Modern zamanlarda bayramların yaşanma biçimi de farklılaştı. Bayram tatillerini fırsat bilen birçok kişi bayramı tatil beldelerinde geçirmeyi tercih ediyor artık. Önümüz bayram ve yine çoğunluk tatile gitmeye hazırlanıyor. Tatil beldelerinde doluluk oranı tam, yer kalmamış birçok otelde. Uçak ve otobüsler de keza öyle. Tatile gidenlere sözümüz yok ancak İstanbul' da kalanların İstanbul' un tadını doya doya çıkaracaklarından eminim.
3 yıl önce bir bayram öncesi yazmışım aşağıdaki yazıyı... Tekrar yayınlamak istedim. Herkese iyi bayramlar diliyorum.
Bu ilişkiyi kaç kere bitirmeyi düşündük
Lamba düştü "İS" yaptı, tabak düştü "TAN" dedi, küçük kızın bebeği kayboldu; annesine "BUL" dedi. Bu garip tekerleme daracık sokaklarında koşturduğumuz Mecidiyeköy' deki mahallemizde, çocukluk arkadaşlarımla birbirimize sorduğumuz bir bilmece. Anılarıma yer etmiş ki, İstanbul ile ilgili yazıyı yazmayı düşündüğümde aklıma geliverdi.
Bu küçücük bilmece, belki de İstanbul'un isi, pası, gürültüsü, kaybolan hayalleri, hayatları vb. ni metafor olarak içinde saklıyor.
İstanbul bu bayram gerçekten boştu. Kendim ve kalanlar adına ben çok mutlu oldum. Trafik kabusu yok, otoparklar boş, nereye gitsen hizmet o biçim. İstanbul'un hangi yanağından öpmek istersen, sana uzatıveriyor. Eliyle saçlarını okşuyor, kucağında taşıyor. Yeşili, maviyi ve huzuru önüne seriyor, şaka gibi.
Bu arada tatil beldelerinden gelen haberler hiç iç açıcı değildi. İnsanlar yersizlikten sahillerde uyumuş, kalabalık bunaltıcı, hizmet yetersiz. İstanbul'un anarşisi tatil yörelerindeydi. Kalanlar ise, belki bir daha tarihinde böyle bir sefa sürülmez diye bol bol aşk yaşadı İstanbul' la.. Tam da İstanbul'u "Gözleri kapalı dinlerken", sevgili dostum Atınç Uzar ile İstanbul üzerine sohbet kendiliğinden çıkıverdi. Tamamen içimizden geleni ben de söz uçar, yazı kalır diye sizinle paylaşmak istedim;
İstanbul'la ilişki, Beşiktaş'dan bu seferki kalkan vapura yetişebilecek miyim telaşı gibidir. Sen o kadar yakın ve arzuyla "ona" bakarken, "o" bir tarafını hep saklar senden; belki de arzun ona hiç bitmesin diye.
Sahipsiz zannettiğin anlarda kendini, sevgisinden midir yoksa kalabalığından mıdır bilinmez; biraz boynunu sıkarak da olsa sarılıverir sana.
Sen onunla Anadolu Hisarı' nda rakı balık yaparken, o seni aslında Taksim balık pazarında beklediğini fısıldayıverir kulağına.
Bazen pazar yerlerinden seslenir sana, bazen de Sultanahmet minaresinden okşar ruhunun derinliklerini.
Espirili yönü bir hayli gelişmiştir; her sabah sırf bana şaka olsun diye köprüyü tıkaması, bazı akşamlar anlam veremediğim yoğunluk, bazen ise bu akşam "Mutlaka trafik vardır." dediğimde, yolları benim için boşaltmasıyla şaka yaparken bulurum onu.
Hergün güneşini serer çamaşır iplerine, bazen Beylikdüzü'nden esen rüzgarın kanatlarına takar kelebekleri, bazen Samandıra' da yağan yağmurun yüzüne.
Kaç kere evlenmiştir, kaç kişiyle flört eder bilinmez ama her seferinde hep beni seçer, bensiz yapamayacağını söyler durur, benim onsuz yapamayacağım gibi!
Sabahın 5'inde "Balık hali" nde bir de çırptı mı kendini sarı kanatın gözlerinde; nasıl onu en sevdiği mısır ununa bulamam ki; akşam eve gelirken getirdiğim rokanın yanında mışıl mışıl uyusun diye.
Bazen ben sıkılırım; o zaman hemen şapkasından çıkararak beyaz incileri döker tüm evlerin çatılarına, caddelere, telefon direklerinin üzerine. Böyle de bonkördür benim sevgilim, herkesi düşünür. Kendince adaletli olduğunu savunsa da, bence bazen haksızlıkları da olmuyor değil. Hep bunu hatırlatıyorum "ona", oysa "o" bana olan aşkını...
Gözlerinin içine bakarken kız kulesinde, denizler kadar engin olduğumu anlarım. Vapur gezmelerimiz olur her pazar adalara giderken, martılara simit atışlarda kahkahalarımız.
Eminönü' ne gidersek hep buraların yoğunluğundan dem vurur, halbuki bilirim o da benim gibi bayılır balık ekmek, turşu suyuna. Sonra başlar bana eteklerindeki mirası anlatmaya... Sevgilim diye demiyorum, çok da kültürlüdür, bir oturup dinleseniz, ne demek istediğimi anlarsınız.
Yoruldum be sevgilim yoruldum dediğimde, hep teselli eder beni; Beyazıt'daki sahaflarda kitapçıların tezgahına uzanan saçlarımı okşayarak.
Balat'ın dar sokaklarında, Sütlüce'nin uykuluğunda bazen buluşuruz gizlice. Durmadan söylenir o zaman; "Aman burada ayrılalım, abimler konu komşu görür." diye. Hep bir sırrı vardır söyleyemediği...
Her ilişkide olduğu gibi bizim ilişkimizde de acıtmak, can yakmak vardır; çok fazla içti mi nargilesini Tophane rıhtımının dibinde, bir öksürüktür tutar kendisini ama bir de günündeyse, işte o zaman değmeyin keyfine; kimleri doyurur?, kimleri ısıtır? Bu kadar da vicdanlıdır.
"İstanbul'un havasına da kızına da güven olmaz" diyenlere aldırmıyor görünse de, aslında benim yarim çok hassastır, hep içerler de belli etmez.
Bu ilişkiyi kaç kere bitirmeyi düşündük ama "o" da "ben" de cesaret edemedik. Her gidişinde "dönme" diye kaç kere yalvardım içimden "ona" ama hep açık hava sinemalarında bana çay ısmarlarken buldum onu.