Henüz anne karnında döllenmeye giden yolda erkek kromozomu taşıyan spermin daha hızlı hareket ettiğini ve kadın kromozomu taşıyan spermden önce öldüğünü biliyoruz. Biyolojik yazgı, kadın ve erkeğin doğumundan sonraki “olma” sürecinde de kuşkusuz yerini almaktadır ancak erkeklerin ortalama ömrünün kadınlardan daha az olduğunu madde kullanımı ve şiddet gösterme konusunda erkeklerin sayısının daha fazla olduğunu da biliyoruz. Biyolojik yazgı dışında buna sebep olan süreçler nelerdir? Modernite sonrası durum nasıldır? Ataerkil toplumlardan bu yana erkeğe verilen roller, beklentiler bugünün dünyasında erkeğin ruhuna nasıl bir şiddet uygulamaktadır? Erkek hüznü, öfkesi ve yalnızlığının kökenleri nerededir?
Anne, her erkeğin ilk sevgilisi, ilk deneyimlerinin nesnesi, sonrasında ise sağlıklı bir ayrılma olmazsa hayatındaki kadınları onun yerine ikame koyacağı bir ünitedir. Çocuk yeterince koruyan, kollayan, kucaklayan anne yerine, eğer acı deneyimlerin yaşandığı bir anne çocuk ilişkisi yaşarsa kendisini hayat boyu bağsız ve köksüz hissedecektir. Başka türlü bir zorluk ise, ellerini hayatta olduğu sürece oğlunun üzerinden çekmeyen anne modelinde yaşanacaktır. Böyle bir durumda ise çocuğun yaşamında anne hep “kaygı” verici bir figür olarak bulunacakdır. Hichcock’ un “Kuşlar” filmi buna en iyi örnektir. Filmdeki kuşların saldırısı; “anne” nin oğlu üzerinde yarattığı olumsuz duyguların sembolik anlatımıdır.
Yukarıda anne baba çocuk üçgeninin anne ayağındaki durumdan sözettik. Üçgenin diğer ayağındaki duruma bakarsak, cinsiyet kimliğini oluşturma sürecinde anneyi bırakıp babaya gitmek durumunda olan erkek çocuğun ilk travmasının cennetini kaybetmek olduğunu görürüz. Kayıp cennetine yani anne kucağına tekrar dönüş arzusu ise yaşam boyu devam eden bir fantazi olarak erkeğin dünyasında kendi yerini korur.
Her erkek çocuk yetişme sürecinde babasının onayını almak ister, yeteneklerinin ve başarılarının görülmesini ister. Babasına layık olmak için çabalar ve kendisini olduğu gibi sevmesini ve kabul etmesini bekler. Eğer burada gereken desteği alamazsa kırılmalar yaşam boyu sürecek sancılara dönüşür. Çünkü erkek çocuğun en zor açmazı babasının psikolojik ve maddi mirasını taşıma görevidir. Baba başarılıysa en az onun kadar veya ondan fazla olmak durumundadır ve bu baskı çok büyüktür. Baba oğlunu dış dünyaya taşıyan, kılavuzluk eden, başarısizlığa uğradığında toparlanıp yeniden başlayabilen, nasıl mücadele edileceğini gösteren, duygularını ifade edebilen bir rol model olmak zorundadır. Çocuk babadan dış dünyada mücadele edecek yetki ve gücü almalıdır. O zaman çocuk da idealize ettiği babayla yaşadığı kırılmaları daha iyi tolere edebilir ve kendini sağlıklı bir şekilde gerçekleştirebilir. Aksi halde babayla özdeşleşemez ve sonrasında “kayıp babanın” yerine koyacağı başka baba arayışlarını sürdürür. Bu sırada yanlış “babalar” bulabileceği gibi, kimi zaman da kendi başına bu yolculuğu yaparken sapmalar olacağından yaşam boyu potansiyelinin ortaya çıkmasını engelleyen zorluklar yaşayabilir. James Hollıs; daha eski toplumlarda ergen erkeklerin “erkekliğe geçiş töreni” olarak tanımlanabilecek bazı yaşantıları deneyimlemek zorunda olduklarından sözetmektedir. Bu törensel süreç ayrılık, ölüm, yeniden doğuş, bilgilerin aktarılması ve dönüş gibi aşamalardan oluşmaktaydı. Bu dönemde çocuk oldukça çilekeş yaşantılardan geçer ve böylece derinlik ve güç kazanırdı. Erkek çocuk bu dönemde yetişkin dünyasına hazırlanır ve öğreti yoluyla bilgi “baba” dan “oğul” a geçerdi. Günümüzde erkekleri yetişkin yaşama hazırlayan böylesine derinleştirici ve yol gösterici törensel bir geçişi yaşama şansı kalmamıştır. Hal böyle olunca da kendi başlarına kalmışlardır. Zaten bu bilgiler çoğunlukla artık babalarında da mevcut değildir.
Erkeklik kodlarının hala ağır olduğu bir kültürün çocuklarıyız. Başarı ve güç beklentisiyle büyüyen ve bügünün dünyasında rekabeti en üst noktada hisseden erkeğin gücün gölgesi altında ezilmemesi mümkün müdür? Hergün yeniden hücüm eden piyasa bilgileri, şirket toplantıları, performans değerlendirmeleri, tutturmaya çalıştığı satış kotaları altında kaybolan erkeğin mutlu olma olasılığı ne kadardır? Ne kadar çok güç ve kontrol ihtiyacı varsa orada o kadar çok iktidarsızlık ve kontrol kaybına ilişkin kaygı da vardır. Bu kaygıyla baş edemeyen erkeklerde Panik Atak ve Depresyon gibi psikolojik rahatsızlıklar daha sık görülmektedir. Güçle birebir özdeşleştirilen erkek için diğer erkeğin de olduğu her yerde gücün gölgesi hemen görülür. Her ikisi de hemen kendisini ötekinin rekabet alanı içinde hisseder ve bu durum tam da erkeğin gücünü azaltan ve onun enerjisini tüketen bir paradoksu içerir. Acaba yeni dünya düzeninde erişilmesi çok zor olan güç ideallerinin yerine, erkek kulislerinde sürekli konuşulur hale gelen çapkınlık ve skor hikayelerinin bir anlamı var mıdır? Cinsellik alanında ne kadar çok kadın, o kadar çok erkek hissetme gibi bir illüzyonla hareket edildiğine tanıklık etmekteyiz. Oysa, gücün etkisindeki bir cinsellik eğlenceli ve dönüştürücü değildir. Böylesi kolay gibi görünebilir ancak bu tür bir kurtarıcı arayışı, yaşam enerjisini(libido) üretim adına egonun hizmetine sunmaktan çok, sağlıksız bir alanda kendini tüketen bir amaca hizmet eder.
Günümüzün erkeği acısını tek başına çekmektedir. Bu durumun üstesinden gelmenin yolu önce kendi ruhunun yarasını kabul etmektir. Korkularını kendisine itiraf etmeli, kendi erkek arkadaşlarına karşı hissettikleri konusunda dürüst olmalı ve diğer erkekleri sevmelidir. Duygularını serbest bırakmalıdır. Dişi yanıyla barışmalı, kadınsı özelliklerini kabul etmesinin kendisini anlamanın yolu olduğunu bilmelidir. Anne kompleksinden kurtulmalıdır. Karısını kayıp cennete dönüş olarak görüp, annesinin yerine koymamalıdır. Karısı tarafından ihtiyaçları karşılanmadığında ortaya çıkan kızgınlığının geriye dönük olarak annenin vermediği şeye olduğunu anlamalıdır. Abartılmış erkek rollerinden sıyrılmalıdır. Öfkesinin farkına varmalı, kaynağını kendi ruhunda hissettiği baskıdan alan bu duygunun depresyonunun nedeni olduğunu anlamalıdır. Kuşkusuz tüm bu saydığım şeylerin kolaylıkla halledilebilecek durumlar olduğunu söylemiyorum. Ancak yaş ilerledikçe bütün bunlarla yüzleşmenin daha zor olduğunu ve daha çok bilinçdışına itildiğini söyleyebilirim. Bilinçdışına itilen hiçbirşey orada kaybolmaz, rahatsız edicidir ve giderek daha alıngan daha depresif olma sebebidir. Erkek içindeki bu ağır yükü sağlıklı alanlara dönüştürecek gücü, kendisinde farkındalık yaratarak bulacaktır. Daha aydınlanmış bir kendilik ve keyifli bir hayat için buna değer.