şiddetine zevkle karşılık veren, kontrol manyağı Grey’in dominasyonlarına boyun eğen profiliyle mazoşizm koltuğuna oturuverir.
Freud’un mazoşizmi çevreden kendine dönmüş, yani bir objeden regresyon yoluyla egoya yönelmiş bir sadizmden kaynak aldığı yönünde görüşleri, sadizmin suçluluk duyguları sonucu mazoşizme dönüştüğünün ifadesidir. Korkulan şeyin zevk verici bir biçimde tasarımsal olarak önceden yaşanması, herhangi bir anksiyete ile savaşmayı sağlar.
Tıpkı bazı sadistlerin kendilerine eziyet edebileceği fikrini yadsımak ereğiyle başkalarına eziyet etmesi gibi, mazoşistler de beklenmedik bir biçim ve derecede eziyet edilme olasılığını yok etmek için kendilerine eziyet ederler.
Mazoşistler, orgazma ulaşma yetenekleri açıkça anksiyete ve suçluluk duyguları ile bozulmuş kimselerdir. Son zevk yeteneğini bloke eden korkuyu gidermek için gelişmiş, karmaşık fanteziler kurarlar. Kişinin başına gelecek şeyin zevk vermesi için önceden düzenlenmesi zorunluluğu karakteristiktir. Mazoşistler sürprizlerden korkarlar, fakat ne olacağını önceden bildikleri sürece korkularını kontrol edebilirler.
Erotik anlatımlara sado-mazoşist eklemeler yaparak, bu fanteziler bir hikâye kurgusu içinde okunduğunda daha mı erotik geliyor kadına? Bu sahneler salt pornografi görselliği ile verilse, aynı etkiyi yaratır mı?
Sahiplenilmeyi kadının, tüm hayatını kapsaması olarak istediğini bilen yazarın devam serilerini yazarak aşk ve evlilikle de süslediği romanı, kadına sunulan iyi bir paket gibi görünüyor.
Ancak daha önemli bir konu var: Kitapta erkeğin yani yakışıklı ve güçlü Grey’in Anastasia’ya olan şiddetli arzusu, okuyan tüm kadınları etkileyen en önemli konudur. Nihai olarak kadın erkeğin “arzu”su peşindedir. Erkekle yarış halinde cereyan edecek seksüel teknikler, kadın cinselliğinin merkezinde değildir. Ama kabul etmeliyiz ki ülkemizde de bu erotik, sado-mazoşistik romanlar serisine kadınlar kendilerini fazlasıyla kaptırdılar. Kitapta sözü edilen fantezi oyuncaklarını mesela topları, kadınların alıp kullandığı ve eşlerinin bundan büyük keyif aldığını anlatmaları kulaktan kulağa yayılıyor.
Evet, ne oldu ki? Birden kadının fantezilerini mi patlattı bu kitap?
CİNSEL YAŞAM DEĞİŞİYOR
Sosyolog Antony Giddens’a göre, “Derin dönüşümler geçiren toplumsal dünyada kadının cinsel kimliğini algılaması, hissetmesi ve ifade etmesi de değişiyor hiç kuşkusuz. Kişisel hayat kadın için yeni istekler yaratan bir proje haline gelirken, cinsel değişim bunların başını çekiyor.”
Giddens “Mahremiyet’in Dönüşü” adlı kitabında, Lillian Rubin’in bir araştırma bulgusundan sözediyor. Araştırmaya göre: “Erkekler, kadınların cinsel olarak daha elde edilebilir konumda olmalarını çoğunlukla hoş karşılıyor ve uzun dönemli her cinsel bağda entelektüel ve ekonomik olarak eşitleri olan bir eş talep ediyorlar. Ama bu tercihlerin içerikleriyle karşılaştıklarında açık ve derin rahatsızlıklar gösteriyorlar. Evlilikten kadınlar önceki kuşaklara göre çok daha fazlasını bekliyorlar. Kadınlar cinsel zevk vermenin yanında almayı da bekliyorlar ve çoğu tatminkâr bir cinsel yaşamı doyurucu bir evliliğin çok önemli bir gereği olarak görmeye başlamış.”
Farklı sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel topluluklarda bu konuda değişik veriler elde edilebilir ama kadının sosyal ve cinsel yaşamında birşeylerin değiştiği kesin.
Kadın kendi bedeni ile çok daha ilgili. Güzellik endüstrisi, estetik cerrahlar, spor salonları, beslenme konuları fazlasıyla kadının gündemini işgal etmiş durumda.Kadınlar kendi kariyer planını yaptıktan sonra artık çok beğenilmek, bir de âşık olmak istiyor. Kendi ekonomik özgürlüğünü kazandıkça da, daha cüretkâr bir biçimde bunu talep ediyor. Evlilik gibi bir kurum bile buna kimi zaman engel teşkil etmiyor. İşin ahlaki kısmı tarşılır ve burada bizim konumuz değil şimdilik ama kadının tarihsel gelişiminde bugün geldiği noktayı anlamak durumundayız
Ülkemizde genç nesil, cinsel devrimi gerçekleştirme yolunda önceki nesillere göre bir hayli yol alsa da, bu konuda bilimsel veriler elimizde olmadan kesin bir yorum yapmak çok zor. Değişimin yarattığı bir değerler çatışması, sekse aşırı anlam yükleme ve bunun sonucu olarak genç kız ve erkeklerde, hatta bunun orta yaşa da yansıdığı bir ilişki terörü de olmakta elbette.
Ben bir terapist olarak bu değişimi sadece seanslarıma yansıyan yönüyle görüyorum ama buna rağmen cinselliğin önemli bir kadın popülasyonunda da hâlâ kuytularında saklı, dışavurumunun suçluluk duyguları yaratacağı kaygıları ile yaşayan, bastırılmış cinselliğin sağlıklı cinsel yaşama izin vermeyecek kadar belirgin, mesela; unorgazm (orgazm güçlüğü) gibi sorunlara yol açan bir boyutunun da olduğu bir gerçek. Belki kitabı bu kadar sahiplenmeleri bir manifesto! Belki en önemli sorun, serinin ilk kitabı olan “Grinin Elli Tonu”nda kitabın sonuna doğru karşımıza çıkıyor: Anastasia “Biz aslında düzüşüyoruz, halbuki ben onunla sevişebilirdim” diyor. Bütün mesele bu; sevişebilmek.
*Bu yazım daha önce 'Vatan Kitap' ekinde yayınlanmıştır.