Bahar, bu sefer yanımızdan gözümüze baka baka, yan çizip, yüz vermeden çekip gitse de, Ömer Seyfettin' in öykü adı gibi "Bahar ve kelebek" yüklü bir yazı yazmak geliyor içimden. Bahar bizi coşturmadan, sıcakların kucağına atıverecek anlaşılan ama yine de içinizde gelmeyen bahara inat coşanlarınız varsa, ben de onlardanım.
Hava bulutlanıp bulutlanıp hevesimi kırmaya çalışsa da, azıcık güneşi gördüğümde yakalayıveriyorum onu.. Kapatırsa güneşi bulutlar, evimin hemen karşısındaki, bahçesi ve çitleri kırmızının en güzeline boyanmış gibi duran evi çevreleyen güllere bakıyorum. Evin sahibine binlerce şükran duygularımla...Ne güzel bakmış güllerine, ne keyifli bir bahçe yapmış kendine.
Benim penceredeki sardunyalarım, bu güllerin karşısında çok mütevazi kalsa da, her sabah onları seyretmeden evden çıkamıyorum.
Bahar bizi "Olsun ama nasılsa yaz gelecek." avuntusuna bırakmışken ve gelmeden de bugün itıbarıyla da (mayısın sonu) gitmiş sayılırken, ben niye taktım bahara?
Bir türlü gelmeyen bahar güneşi, azıcık kendini gösterdiğinde, hemen sırtını güneşe verip keyif çatan, çiçeklerini penceresine, balkonuna, bahçesine eken, bahar temizliğini yapan, sabah kuş seslerini duyarak uyanan, can eriğini görünce heyecanlanan, rüzgar esse de" Ama ılık esiyor" deyip yüzünü rüzgara tutan, dışarda cıvıl cıvıl kıyafetlerini güzelim bedenlerine giyip endam-ı arz edenlere bakıp keyiflenenlerdenseniz ne mutlu size...
Gerçekten bunların farkına varmakta zorlanan, keyfi kaçık, daha depresif hisseden kişilerden de olabilirsiniz.
Hiçbir mutluluk yoktur ki; bize dışarıdan gelsin. Yaşadığımız en kolay ya da en yoğun keyif ve mutluluk anları bizim onları anlamlandırma yani içimizden o ana bir anlam yükleme becerimizle ilgili bir durumdur.
Ben o anı duygularımla, düşüncelerimle anlamlı kılarım. Lezzetini, kokusunu, sesini, ışığını, demini, suyunu, havasını, toprağını ben hissederim; gözümle, kulağımla, tenimle, kalbimle...Ortaokuldayken, türkçe öğretmenimiz bir kompozisyon başlığı vermişti ; "Kurban olayım baktığını gören göze." diye. Kim söylemiş bilmiyorum ama ne kadar derin bir anlam taşıyor cümle, aklımda kalmış.
Hayatı yaşanılır ve anlamlı kılmak, tüm zorluklarına rağmen keyifli hale getirmek önce kendimiz, sonra sevdiklerimiz için önemli bir sorumluluktur.
Varoluşumuzun anlamını en ateşli şekilde sorgulayan düşünür; Jean-Paul Sartre, önce hayatın anlamsızlığına dikkatimizi çekmiş, istemediğimiz bir hayatın bize verildiğini ve bunun saçma olduğunu öne sürmüştür. Ama sonrasında, bunun kendisine seçme hakkı verdiğini düşünüp, benimsediği dünya görüşünü savunup, eserler üretmeye devam etmiş ve kendisi gibi edebiyat ve felsefe alanında önemli eserler vermiş Simone de Beauvoir ile, adından çok söz edilen bir aşk da yaşamıştır.
Aslında tadım yoksa, sıkkınsam, gerilmişsem eğer , ne çok şey var elimi uzattığımda beni kendime getirecek, rahatlatacak..Olabildiğince elbette.
Zor geçmiş bir günün ardından bir eşi, bir sevgiliyi veya bir dostu görmek ne kadar güzeldir. Bazen onların yanında çocuklaşabilir ve bize bakmalarını bekleyebiliriz. Bu geçici an yani oyun anı, bizi oyalar ve yumuşatır; hayatın zorluklarına tekrar girmeden önce. Hepimizin ihtiyacı yok mu kendimizi birisine bırakıvermeye. İzin verin kendinize bunun için!
Dostlar önemli tabii.. Dost kazanmalıyız, dost edinmek için emek harcamalıyız, hiç kolay iş değil çünkü. Anlam kaynaklarımızın başında onların geldiğini biliyorsunuz elbette. Edip Cansever' e kulak verelim bu konuda;
"Bendeki sevgiyle dizilmiş bütün sözcükler
Bendeki anlamla
Oysa bir geri çektim mi kendimi
Kodunsa bul aradığın sevgiyi"
"Koymak" lazım "bulmak" için.
Ve ne mutlu sevdiğine "bahar kokulum" diyen adama, çocuğuna "Bahar" ismi koyan anne-babaya, "Ben her bahar aşık olurum." diyen şaire, "Beni bu havalar mahvetti." diyerek suçu bahara atan Orhan Veli' ye... En çok da, ikinci baharını yaşayabilenlere...